YÜZSÜZLÜĞÜN kol gezdiği bir ortamda yüzleşme sözünün böylesine yaygınlaşması hayret vericidir. Geçmişte yaşanmış olaylar dolayısıyla birileri birileriyle yüzleşip birileri birilerinden özür dilemeliymiş. Tek ve doğru yüzleşmenin, aynada kendine bakarak yüzleşmek olduğu unutularak.
Peki, geçmişe ilişkin bir yüzleşme nasıl olacak?
Olan olmuş ölen ölmüş, yapan gitmiş. Üstelik, olanın nasıl ve niçin olduğunu tam bilinmeden… 1915’te olup bitenlerden ötürü soykırımla suçlanırken böyle demiyor muyduk? O zaman, hiç değilse iki ayrı toplumun ya da ulusun geçmişi söz konusuydu, ama şimdi aynı vatanın ve aynı ulusun insanları söz konusu.
Peki, yararı ne?
Kimlerin kimlerden özür dilemesi gerektiğine karar vermeye mi yarayacak bu yüzleşme?
Şu birkaç haftanın yarattığı görüntü bile öyle yollara sapmanın neye yaradığını göstermeye yetti: Konunun gündeme getirilmesi baştan aşağı anlamsız, saçma ve sonuçsuz bir tartışmayı, kavgayı ve zaman kaybını yaratmaktan başka bir işe yaramamış, hatta tam tersine gereksiz kırılmalara ve kızgınlıklara yol açmıştır. Sanki bu ülkede yeterince saçmalık, sonuçsuz tartışma, zaman kaybı, kırma, kırılma, kızma yokmuş gibi.
Herhalde, bir ceza davasındaymışız gibi, suç ve ceza zamanaşımından söz etmeyeceğiz. Böyle durumlarda hakeme, falanca ulusal ya da uluslararası bir kurumun kararını istemeye gitmenin de anlamı ve yararı yoktur.
Benzer başka birçok konuda olduğu gibi bunda da tek çare; böyle yazı-tura atmak gibi bir tek kesin sonuç beklemek yerine, konuyu doğru, dürüst, nesnel ve titiz, bilimsel ölçütlere uygun tarihçiliğe havale etmektir.
Uluorta konuşmayı bırakıp susarak ve geleceğe bakarak.
Zaten bu yapıldığı zaman, yine birçok konuda olduğu gibi, tek bir kişinin, toplumun, zümrenin, inancın yüzde yüz suçlanamayacağı ve Balzac’ın “İnsanlık Komedisi” dediği ortak oyunda kimsenin kimseden özür dilemek durumunda olmadığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Mümtaz Soysal/Cumhuriyet
Yorum Gönder