Aşağıdaki ifadeler Cengiz Çandar’ın Telgraf Newspaper’a verdiği röportajdan alıntı:
“Kürtler ve PKK birbirinden ayrılamaz, artık çok geç. Devlet yarın sabahtan itibaren Kürtçeyi okullarda serbest bıraksa, hatta aşırıya gidelim Türkçenin yanında resmi dildir dese ve demokratik özerklikten kastettiğinizi anladık, il genel meclislerinizi kurun hatta bayrağınızı da koyun diye eklese, gene bu sorunu çözemezsiniz. Çünkü aradan geçen zaman içinde 40 bin insan öldü diyoruz. Bu 40 bin kişinin 30 bini PKK’lı. Binlerce kişi hapis, binlerce kişi Avrupa’da diaspora yaratmış durumda. Bu kişilerin aileleri var. Bütün kültürel hakları versen bile bu insanlar kabul etmez. Çünkü dağdaki kişi veya hapisteki onun oğlu, abisi. Onlara ne olacak? En sonunda da ‘Benim bir liderim var, Abdullah Öcalan o hapis. Sen bana bunları veriyorsun ancak o ne olacak? Bana verdiğin bu hakları elde etmek için başkaldırdı ve o şimdi hapiste. Bana bu hakları veriyorsun ve benim bu hakları verdiğini anlamam için onu dışarda göreyim’ diyecektir.”
“Muhatabınıza saygılı olmak zorundasınız. Bebek katili diyerek aynı masaya oturamazsınız, saygı göstermek zorundasın. Nefret etsen bile sorunu çözmek istiyorsan saygılı davranmak zorundasın. PKK için de, Abdullah Öcalan için de farklı bir dili yavaş yavaş oturtman lazım ve bunu topluma da benimsetmen gerekiyor. Ve medyanın da dilini değiştirmeye başlaması şart.”
“Biz toprak bütünlüğünü sağladık ancak üstündeki insanları, gelecek kuşaklar olarak kaybetmiş vaziyetteyiz. Toprağı ne yapacağız? Toprak beraber götüreceğimiz bir şey değil, önemli olan onun üstünde yaşayan insanlar.”
“PKK silahları teslim etsin olmaz. PKK elinde silahları olduğundan siyasi anlamda da güçlü. Ben PKK olsam ben de silahlarımı teslim etmem. Ben vazgeçtim alın silahları demek teslim olmaktır.”
***
Bu ifadeler dün bir çok internet sitesinde “şok açıklama” başlığıyla yayıldı kamuoyuna.
Neyin “şok”u Allah aşkına!
12 Mart’tan sonra hapis yatmayı göze alamayarak “emperyalizme karşı gerilla mücadelesi” maskesiyle Filistin’e kaçan, Şahin Alpay’la birlikte sınırı geçer geçmez Suriye toprağını öpen bu Cengiz Çandar değil mi?
Faik Bulut’un anlatımıyla “yoldaşları” kamplarda eğitim görürken, Şam’da masraflarının kim tarafından ve neden karşılandığı şaibeli olan lüks bir apartman dairesinde yaşayan bu Cengiz Çandar değil mi?
Kendi arkadaşlarına karşı “gizlice silahlanan” bu Cengiz Çandar değil mi?
Arkadaşları 20 Şubat 1973 günü Nahr El Bared kampında İsrail bombalarının hedefi olarak can verirken, “tesadüfen” kurtuluveren ve Avrupa’nın şefkatle kollarını açtığı “şanslı kişi” bu Cengiz Çandar değil mi?
1987’de Turgut Özal’la gittiği Şam’da da yanında bulunan MİT görevlisi Hiram Abas tarafından “teşkilattandır” diye takdim edilen bu Cengiz Çandar değil mi?
Meslektaşlarının maaş alamadığı yıllarda Güneş Gazetesi’ni “Çandarland”a çeviren bu Cengiz Çandar değil mi?
Bir başka MİT’çi Sönmez Köksal’ın da bulunduğu akşam yemeğinde bir CIA ajanı ile hangi konuda kafa kafaya verdiğini hâlâ açıklayamayan bu Cengiz Çandar değil mi?
1968’de “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi” derken 1998’de “Amerika’yı anti-Amerikan duyguların zerresi kalmayacak ölçüde yakından tanıdığını ve kavradığını” ileri süren bu Cengiz Çandar değil mi?
1984 yılında yayımlanan Ortadoğu Üzerine Aykırı Düşünceler adlı kitabında ABD’yi tehdit olarak gören, Körfez Savaşı yıllarında ise Türkiye’nin ABD’ye karşı çıkma ihtimaline “Şaka ediyor olmalısınız...” diye alaycı bir yanıtla karşılık vererek “Jeopolitik alternatif arayışında Rusya ve İran’a yönelmeyi düşünen Türkiye için Allah akıl-fikir versin” diyen bu Cengiz Çandar değil mi?
Aynı yıllarda “Batı normlarını yansıttığı” gerekçesiyle “aydın” kelimesine dahi karşı çıkan velakin 2000’lerin başında AB temsilcisi Karen Fogg’la “makbuz karşılığı iş tutan” bu Cengiz Çandar değil mi; hem de “Batı normlarında düşünmeyi öğretmek için!”
***
Cengiz Çandar, gözünü sevdiğimin konjonktürünün bu kadar yalpalattığı biridir, dolayısıyla ne yazsa, ne söylese yeridir...
Nihayetinde bu onun görevidir.
Velakin...
Bu zata ve türevlerine medyada böyle “sarsılmaz” temeller attıran “güç” mutlaka irdelenmelidir.
Mesela Aydın Doğan Bey, bu ülkenin kaynaklarıyla ihya olmuş bir işadamı olarak içinden çıktığı millete artık şunu izah etmelidir:
Alenen “PKK ulaklığı” yapan bu kişileri istihdamdaki ısrarınızın sebebi nedir?
Öyle ya 21 Aralık 1993’te size ait bir gazete Milliyet, Cengiz Çandar için “Gazeteci mi, komplocu ajan mı?” başlığını attığı halde!
Selcan Taşçı/YENİÇAĞ
Yorum Gönder