- 1 Mart 2003’te Türkiye (ve Ankara) ikiye ayrılmıştı; Irak’a ABD ve İngiltere ile birlikte girelim mi girmeyelim mi sorusunun yanıtı ortada kaldı ve kıl payı ile “Türkiye katılmasın” sonucu TBMM’den çıktı.
Oysa TSK bile yeşile yakın, sarımtırak bir tutum sergilemişti. Yine de Türkiye’nin “sivil kesiminin” dediği oldu.
Ankara’nın (ve Türkiye’nin) bu oyunbozanlığı “çuval meselesi”nden Kuzey Irak’taki gelişmelere kadar A’dan Z’ye ödetilmeye başlandı.
- Ankara hükümeti 1 Mart tezkeresinin reddine karşın, “katılım modelini değiştirerek elinden geleni yaptı” ve ABD ile ilişkileri düzeltmeye koyuldu.
- Askeri ile katılmasa bile iktisadi, siyasi ve kültürel olanakları ve açılımları ile “ABD ve AB’nin Ortadoğu politikasına tam destek vermeye başladı”.
- İşin kültürel, iktisadi ve siyasi boyutlarında Erdoğan hükümeti hamle üzerine hamle yaptı; S. Arabistan’dan Mısır’a; Suriye’den Libya’ya ve Irak’a kadar çok hızlı gelişmeler sağlandı.
Türk firmaları faaliyetlerini genişlettiler; ticaret, inşaat ve turizm alanlarında Arap ülkelerinin payı hızla arttı, Arap sermayesi akın akın Türkiye’ye gelmeye başladı. Özellikle S.Arabistan, Körfez ülkeleri, Suriye, Mısır, Tunus ve Kuzey Irak ile ilişkiler her alanda patladı. Her yıl 45.000 Türk TIR kamyonu, Suriye üzerinden Arap ülkelerine mal taşımaya başladı.
- Türk televizyon dizileri Arap dünyasında öne çıktı, Ortadoğu ile “doğal bir entegrasyon” görüldü. İkili anlaşmalar yanında gönüllü faaliyetler de yaygınlaştı, her iki taraf da memnundu.
Yumuşak güç ve İslami boyut
İktisadi, kültürel ve diplomatik araçlar ile Ankara, “militarist olmayan, pozitif bölgesel işbirliği olanak”larını devreye sokuyordu. Yumuşak güç öğeleri ile sağlanan bu gelişmelerin öbür yüzünde, işin İslami boyutu vardı.
Ancak İslami boyuttaki derinleşmeler bütün Arap ülkelerini kapsamıyordu. Örneğin S.Arabistan ve Suriye ile ilişkilerde bu boyut siyahla beyaz gibi ayrılık gösterdi.
Buna rağmen işin “ılımlı İslam boyutu” Türkiye’nin Arap dünyası ile olan 2003-2010 dönemi içinde egemen oldu. İlişkilerde, “yumuşak güç ve ılımlı İslam boyutları” uygun bir örtüşme gösterdiler.
Türk şirketleri, malları, dizi filmleri Arap dünyasına birlikte giriyorlar ve “Türkiye’nin Arap dünyasındaki imajını olumlu etkiliyorlardı”. Türkiye ekonomisi, kültürü ve İslami yapısı ile bu ülkelerde etkisini arttırıyordu.
Arap Baharı ve militarist güç
Arap Baharı Ankara’nın Ortadoğu politikasında bir dönüm noktası oldu. Yumuşak güç politikasından yavaş yavaş militarist güç politikasına dönülmeye başlandı.
Libya’da deniz ve hava kuvvetlerimiz devreye sokuldu, iç savaşta Kaddafi karşıtı cepheye para yardımı yapıldı. Suriye meselesinde Ankara, en ön safta yer alarak yönetime karşı savaş açtı.
Ankara, Washington, Brüksel hattı
Ankara sivil ve yumuşak gücü yerine sert ve askeri gücünü öne çıkarırken ABD ve AB’nin Ortadoğu politikalarının bir parçası olmaya başladı.
S.Arabistan, Katar, Irak, Suriye, Mısır ve Libya ilişkilerinde ABD ve AB ile bütünleşti. İran konusunda da çizgi değiştirmeye başladı ve Batı’ya iyice yakınlaştı.
İşin siyasi boyutunda Rusya ve Çin’in Arap Baharı konusundaki rezervlerini biliyoruz. Bundan önceki makalemde “yeni küresel kutuplaşmaya” dikkat çekmiştim. Ankara Ortadoğu politikasında “yumuşak güçten militarist çizgiye kayarken” yeni kutuplaşma içindeki yerini de net bir biçimde belirlemeye başladı.
Avrasya ve İran ile ilişkileri yeni durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu olumsuzluğun, Türkiye-Ortadoğu ilişkilerine yansıması sürpriz sayılmamalıdır. Türkiye’nin, Suriye’ye askeri müdahalenin içinde yer alması hem Avrasya hem de Ortadoğu ilişkilerini her boyutu ile sarsacaktır. Rusya üç zırhlı gemisini, Suriye’yi desteklemek için gönderdi bile.
1990 sonrası hızlanan küreselleşme, yeniden hızlı bir kutuplaşmanın içine mi sürükleniyor? Göstergeler şimdilik bu yönde.
Erol Manisalı/Cumhuriyet
Yorum Gönder