Tüfek icat oldu.
Mertlik bozuldu.
E bizde de tüfek yoktu.
Çalış, üret…
Zor iş, bize uymaz.
En kolayı ithalattı.
ABD Başkanı bizim Padişah’a mesaj gönderdi, “gelin ben size bizim iç savaşta kullandığımız modası geçmiş tüfekleri kakalayayım” dedi. Padişah pek memnun oldu. Tanesi 4 dolardan 114 bin Enfield marka tüfeği kakaladılar. Gördüler ki, yağlı kapı, “size güzel bi indirim yapalım” dediler, güzel güzel bi indirim yaptılar, tanesi 7 dolardan 125 bin Sprinfield marka tüfek sokuşturdular.
ABD, tüfeklerin siparişi için Yüzbaşı Henri Metcalf diye bi arkadaşı görevlendirmişti. 4 dolarlık dandik tüfeği, indirim yaparak 7 dolara kakalayan bu arkadaşa, üstün gayretlerinden ötürü, padişahımız efendimiz tarafından devlet madalyası verildi! E adamlar baktı ki, bunlar kerizin önde gideni… Tüfeklerin gemiyle nakliye masrafını bile bize ödettiler.
Bilahare, Oliver Winchester denilen arkadaş, İstanbul’a geldi, huzura çıktı, “gelin ben size tüfeklerin hasosunu, Winchester’i satayım, Kızılderililerin kökünü bunlarla kazıdık, şahane öldürüyor, üstelik mermide indirim yaparım, canınız çektiği kadar, bol bol öldürürsünüz” dedi. Aynı zamanda Connecticut senatörüydü. “Siz beni bağlayın, ben de Beyaz Saray’daki işlerinizi bağlayım” demeye getirdi.
O güne kadar Osmanlı’nın ABD’ye ihracatı ithalatın 2 katıydı. Bu alışverişten itibaren ABD’den ithalat ihracatı 2’ye katladı. Amerikalılar ekonomik hedefi tam 12’den vurmuştu ama, Winchester anca 200 metreye kadar vurabiliyordu.
Menzili kısaydı.
Bu sefer, Bulak Bey devreye girdi. Asıl adı Edward Blacque… Fransız. Eşi Amerikalı. Washington Büyükelçimiz’di… Sayın ahalimiz “bu ne biçim Türk birader?” deyip, huylanmasın diye, “Edward Bey” dememişler, kulağa hoş gelsin diye “Bulak Bey” şeklinde çevirmişlerdi. Blacque, olmuştu Bulak!
Bulak Bey, nefis bi öneri getirdi, padişahımız efendimize “bizi kandırıyorlar, biz en iyisi Martini Henri marka tüfeklerden alalım, bunların menzili 1700 metre, taaa anasının nikâhını bile vuruyor” dedi.
Hani şu, at “Martini” Debreli Hasan var ya… Veya, aynalı “Martin” yaptırdım da narinim… İşte o.
E zaten biz de Ruslarla kapışmak üzereydik, uzun menzilli tüfek lazım, “Martini alalım bari” denildi. Ancak… Bulak Bey gene devreye girdi. “ABD devletinden almayalım, pahalıya gelir, Providence Tool Company’den alalım, özel şirket, daha ucuza” dedi. “Peki” denildi.
Hadi bakalım, tanesi 15 dolardan Martini almaya başladık. 300 bin tanecik kadar… Süngüsü de 1 dolar 25 sent’ti, 16 dolar 25 sent’e geliyordu. Gel gör ki, ödemeyi ABD doları’yla değil, İngiliz şilini’yle yapacaktık. Çünkü, şirket Amerikan’dı ama, tüfek İngiliz üretimiydi!
Kendi Fransız, eşi Amerikalı, Türk elçi, Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı bağlamıştı! Hayırlara vesile olmuştu.
Kabzasına da, padişahımız efendimizin tuğrası işlenmişti.
Pek fiyakalıydı. Pek beğenildi.
(İşin ekstra matrak tarafı… Tool şirketi, bi gün şak diye, ödemeyi geciktirdiniz iddiasıyla, tıkır tıkır parasını ödediğimiz 48 bin Martini ve 4 milyon mermiyi teslim etmedi. Üstüne üstlük, beni zarara uğrattınız diye, tazminat davası açtı. N’ooluyo demeye kalmadı, “50 bin Martini daha sipariş ederseniz, hem vermediğim Martini’leri veririm, hem de tazminat davasını geri çekerim” dedi. Yuh yani… Buna rağmen, kabul edildi iyi mi! “Peki, 50 bin Martini daha alacağız” denildi. Tool şirketi… Ki, ben de olsam bu kadar enayilik karşısında aynı muameleyi yaparım, parasını ödediğimiz tüfekleri ve mermileri gene vermedi! Bu sefer, padişahımız efendimiz, ABD mahkemelerinde karşı dava açtı. “Öyle ha deyince dava açamazsın, teminat göstermen lazım” dediler. Padişahımız efendimiz, Konya, Kastamonu ve Adana vilayetlerinden gelecek vergileri teminat olarak gösterdi. Duruşma başlıyordu ki, Tool şirketi iflas ettiğini açıkladı. Neticede parayı kaptırdık, 48 bin Martini yerine babayı aldık.)
Neyse…
Ruslarla savaştık. Martini’lerin 50 binini Plevne’de, 40 binini Kars Kalesi’nde Ruslara kaptırdık. Ruslar, Martini’leri hem bize karşı kullandı, hem de 9 bin tanesini Japonlara sattı.
Bu sefer Almanlar devreye girdi, “Amerikalılar sizi söğüşlüyor, gelin biz size tüfeklerin kralını, Mauser’i satalım” dedi. Mavzer’leri aldık, Martini’leri depoya kaldırdık.
Küsmüştük Martini’lere…
Ermeni kalkışması başlayınca, Martini’lerle barışmaya karar verdik, Hamidiye alayları kurup, Martini’leri aşiretlere dağıttık. Ruslar da, kaptırdığımız Martini’leri depodan çıkarıp, Ermenilere dağıttı.
Bi yanda, kendi Fransız, eşi Amerikalı, sözde Türk elçinin, Amerikan şirketi üzerinden aldığı İngiliz Martini’leri… Beri yanda, Rus araklaması ve hibesi Martini’ler… Hepimiz birbirimizi Martinilerle vurduk.
Vuracak Ermeni kalmayınca, aşiretlere “işiniz bitti, Martini’leri geri verin gari” denildi…. “Ne Martinisi, bizde Martini filan yok abi” cevabı verildi. Hiçbiri toplanamadı. Aşiretlerde kaldı.
Gel zaman git zaman…
Dersim patladı.
Bi tarafta…
İngiliz Martini’ler.
Öbür tarafta…
Alman Mavzer’ler.
Neticeyi, Fransa’dan alınan Breguet 19 tipi bombardıman uçağı belirledi.
Bugün hâlâ… Rus Kalaşnikofların, Çin malı roketlerin, Alman malı el bombalarının, İngiliz malı mermilerin, İtalyan ve Fransız malı mayınların, İspanya ve Belçika malı tabancaların, İsrail malı Heronların, Amerikan malı Predatorların belirlediği gibi.
Yılmaz Özdil/Hürriyet
Yorum Gönder