İnsan yaşadıkça neler neler görüyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Londra ziyareti sırasında uçakta gazetecilerle söyleşisinde Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB dönem başkanlığından söz ederken “zavallı birliğin, yarım başkanı” deyimini kullanmış.
Daha doğrusu haberi veren, Milliyet konuşmayı böyle yansıtmış. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Gül’ün telaffuz ettiği sözcük “miserable”, bu da zavallı olarak da çevrilebilir, sefil olarak da…
Haberi okurken düşündüm.
Çok değil, yalnızca yedi yıl önce, bu tarihlerde, Türk Dışişleri Bakanlığı harıl harıl Tayyip Erdoğan’ın AB’den üyelik müzakere sürecini başlatacak tarihi alacağı Brüksel gezisini hazırlamaktaydı.
Gerçi AB daha 2004 Ekimi’nde, Türkiye’ye tam üyelik yolunu açmayacağını belli eden bir metin göndermişti ve bu durumda Ankara’nın “Pekâlâ öyle ise talebimizi geri çekiyoruz” demesinin daha doğru olacağı anlaşılmıştı.
Ama hesap başkaydı.
Tayyip Bey’in Türkiye’deki dengeleri dönüştürürken AB manivelasını kullanmak üzere, Türkiye’yi Avrupa’ya sokan lider görüntüsüne ihtiyacı vardı ve her şey ona göre sahnelenmekteydi.
18 Aralık 2004’te ise Ankara ahalisi havai fişeklerle AB yolunun açılışını kutluyordu.
***
Havai fişek gösterileri Sayın Gül’ün deyimiyle “miserable” denecek türdendi.
Çünkü Türkiye’ye Avrupa yolu falan açılmamış, tam tersine Ankara’ya, üyeliğin mümkün olamayacağı, az arif olanın bile anlayacağı açıklıkla anlatmıştı.
Aradan hemen hemen yedi yıl geçmiş. Türkiye’ye görünür bir gelecekte AB yolunun kapalı olduğu artık herkes tarafından açıklıkla anlaşılmış bulunuyor.
Bu ortamda Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözlerini nasıl yorumlayacağız?
‘Kedinin uzanamadığı ciğere murdar demesi’ benzetmesi de yakışıksız olur.
Aslında umutların solmanın da ötesinde tümden suya düştüğü bu yedi yıl içinde AB eski konumundan ve görüntüsünden çok uzaklaşmıştır.
Türkiye’nin AB rüyasının solmasının nedeni yalnızca, Avrupa’da başını Merkel ile Sarkozy’nin çektiği “Hayır” cephesinin bıktırıcı tutumu değil, aynı zamanda da Avrupa’nın artık eskisi kadar cazip olmamasıdır da.
Aslına bakılacak olursa, 2004’te de AB artık yeni üyeleri cömertçe besleyen bir kuruluş olmaktan çıkmış, yeni üyelere aktarılan kaynakları oldukça sınırlanmış bir haldeydi.
Daha o günlerde de eski kıtanın artık geleceğin çekim merkezlerinden biri olmayıp, cazibe alanlarının hızla Pasifik kıyılarıyla Asya’ya kaymakta olduğu biliniyordu.
Görebilenler, kıtanın köhnemekte olduğunun farkındaydı.
***
Ama görüntü henüz düzgündü. Oysa 2011 Avrupa’nın sırlarının dökülmeye başladığı yıl oldu. Yunanistan, ardından ona rahmet okutacak İtalya krizi ve onu izleyen İspanya, Avro’nun ve Avrupa’nın geleceğinin bir kez daha sorgulanmasına yol açtı.
Artık AB’nin para birimi ve geleceği ciddi bir soru işareti olarak durmaktadır.
Bu durumda Avrupa artık zavallı olarak nitelenecek konuma düşmüştür denebilir mi?
Sanmıyorum.
Ama Avrupa’nın geleceğin yıldızlarından biri olmayacağını belirtmek gerek.
Bu durumda Avrupa artık Türkiye için hayır denmesi gereken bir seçenek midir?
Sanıyorum, böyle bir iddia biraz aşırı olacaktır.
Ama abartmadan söyleyebiliriz ki iki yüzyıl boyunca Türkiye için tek seçenek olarak görülmekte olan Avrupa işte artık o niteliğini yitirmiştir.
Evet, Avrupa artık ne Türkiye ne de başka ülkeler için “tek mümkün”dür.
Bir zamanlar modernleşmenin tek mümkün modeli olarak görülmüş ama artık yalnızca bir müze, gezilip görülmesi gereken bir yaşlılar diyarı olacaktır yarının Avrupası ve geleceğimizde değil, gönlümüzde yer bulacaktır.
İnsan yaşadıkça neler görüyor, değil mi?
Ali Sirmen/Cumhuriyet
Yorum Gönder