Cumhuriyeti etkin biçimde yaşamak, onun çağdaş dünyada onurlu yerini almasını sağlayacak eser yaratmak demektir. Başka deyişle, cumhuriyeti yaşatan,yurttaşların eserleridir. Ülkemiz, uygarlık ailesindeki yerini ancak bu eserlerle edinir. Uygarlık yolundaki yarışta, başarının ölçüsü bu eserlerdir.
Onun "naçiz vücudu"nun 65 yıl önce karıştığı topraklar üzerinde, eseri 80 yaşını tamamladı. Cumhuriyetin sağladığı özgürlüklerle yaşayan bizlerin Atatürk'e şükran duygusunun ifadesi için birçok yol vardır elbet ama, aziz hatırası önünde, eserine ne kazandırdığımızın hesabını vermek, şükran duygumuzun en sahici ifadesi olacaktır kanımca.
"Cumhuriyet benim en büyük eserim" diyordu, eserini gerçekleştirdikten yıllar sonra Atatürk. Yolun başında, "Benim için bir tek amaç vardır: Cumhuriyet hedefi. Bu tutulan doğru yolda, namuslu yolda çok çalışmak ve faal olmak gerekir" diyerek, çıkmıştı yola. Atatürk için cumhuriyet, çağdaş bir yönetim biçimi olmaktan daha fazla anlamlar içeriyordu. Atatürk'ün devrimci atılımlarının tacı olarak baştan beri cumhuriyeti tasarladığı bugün bilgimiz içindedir.
O'nun gözünde cumhuriyet, çağdaş uygarlık yolunda eserler yaratan bir eserdir. "Ne olursa olsun ülke çağdaş, uygar ve yenilikçi olacaktır. Bizim için bu yaşam davasıdır. Tüm özverilerimizin verimli olması buna bağlıdır" diyerek cumhuriyeti bugüne taşıyan güç, ilkelerinin yönünü ileriye, çağdaş uygarlığa ayarlamasında odaklanır. "Geçmişin kurumları baştan sona ulusun başı üstünde yumruk tutan bir dizi zorbalar kadrosundan başka bir şey değildir" diyen Atatürk, geçmişin acı deneylerle dolu sistemine kesin biçimde son verip insanımızın insanca yaşam sürdürebilmesinin koşulunu sağlamak için kurmuştu cumhuriyeti. Dünyada yüzlerce "Cumhuriyet" adı altında baskıcı yönetim çağdaş uygarlık eserlerinin beşiği, toprağı ve bu eserlerin yaşadığı iklim olarak düşünüyordu. Bugün de ölçütümüz budur. Toplumumuzun düşünce ve davranışlarının ivmesi ve yönü, O'nun öngördüğü biçimde, uygarlığın çizgisine ulaşmak ve onu da aşmak yönünde devinmekteyse, işte o zaman cumhuriyet ikliminde yaşıyoruz demektir.
Bugün ne denli kötümser olursak olalım, dünyanın en dinamik ve istikrarlı cumhuriyetlerinden birinde yaşadığımızı asla unutamayız. Onun gücü ve omurgasının sağlamlığının kaynağı, onu var eden ilkelerindedir.
Cumhuriyetimizi yirminci yüzyılın en şiddetli dalgalarına karşı dayanıklı kılan ve bunları başarıyla aşıp biçimi kurulmuş ve yıkılmışken, Türkiye'nin cumhuriyet yapısı, her türden engellemeye karşın, insanlığın en ileri özgürlük değerleri olan laikliğe ve demokrasiye bağlılıkla özdeş bir cumhuriyet olarak yoluna devam etmektedir.
Bunun yanısıra, ne denli iyimser olursak olalım, kuşku yok ki, 80 yıl yaşamış olmak, bu eserin ebediyen yaşamasının güvencesi sayılamaz. Çünkü, itiraf etmeliyiz ki, zaman zaman biz yurttaşlar, bizden yaratıcı zindelik, etkin çalışkanlık ve daima yenilikler isteyen çağdaş zamanı algılamakta zorlanmaktayız.
Ülkemiz bir algı bozukluğu sürecine girmektedir kimi dönemlerde. Kuşkusuz, cumhuriyetimizin, bu ters akıntı niteliğindeki olumsuzlukları da aşacağına ve bu süreçlerden güçlenerek çıkacağına inanıyoruz. Elbet ki inanmak yetmez; cumhuriyet değerlerini toplumda etkin kılmadıkça, inanmanın da bir anlamı olmaz.
Cumhuriyeti etkin biçimde yaşamak, onun çağdaş dünyada onurlu yerini almasını sağlayacak eser yaratmak demektir.Başka deyişle, cumhuriyeti yaşatan, yurttaşların eserleridir. Ülkemiz, uygarlık ailesindeki yerini ancak bu eserlerle edinir. Uygarlık yolundaki yarışta, başarının ölçüsü bu eserlerdir. "Dünya hızlı bir akımla ilerliyor. Biz bu uyumun dışında kalabilir miyiz?" diye canhıraş bir biçimde soran Atatürk'ün uygarlık değerlerine kayıtsız kalanlara uyarısı unutulabilir mi?
"Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar, mahveder" diyordu. Bu sözün gerçekliği o denli açıktır ki, uygarlığa kayıtsız kalan ulusların dramı, birer insanlık dramı olarak dünya sahnesindedir.
Çağdaş uygarlığın kurucu kavramları olan laiklik ve demokrasinin, cumhuriyet değerlerinin ülkemiz ve bizler için hayati önemine rağmen, iktidar gücünü, kendi kişisel ihtirasları yolunda kullananların varlığını kimse görmezden gelemez.
Yirminci yüzyıl, bu tarihsel hataların insanlığa verdiği zararların acısıyla geçmiştir ve bu insanlık için büyük tehlike taşıyan hatalar günümüzde de bütün şiddetiyle devam etmektedir. O nedenledir ki, uygarlık değerlerine sahip çıkmak, insanlığa sahip çıkmak demektir. Çünkü uygarlık, insanlık için gelip geçici değil, gerçek bir var oluştur.
Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın kaleme aldığı bu yazı Ekim 2003 tarihli Bütün Dünya Dergisinde yayımlanmıştır.
Yorum Gönder