Sevgili,
Eugene İonesco’nun özellikle Nazizmden esinlenerek yazdığı “Gergedan” oyununu, kaleme alındığından ve Düsseldorf’ta ilk kez sahnelendiğinden birkaç ay sonra, 1960 yılı yaz başında Devlet Tiyatrosu’nun İstanbul turnesinde izledim.
Aradan çeyrek yüzyıl geçecek, bu kez, İstanbul’da da yerleşik sahne sahibi olan Devlet Tiyatrosu aynı oyunu bir daha sergileyecekti. Ama bu kez ilk oynanışında, genç bir aktör olarak Beranger’yi canlandıran aziz dostum Kerim Afşar, artık yönetmen koltuğunda olacaktı.
Oyun 20. yüzyılın en önemli yapıtlarından biridir. Çünkü, yalnız Nazizme veya fazişmin herhangi bir versiyonuna değil, totalitarizmin her türüne uygun düşer. Ve yapıtlarını Fransız dilinde vermiş, ömrünün çok büyük bölümünü Paris’te geçirmiş olan Romanyalı yazar, ustası olduğu absürdün diliyle anlatır, bu çok abes ve de fevkalade reel insanlık macerasını.
Oyunun konusu kısaca şöyledir: Bir Fransız kasabasında, piyesin kahramanları kahvede otururken, sokaktan, birden bir gergedan geçiverir. Yadırgarlar, sonra onu bir başkası, ertesi gün de diğerleri izlerler. Önceleri ihtimal veremez insanlar, bunun gerçek olmadığını düşünürler.
Ama gerçekte olmaktadır bütün bunlar ve herkesin, önceden yavaşça sonra da “yetmez ama evet” hızıyla gergedanlaştığı bir süreç başlar.
***
İnsanlar alışmaya başlarlar: “Biri buraya gelirken, yanlarından geçmiştir. Üzerlerine varmazsanız size bir şey yapmıyorlardır, zararsızdırlar.”
Süreç gelişir, artık aslolan insan değil, gergedan olmaktır.
“Muhalif!” Botard bile “çağa ayak uydurmak gerek, çoğunluk haklıdır” der ve demokratik biçimde saf değiştirmiştir.
Öyle bir an gelir ki, gergedanlaşmayanın vay haline!
Herkes, ama herkes akıma ayak uydurur, oyunun kahramanı Beranger’nin sevgilisi Daisy bile.
Ve oyun gergedanlaşma sürecinin herkesi kapsadığı, gergedanların her yanı kapladığı bir anda, tek insan olarak kalan Beranger’nin, şu haykırışı ile son bulur:
- İnsanım ben, insan! Tek bile kalsam, direneceğim, vay direnen insanın haline!
Son yıllarda Sevgili, aklıma sık sık absürd tiyatronun büyük ustası İonesco’nun bu ünlü başyapıtı geliyor. Bu yüzden, İstanbul Tiyatro Şenliği bünyesinde cuma akşamı, Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde, “Gergedan”ın yazıldığı dilde sahneleneceğini öğrenince, “Gergedanlaşma sürecini tamamlamakta olan bir diyarda bir daha böyle bir imkân bulabilir miyim, belli mi olur?” diye düşünüp fırsatı değerlendirdim.
***
Burada cuma geceki olağanüstü performansa değinmeden, asıl üzerinde durmak istediğim husus, gergedanlaşmayan Beranger’nin durumu.
Herkesin heyecanla hevesle gergedanlaşıp sürüye katıldığı bir ortamda Beranger, gergedanlaşamadığından mı, yoksa insan kalma azminden mi değişmemektedir?
Herkes gergedanlaşırken insan kalmak çağdışılık değil midir?
Herkesin gergedanlaştığı bir ortamda, insan kalma kahramanlık olsa bile bu kahramanlık sahibine mutsuzluktan başka ne sağlayacaktır?
“Mutsuz bir Sokrat, mutlu şapşallara evladır” görüşü ne denli doğrudur?
Herkes gergedanlaşınca, insanlığı kim değerlendirecektir ki?
Herkes gergedanlaştığına göre, insan kalmak, herkese karşı tek olmak, gerçeğin tek temsilcisi olduğunu düşünmek, kendini Tanrı saymakla eşanlamlı olmuyor mu?
Bir de başka türlü düşünelim:
İnsanlık çağdışılık, gergedanlık çağdaşlık olursa, çağdaşlık mı çağdışılık mı iyidir?
Doğru ve iyi, ne taraftadır, gergedanın yanında mı insanın yanında mı?
Kısacası, Beranger bir kahraman mıdır, yoksa bir biçare mi?
Gerçekten ne yapsak acaba, gergedanlaşsak mı, gergedanlaşmasak mı?
Al sana başka bir “to be, or not to be?” daha.
Yorum Gönder