Bir ülkenin en büyük zenginliği, adalet sisteminin doğru-çabuk- adil çalışması, yargının bağımsız ve tarafsız olmasıdır. İnsan olan için, kişi hak ve özgürlüklerinin farkında olan özgür ve bağımsız vatandaşlar için bundan önemli bir şey yoktur, olamaz.
İran gibi bir ülkede yaşadığınızı düşünün. Bir Molla’nın iki dudağı arasındadır tüm hayatınız. Molla isterse tüm servetinize el koyabilir. Sizin, eşinizin, çocuklarınızın özgürlüğünüzü elinizden alabilir ve derdinizi kimseye anlatamazsınız.
AKP İktidarı ve özellikle “Ali Dibo” kavramını yıllar sonra Türk Siyaset Literatürüne Milletvekili iken tekrar sokan Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in uygulamaları sayesinde, Türk Adaleti büyük yaralar aldı. Haksız yere yapılan tutuklamalar, Polisin insanlara tuzak kurması, dijital tuzaklarla insanların özgürlüklerinin ellerinden alınması, yasal olmayan telefon dinlemeleri AKP ve “Kara Sado” döneminin normal uygulamaları haline geldi. Adalet Bakanı isterse “tek ayak üstünde kırk yemin etsin” Avrupa’yı ve özellikle Alman Yargısını, “Türk Adaletinin doğru-çabuk-adil-bağımsız” çalıştığına inandıramaz.
Bugün değinmek istediğim konu, insanların haksız yere tutuklanmaları- tutuklamaların cezaya dönüşmesi değildir. Elbette ki bu konular da gündemde tutulacak ve günü geldiğinde en ince detayına kadar incelenecektir.
Bugünkü konumuz insanlara tuzak kuran, sahte deliller yaratan, delilleri çarpıtan devlet görevlileri hakkındadır…
*Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin cep telefonuna, kendisi tutuklu ve telefonu Polise teslim edilmiş iken, teröristlerin telefon numaraları yüklenmişti.
*Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı ve oğlu tutuklamalar ve delil toplanması esasında ciddi tarih yanlışlıkları olduğu, iddia edilen tarihlerde o kurumların henüz kurulmadığını kitap yazarak ispatladılar.
*Cezaevinde şüpheli bir ölümle vefat eden MİT mensubu Kâşif Kozinoğlu ile ilgili suçlamalara bizzat Milli İstihbarat Teşkilatı cevap verdi ve iddiaların tamamını yalanladı.
*Balyoz Harekât Planı davasıyla ilgili, onlarca bilirkişi ve Üniversitelerimizden verilen raporlarda, delillerle oynandığı, dijital delillerin düzenlendiği veya çarpıtıldığı hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak şekilde ortaya konuluyor…
Cevaplanması gereken sorular şunlardır;*Bu sahteciliği yapanlarla ilgili, niçin idari ve adli soruşturma açılmaz?
*Bu sahtekârlıklar, bu tuzaklar ilgili mahkemeler tarafından dikkate alınmaz mı? Savcılar ve Hâkimler kendilerinin de aldatıldığını görmezler mi?
*Devlet kurumlarınca, Üniversiteler ve uzman kuruluşlar tarafından verilen bu raporlara karşı her hangi bir cevap verilmemektedir. Verilen tek cevap bu işlerin “Sehven-yanlışlıkla” olduğudur.
*Bu sahte delilleri düzenleyenler, dijital tuzaklar kuranlar büyük olasılıkla devletin görevlileridir.
Bir ihtimal de, bu işleri yapanlar yabancı uzmanlardır, fakat onlara bu siparişleri verenler, bu işleri yaptıranlar mutlaka devlet görevlisidirler. Bu çılgınlığa bilerek izin veren veya göz yuman üst düzey devlet görevlileri, Genel Müdürler ilerde bu işin hesabının onlardan sorulacağını düşünemiyorlar mı?
Olayları biraz daha belirgin hale getirmek için, hayal dünyamızı çalıştırıp olabilecekleri beraberce düşünelim;
Siz, yani bu yazıyı okuyan kişi varsayalım ki, Emniyet Genel Müdürüsünüz. Siyasi otoritenin baskısıyla, Emniyet’in en hassas biriminin bir cemaatin emrine verilmesine göz yumdunuz. Cemaatin elemanları da “kendileri gibi düşünmeyenleri” hapse attırmak için devletin gücünü cemaatlerinin çıkarı için kullandılar. Sonra siyasi irade sizi korumaya almak için milletvekili yaptı.
Şimdi siz ve sizden sonra bu uygulamayı devam ettiren Genel Müdüre, size suç işleten Siyasetçilerin ömür boyu sahip çıkacaklarını mı zannedersiniz?
Eğer öyle düşünürseniz, siz büyük yanılgı içindesiniz demektir. O gün geldiğinde size suç işletenlerden bir tanesini bile yanınızda bulamayacaksınız..
Diyelim ki, herkesi aldattınız, kandırdınız, zaman da size yardım etti. Peki siz Allah’ı da aldatacağınızı mı sanıyorsunuz? Siz kul hakkı yemekten, insanlara işkence yapmaktan korkmaz mısınız?
Siz Allah’tan da korkmaz mısınız?..
Yazıyı, bir okurumun gönderdiği fıkra ile bitirelim. Korkaklara ibret olsun;
“ Temel bir gün yanına torununu almış ve askerlik anılarını anlatmaya başlamış;
Ben askerlik yaparken savaş çıktı ve bizi savaşa gönderdiler. Nasıl savaşıyoruz, nasıl savaşıyoruz, aslanlar gibi. Düşmanları bir bir öldürüyoruz. Derken bir gün pusuya düştük ve bizi esir aldılar.
Günler sonra düşman ordularının komutanı geldi;
-İki seçeneğiniz var. Ya hepinizi öldürürüz, ya da tecavüz ederiz, dedi…
Temel’in torununun gözleri parlamış; Ee sonra.
Temel lafı ağzından kaçırdığına bin pişman;
-Sonra hepimizi öldürdüler…
Sağlık ve başarı dileklerimle
Rifat Serdaroğlu
Yorum Gönder