Aşağıdaki satırlar, Sevgili Deniz Kavukçuoğlu’nun geçen mayıs ayında yayımlanan “Tüm Zamanların En
Mükemmel Buluşu” başlıklı yazısından:
“Merhaba, sizi yepyeni bir cihazla tanıştıracağız. Biyooptik bilgi merkezi olarak tasarlanan bu ürünün marka adı: Kitap.
Kitap teknolojide devrimci bir çağ başlatan, yeni bir buluş. Kablo yok, elektrik devresi yok, pil yok, hiçbir bağlantı yok. Küçük ve taşınması kolay olan kitap her yerde, her zaman kullanılabilir, şarj edilmesi, fişe takılması gerekmez.
Kitap asla çökmez. Kitap yeniden başlatma ihtiyacı duymaz. Muhteşem özelliklerinin keyfini çıkarmak için kapağını açmanız yeterli. Bu kadar basit çalışır.
Kitap sıralı sayfa numaralarıyla üretilir ve her biri binlerce bitlik bilgiyi içinde barındırabilir. Her sayfa optik olarak taranır ve bilgileri doğrudan beyne kaydeder. Tek bir parmak dokunuşuyla sonraki sayfaya geçebilirsiniz...
Dünyayı anlamanın yöntemini değiştirecek yeni çağa hoş geldiniz!”
***
Kavukçuoğlu’nun İspanya’da hazırlanan bir videodan aktardığını söylediği bu satırlar, çağın bütün teknolojik ilerlemelerine inat, kitabın modasının geçmeyeceğini vurguluyor.
Ben de bu düşüncede olanlardanım. Nasıl onlarca değişik çeşidinin üretilmesine karşın ekmeğin modası geçmiyorsa, nasıl binlerce yıl önce üretimine başlanan zeytinyağının yerini başka bir şey tutmuyorsa, kitap da beynin başlıca gıdası olarak kalacak.
Bu yıl 30.’su düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı’nın ortaya koyduğu gerçeklerden biri de bu.
Ülkemizde böylesi organizasyonları kalıcı hale getirmek, hele hele adım adım büyütmek hiç de kolay değildir. Her şeyden önce geleneğimizde böyle bir geleneksellik yok. “Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir” sözü, yaşanan pek çok şeyden sonra üretilmiş olsa gerek. Bir işe çok hızlı başlamak, çıtayı hemen çok yükseklere koymak, birkaç yılda 5-10 yıllık ilerleme beklemek, olmayınca da “Zaten bizden adam olmaz” demek, geleneklerimizden!
İstanbul Kitap Fuarı’nda bunun tersi yaşandı. 1982’de, bir otelin alt katında 28 yayınevinin katılımıyla başlayan fuar, 30. yılında 600 yayınevinin katıldığı uluslararası bir nitelik kazandı. Adım adım Anadolu’ya yayıldı. İzmir, Bursa, Adana halkaları eklendi.
Bütün emeği geçenlere bir kez daha ellerinize sağlık diyoruz.
***
1996 yılından bu yana her yıl yazar olarak katılımcısı olduğum İstanbul Kitap Fuarı’nı üç yıldır demir parmaklıkların arkasından izliyorum, ama kitaplarımla katılmayı sürdürüyorum. Gazeteci dostlarım, gazetemiz yazarları benim adıma kitaplarımı imzalıyorlar.
Bu yıl bu geleneğe siyasal kimliğim de eklendi. 20 Kasım Pazar günü, “Balbay gelemiyor, biz varız! CHP’li milletvekili arkadaşları Mustafa Balbay’ın kitaplarını imzalıyor” etkinliği gerçekleştirildi.
Gürsel Tekin, Muharrem İnce, Oktay Ekşi, İlhan Cihaner, Alaattin Yüksel, Süleyman Çelebi, Hülya Güven, Mahmut Tanal, Sedef Küçük, Mevlüt Aslanoğlu, Ensar Öğüt, Ramis Topal bir kitap da benim için imzalayıp duruşma salonuna sürekli gelen dostlarım aracılığıyla göndermişler. O kitabı bir anı olarak özgürlük günlerine saklayacağım.
Duruşma dostlarım, yoğun katılımlı etkinlik sırasındaki genel havayı, karşılıklı diyalogları da aktardılar. Cumhuriyet Kitapları’nın böyle bir buluşma zemini olması beni ayrıca sevindirdi.
Fuar’ın bu yılki teması şuydu:
“Umut: Düş mü? Gerçek mi?”
Umut, her yerde yetişen bir çiçek.
Umut, enerjisini düşlerden alan bir gerçek.
Kitap, umudun, geleceğin habercisi.
Noktayı, Fuar’ın bu yılki onur yazarı Ferit Edgü’nün, Celâl Üster’in derlediği “Sözün Özü”nde yer alan bir sözü ile koyalım:
“Kelebeğin ömrü, seninkinden kısa değildir.”
Mustafa Balbay/Cumhuriyet
Yorum Gönder