Ne parti, ne adalet arayan hukuk kurumları ve -bir iki köşe yazarı dışında- ne de medya anımsadı.
Mustafa Balbay; mapusluğunun dörtte birini geçirdiği hücrede zorunlu ikametinin 1000. gününü “kutluyor” bugün.
Yüz karası bir gün! Yargı da siyaset de utansın!
Bugün; siyasetin, sözde bağımsız yargının cezaya dönüşen tutukluluğa çare üretemediklerini kanıtlayan bir gün!..
Siyaset derken yalnız uluslararası hukuk kurallarını dışlayan hükümet değil, milletvekillerine Silivri’deki haksız, hukuksuz, insafsız uygulamayı sona erdirme becerisini gösteremeyen ana muhalefet de sorumlu!
CHP ant içme boykotunu sonlandırmaya somut bir gerekçe aradı.
AKP ile bir araya geldi. Sözüm ona tutuklu milletvekillerinin tahliyelerini sağlayacak yasal veya hukuksal bir yöntemde anlaştıklarını içeren uzlaşmayı imzaladı. Üzerinden altı ay geçti.
Bu süre içinde CHP, AKP’nin sözünde durmadığını arada sırada mırıldanmaktan öteye sorunu çözmek için iktidar partisini zorlayan, etkili girişimlerde bulunamadı.
CHP’nin büyük umutlar bağladığı ortak metnin beş paralık değeri olmadığı anlaşıldı.
Silivri Mahkemesi tutuklu milletvekillerini tahliye etmiyor.
CHP de AKP de -kamuoyundan gizlenen- tahliyeleri engelleyen nedenleri açıklamıyor.
Bu koşullarda; yargının işlemediği, siyasetin acz içinde olduğu bu ülkede…
…acı bir gerçek ama… Silivri’de yine mevsimler dönecek, yine takvimlerden yapraklar düşecek!
***
Bugünlere tutuklu milletvekillerinin tahliyelerini engelleyen koşullar nedir, diye sorup geldik. Yarım ağızla yarım yamalak açıklamalarla, şayet tutukluluk süresini aşağıya çekecek olursak her türden ceza almamış suçlular da dışarı çıkacak, diyorlar.
TCY’de olası değişiklik istenmeyen sonuçlar veriyorsa başka yöntemler aramak gerekiyor.
Örneğin, anayasanın milletvekilleri ile ilgili maddesine bir keze özgü bir ek yaparak sağlayıver tahliyeleri… RTE’nin Adalet Bakanı, sanki elini tutan varmış gibi anayasa değişikliğinde gereken adımı muhalefetin atmasını öneriyor.
Hoş, sorunun sahibi CHP de; hayır, anayasa değişikliğine yanlı değil. Mevcut madde yeterli diye anayasa yoluyla tahliyelere taraf olmadığını Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan açıkladı.
Bütün bunlar şeffaflığa özenen, ama gereklerini yerine getirmeyen, sorunların asıl gerekçeleri halktan gizlenerek, iktidarla muhalefet arasında adeta gizlenen bir uzlaşma varmış gibi izlenim doğmasına neden olan bir süreç bu ülkede yaşanıyor.
***
Bu ülkede şeffaflık dama atılıyor. Daha neler saklanmıyor ki halktan?
Örneğin; bir gün olsun konuşmaktan, muhalefete aşırı ölçüde yüklenmekten kendini alıkoyamayan bu ülkenin başbakanı, üç gün ortalıkta görünmüyor.
Başkentte RTE’nin sağlığı üzerinde çeşitli söylentilerin dolaştığı dördüncü gün; Başbakanlık’tan pat diye Başbakan’ın “laparoskopik yöntemle başarılı sindirim sistemi ameliyatı” geçirdiği açıklanıyor.
Göbekten kalın barsaklara iniliyor ama ne arandığı veya ne gibi bir rahatsızlığın ortadan kaldırıldığı açıklanmıyor, şu sıra gerçek nedir, halktan gizleniyor.
Yaşanan benzeri bir başka olay gibi… Makam aracında kendinden geçen, hastaneye acele götürülüp tedavi edilen RTE’nin asıl rahatsızlığı nedir, o gün bugündür saklanıyor. O sıra yaygın söylentilere göre, RTE’nin sorunu, şeker koması mı, sara nöbeti mi hâlâ bilinmiyor.
Şimdi de -ilk açıklamalarda- Başbakan’ın ciddi, ama geçirdiği başarılı bir ameliyatın nedenleri gizleniyor. Soru: Önemli ve ciddi değilse, Başbakan’ın sindirim sistemine (kalınbağırsaklarına) bir müdahale neden gerekiyor?
Kamuoyu açık seçik ifadelerle bilgilendirilmedikçe; başkentte dolaşan kalınbağırsak kanseri söylentileri giderek ağırlık kazanacak.
Açıklık, şeffaflık nerede?
Cüneyt Arcayürek/Cumhuriyet
Yorum Gönder