Hem bağcıyı dövmeyi hem de üzüm yemeyi kural edinen RTE’nin Dersim’i durmadan neden kaşıdığına değinen yok.
Reyting uğruna devlet düşmanlarını
bile ekrana çıkaran TV’lerde ana haber bültenlerini sunan anlı şanlı sunucuların, ertesi gün köşe yazarlarının (örneğin siyasete yön vermeye meraklı Aslı Aydıntaşbaş’ın) alkışlarına vesile olan bir çıkış yaptı RTE; “Eğer devlet adına özür gerekiyorsa özür dilerim” dedi.
Özür RTE’nin devlet adamlığı gereği midir, yoksa özür dilemenin altında başka amaçlar mı yatıyor?
Medyamızın artık bu ve buna benzer sorulara yanıt aramak gibi bir görevi yok. Öyle ki, yanlı yansız ama tümüyle yalakalığa sarılan medya; RTE’nin açıklamalarına siyaset adamlarının yanıtlarına bile yer vermiyor sayfalarında.
Örneğin CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi’nin, “Başbakan’ın derdi Dersim isyanında yaşanan acılar değildir. Cumhuriyet’le hesaplaşmaktır ve sıra İstiklal Mahkemeleri’ne ve… Atatürk’e gelecektir” diye açıkladığı görüşleri, RTE’yi aynı gün yanıtlayan Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan’ın “ülkeye kin, ayrımcılık tohumları ektiğini” vurgulayan kısa demecini gazetelerde ara ki bulasın!
***
Oysa, RTE’nin trajik Dersim olaylarında yaşanan gerçekleri ortaya çıkarmak değil amacı.
Gerçek amacı, siyasal rant uğruna Dersim olaylarının sorumlusu diye CHP’yi suçlu ilan etmek!
Bugün dönemin başbakanlarını, askerlerini, bakanlarını suçluyor. Yarın, -şimdilik söylemiyor ama beklediği zaman gelince- Atatürk’ü de suçlayacağından kuşkunuz olmasın.
Bir başka amacı daha var: Çeşitli beyaz eşyayı, para ve gıda dağıtımı ile milletvekili çıkaramadığı Tunceli’nde, Dersim’i gündeme taşıyarak, özür dileyerek seçim kazanmanın peşinde.
***
Ama devirler dönüyor. Günümüzdeki suçlamaların aynısı bir de bakarsınız günün birinde burnu Kaf Dağı’nda, küçük dünyaları ben yarattım havasındaki siyasetçilerin başına geliverir. Örneğin RTE’nin…
Gün gelir, beklenmeyen kimi gelişmeler olabilir. Devletin silahlı olanaklarını kullanarak K. Irak’ta, Cudi Dağı’nda, “özgürlük ve bağımsızlık savaşçıları” diye savunulan katiller şebekesi PKK’lileri katlettin diye, RTE’nin soykırım suçlusu ilan edilmeyeceğine kim güvence verebilir?
O zaman, bugün Öcalan’la görüşmelerini savunurken söylediği gibi, “Dağdakileri kentlerdekileri devlet öldürdü. Hükümet olarak ben sorumlu değilim” der mi der!
Neden demesin? Siyasal yaşamının belirgin özelliğidir işine geleni savunmak, gelmeyeni yalanlamak! Zira, CHP’nin Kayseri Belediyesi’ndeki yolsuzluk iddialarına savcının takipsizlik kararı vermesini yargının adaleti diye karşılayan… ama kendisi hakkındaki bir suç duyurusunu işleme alan savcının davranışını ideolojik diye yorumlayıp reddeden bir Başbakan’dır RTE!
***
Yılmaz Özdil’in, dün Hürriyet’te, Dersim’i tek yanlı anlatımlarla toplumun sindirmesine çalışanları kızdıracak köşe yazısından bir bölümü birlikte okuyalım:
“Sene 1937… Mustafa Kemal, Başbakanı Celal Bayar’la birlikte Tunceli’ye gelip Murat Nehri üzerindeki Singeç Köprüsü’nün açılışını yapacaktı. Köprünün üzerinde karakol vardı. Basıldı. 33 asker şehit edildi.
Peşinden… Telefon hatları kesildi, pusular kuruldu. Mazgirt Köprüsü havaya uçuruldu, jandarma taburu vuruldu. 56 asker daha şehit oldu... Film koptu…
…Elebaşı Seyit Rıza’ydı. (İdamını anlatırken gözleri nemlenen) Başbakanımızın ‘hikâyesi yürek burkucudur’ dediği Seyit Rıza!”
***
Sorunu anlaşılmaz havalarda ve içerikte araştırmayanlara ve vurdumduymaz medyaya değerli bir örnek sunmakla yetinmedi... Bugün, tek taraflı açıklamalarla Dersim’i savunanlara, savunamayanlara ders çıkaracakları örnek bir olay sunmakla da kalmadı Yılmaz Özdil:
Seyit Rıza’nın, İngiltere arşivlerinde bulunan, İngiltere Dışişleri Bakanı’ndan “Hükümetinizin yüksek manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı istirham ediyorum” diye şefaat ve yardım dileyen mektubunu da yayımlayarak (medyada ender rastlanan), mesleğimizin yüz akı kimliğini bir kez daha kanıtladı.
Eline sağlık!..
Cüneyt Arcayürek/Cumhuriyet
Yorum Gönder