SEVGİLİ okuyucularım, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda nice yurtsever, aynı zamanda masum insanlarımız yargılanıyor. Ama ne yazık ki, birleştirilen Ergenekon davasına Alpaslan Aslan gibi Danıştay katilini ve bazı karanlık tipleri de kattılar.
Şimdi iş öyle bir duruma getirildi ki, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ ile Alpaslan aynı davanın sanıkları olarak yargılanıyor!
Bu iki davada adalet var mı? Özel yetkili mahkemelerde yargılama hukuka uygun yapılıyor mu? Adil yargılama var mı?
Hiçbir hukukçunun bu sorulara bugüne kadar “Evet” dediğini duymadık.
Kamuoyunda şöyle bir izlenim var:
“Bu mahkemelerin hakim ve savcıları, AKP’nin HSYK’sı tarafından o göreve seçildiler. Dolayısıyla yargılama adaletli yapılmıyor. Sanıklar adeta düşman gibi görülüyor!”
***
Şimdi bir duruşmaya girelim ve mahkeme tutanaklarından orada verilen savunmanın bazı bölümlerini okuyalım. Kürsüde mahkeme başkanı ve üyeler var. Basın duruşmayı izliyor. Söz savunmanın. Tutanaklardan özetleyerek alıyorum:
“Sayın Başkan, sayın üyeler…Bu davada göz önünde tutmamız gereken kurallardan biri de ‘Şüpheden sanık yararlanır’ ilkesidir. Çünkü bir hüküm verebilmek için gerçekten de ortada hiçbir şüphenin olmaması lazım. En ufak bir ihtimalin dahi söz konusu olması durumunda, bir evrensel kural olarak bunun sanık lehine yorumlanması gerekir. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi.”
Bunlar Silivri davalarında her gün duyulan sözler. Savunma devam ediyor:
“İkincisi, maddi gerçeğin araştırılması ilkesi. Bu davada en çok ihlal edilen hükümlerden biri budur. Bir hukuk düzeninde insanları cezaevine sokmak marifet değildir. Doğru olan da bu değildir. Hukukun esas amacı varmak istediği gerçeği ortaya çıkararak adalete ulaşmaktır. O nedenle, eğer mahkeme heyeti önüne bir dava getirilecekse, o olayın bütün yönleriyle araştırılması, lehte ve aleyhte bütün delillerin ortaya konması gerekir. Buna bu davada hiç uyulmadığını biraz sonra arz edeceğim…”
Bunlar da Silivri davalarında sanıklar ve avukatlar tarafından sık sık söyleniyor ama dinleyen yok! Savunma devam ediyor:
“Üçüncüsü, yeterli delil ilkesi. Eğer yeterli delil yoksa dava açılması doğru değildir. Aksi takdirde sonuç ne olursa olsun, (hukuk düzenine ve adalete) daha baştan en büyük zararı veriyorsunuz. Bu davada yeterli delil yok ama buna rağmen dava açılmış. Halbuki işleyen bir hukuk sisteminde önce lehte ve aleyhte deliller toplanır, açılacak davanın ne olacağını o deliller belirler. Önce davayı açıp sonra delil toplamaya kalkışırsak o takdirde hukukun temel ilkelerini ve hukuka olan güveni zayıflatırız. Kurumlar aşınır ve bir evrensel usul kuralı da çiğnenmiş olur.”
Çok güzel!..Savunma çok mantıklı gidiyor, hak, hukuk ve adaletten dem vuruyor…Ve devam ediyor:
“Dördüncüsü, üçüncü kişilerin eylemlerinden sorumlu olmama ilkesidir.”
Bu da çok iyi, fevkalade mantıklı! Örneğin İlker Başbuğ, Danıştay katili ile aynı davada yargılanmamalı. Okumaya devam edelim:
“Beşincisi, kanunsuz suç ve ceza olmaz. Kıyas yoluyla yorumlar getirilemez.”
Örnek vermek gerekirse, Mehmet Haberal ve daha nice asker ve siviller, böyle yorumlarla ve yasalara aykırı biçimde yıllardır içeride tutuluyor ve suçsuz oldukları kanıtlansa bile bu özel yetkili mahkemeler tarafından asla bırakılmıyor. Savunmamız sürüyor:
“Altıncısı, dürüst işlem ilkesi. Ceza mahkemesi işlemlerinin kandırma, yanıltma veya zorlama gibi irade serbestliğini engelleyen veya savunmayı kısıtlayan hususlardan uzak olması lazım…”
Ergenekon ve Balyoz davalarında savunma hakkının nasıl kısıtlandığını, mahkemelerin bazı sanıkları duruşmaya almadığını, bazı avukatlar hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, bazı avukatların tutuklanmasını sağladığını, istenen tanıkların çağrılmasını reddettiğini hepimiz biliyoruz.
Hakim ve savcıların taraf tuttuğu iddia ediliyor ve yargı böyle yıpranıyor.
Savunmanın bu sözleri de tamamen doğru ve haklı!
X X X
Sevgili okuyucularım, bu savunmayı biraz uzattığımı biliyorum ama çok önemli. Nedenini biraz sonra öğrenme fırsatı bulacaksınız! Bu savunmada çok güzel hukuk dersleri var. Öyle şeyler söylüyor ve öyle hukuk dersleri veriyor ki, insan ister istemez “Helal olsun” diyor. Yine dikkatle okuyunuz:
“Hukuk devletinde müddei (iddia eden, savcı) iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Aksi takdirde iddiaları ve delilleri hukuki bir kıymet ifade etmez. Hukuk devletinde vatandaşlar hukuki güvenlik içinde yaşar. İddia makamı hukuka uygun usullerle her iddianın aslını araştırmak, maddi gerçeği ortaya koymak, tarafların leh ve aleyhindeki delilleri toplamak, altını çizerek söylüyorum, iddiasını doğru veya doğrulanmış delillere dayandırmak ve adil yargılamanın yapılmasına katkıda bulunmakla görevli ve yükümlüdür…Oysa bu davada savcılık, lehe olan hususları görmezden gelmiş ve dikkate almamıştır.”
Savunma ne güzel söylüyor. Oysa örneğin Balyoz davasında sanıkların çok ciddi bir söylemi var: “Hakkımızda 1.500’den fazla düzmece, sahte delil ürettiklerini belgeledik ama mahkemeye sözümüzü dinletemiyoruz” diyorlar. Mahkemenin bu konuları araştırmaya niyeti yok. Üstelik mahkeme, dinlenmesi istenen tanıkları da kabul etmiyor. Söz konusu savunmadan son bir örnek daha veriyorum:
“Ayrıca, yorumla tahrif edilen eylem ve beyanlar (iddianamede) delil olarak kullanılmıştır. Böyle bir davada yorum yoluyla hüküm tesis edilemez. (Mahkeme böyle bir karar veremez.) Bu, hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Somut delil lazım, delillerin gerçek olması lazım.”
Evet sevgili okuyucularım, hukuk kavramları açısından son derece düzgün, hak, hukuk ve adaletten, hukuk devletinin ilkelerinden söz eden bu savunmayı sizler için özetlemiş bulunuyorum.
***
Şimdi herhalde içinizden soruyorsunuz:
“Bu savunmayı kim yapmış, hangi avukat nerede yapmış? Ergenekon veya Balyoz davalarından hangisinde olmuş?”
Hemen belirteyim, yaptığınız tahminlerin tamamı yanlıştır…
Çünkü bu savunmayı bugün Meclis Başkanı, o gün Başbakan Yardımcısı olan Cemil Çiçek, partisinin kapatılma davası görüşülürken Anayasa Mahkemesinde yaptı!
(Şimdi sizden istirhamım, yazının başına dönüp o bölümleri bir kez daha bu açıdan okumanızdır.)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan AKP’yi kapatma davası, 3 temmuz 2008 günü Anayasa Mahkemesinde görüşüldü. Şimdi AKP genel merkezi bu savunmayı “Demokrasi Savunması” adı altında kitap yaptı.
Anımsayınız, bu kapatma davasına bakan mahkeme “AKP’nin irtica odağı olduğunu” kabul etti, ancak belli kulisler sonrasında bir oy farkla kapatma değil, para cezası verdi!
Ne güzel!..
21. yüzyıl Türkiye’sinde Anayasa Mahkemesi iktidar partisinin “İrtica odağı” olduğuna karar verecek ama para cezası kesmekle yetinecek!
Cemil Çiçek o davada partisini savunurken ne güzel sözler söylüyor, adaletten, hak ve hukuktan nasıl da dem vuruyor değil mi!
Bugün herhangi bir avukat bu sözleri Balyoz ve Ergenekon davalarında söylese, kim takar!
Zaten söylüyorlar ama umursayan yok!
Cemil Bey aynı zamanda Adalet eski bakanıdır. Bu işleri en iyi bilenlerden biridir.
Şimdi elini vicdanına koysun, o gün Anayasa Mahkemesi önünde partisini savunurken gündeme getirdiği hukuk ilkelerini bir düşünsün.
Sonra da elini vicdanından çekmeden Silivri mahkemelerinde olanları, hak, hukuk ve adaletin nasıl çiğnendiğini, sanıkların savunma hakkının nasıl kısıtlandığını, düzmece belgelerle nasıl suçlandıklarını, birbirinin ismini bile ilk kez duyan kişilerin aynı örgütten nasıl yargılandığını, kendisinin Anayasa Mahkemesi önünde kendi partisi kapatılmasın diye söz ettiği hukuk ilkelerinin Silivri mahkemelerinde uygulanıp uygulanmadığını bir düşünsün.
İşin içinde kendileri olunca “İyi adalet” isteyenler, sevmedikleri kişiler tutuklanıp yargılanırken yapılan tam tersi uygulamalara sessiz kalıyorlar. İğneyi kendilerine batıramayanlar, çuvaldızın başkalarına batmasını keyifle izliyorlar.
Adamına göre muamele, adamına göre yargı, adamına göre hak, hukuk ve adalet !
Emin Çölaşanı/Sözcü-1Haziran 2012 yazısı
Yorum Gönder