Tırmanma ve Nefret Söylemi - Emre Kongar

Tarihle yüzleşmek modası, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle başlayan Küresel dönemde ortaya çıktı:
Amerikalı siyaset bilimci Prof. Samuel P. Huntington’un önce Uygarlıklar Çatışması ve Dünya Siyasal Düzeninin Yeniden Biçimlendirilmesi, (The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order, 1996) sonra da Biz Kimiz, Amerika’nın Ulusal Kimlik Sorunları, (Who Are We? The Challenges to America’s National Identity, 2004) adlı kitaplarını yayımlamasıyla başladı.
Huntington bu kitaplarında, insanların kimliklerini esas olarak sınıfsal konumlarının değil, etnik, milli, dinsel ve mezhepsel köklerinin belirlediği tezi üzerine, öngördüğü gelişmeleri ve sorunları aktarıyordu.
Huntington’un bu görüşleri, son derece faşist bir yaklaşımla “Batı uygarlığının tek ve biricik olduğu ve başka din, mezhep, ırk ve milliyetlerden gelen toplumların bu uygarlığa benzeyemeyecekleri ve ona erişemeyecekleri” gibi bir anlayışı yansıtıyordu…
Esas olarak Sovyetler çöktükten sonra, rakibini yok eden Batı uygarlığının (elbette Amerika’nın) rehavete kapılmasını ve gerilemesini önlemek için yeni tehditler üzerinde duruyordu:
Sovyetler’den sonra tehdit İslam Âlemi’nden gelecekti.
Bu da başarıyla bertaraf edilirse, sırada Sind uygarlığı yani Çin vardı…
Özetle, Batı her an uyanık olmak, kendini geliştirmek ve rakipleriyle başa çıkacak mücadeleci bir kapasiteyi korumak zorundaydı; yoksa çöküş kaçınılmazdı!
Huntington, kitabının önemli bir bölümünü, Türkiye’nin “Kimlik olarak İslamla Batı arasındaki bölünmüş niteliğini” ve Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet modeli ile Türkiye’yi çağdaşlaştırma projesinin başarısızlığını” kanıtlamaya ayırmıştı:
Çünkü İslam kültüründen gelen bir din-tarım toplumunun Batı uygarlığı ile bütünleşebilecek bir çağdaşlaşma süreci çerçevesinde dönüştürülmüş olması, tezlerinin ve kuramlarının çöpe gitmesi demekti…
Bir başka deyişle, Atatürk Devrimleri yoluyla Osmanlı İmparatorluğu’nun dinsel-feodal yapısının, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş toplum yapısına dönüştürülmüş olması Huntington’un faşizan tezlerini ve kuramını geçersiz kılıyordu!
***
Ne yazık ki ABD tarafından komünizmle mücadele için kurulan, El Kaide gibi askeri nitelikli İslam örgütlerinin, Sovyetler çöktükten sonra hedefsiz kalması ve kendini yaratan Amerika’ya karşı harekete geçmesi, buna ilaveten yine Sovyetler dağıldıktan sonra Balkanlar’da ve Kafkaslar’da yaşanan kanlı etnik temizlik hareketleri, Huntington’un tezlerinin geçerlilik kanıtları olarak kabul edildi!
Ama bu olaylar Huntington’un tezlerine dayalı olmaktan çok, her ulusal devleti istikrarsızlaştıran din-mezhep ve ırk-milliyet temelindeki ayrılıkların açığa çıkmasından ve egemenlerce körüklenmesinden başka bir şey değildi.
***
Türkiye Osmanlı’dan beri Müslüman-Gayri Müslim, Alevi-Sünni, Türk-Kürt eksenlerindeki ayrışmalara zaten yabancı olmayan bir ülke.
Son zamanlarda bunlara bir de Müslüman-Laik ekseni eklenmek istendi ama bu girişim pek başarılı olamadı, çünkü Müslümanların büyük bir kısmı laik, laiklerin de büyük bir bölümü Müslümandı.
***
Türkiye’nin kimlikler üzerinden tarihiyle yüzleşmesi esas olarak kötü bir şey değildir…
Hem yanlış hem de bütün kesimler için zararlı sonuçlar verecek olan tavır, “tarihimizle yüzleşirken” bunu bir “nefret söylemi” ile yapmaktır.
Dersim tartışması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından, hem CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kökenleri açısından, hem de kendisinin yargılandığı ve hüküm giydiği davanın yargıçlarına yaptığı göndermelerle, bir “nefret söylemine” dönüşme eğilimi göstermektedir…
Toplumsal barışımızı tehlikeye atan bu “nefret söyleminden” özenle kaçınmak gerekir!

Emre Kongar/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget