YANLIŞ başlayan bir siyasal süreci doğru çizgiye getirmek zordur. Siyasetçi ustalığını aşan başka nitelikler ister.
Eğri oturup doğru konuşalım: İsrail konusunda Türkiye’nin şimdi karşılaştığı durum, Mavi Marmara’yla başlayan ve daha ilk aşamada dokuz insanın ölümüne yol açan bir yanlışın sonucudur.
Tamam, İsrail’in Filistin politikası ve hele Gazzelilere çektirilen acılar büyük insanlık ayıbıdır ve elbet kesinlikle protesto edilmeli, durdurulması için gerekenler yapılmalıdır. Ama protesto biçimi böyle mi olmalıydı, gereken de İsrail ablukasını böyle delmeye kalkışmak mıydı? Tel Aviv gemiyi karasularına sokmayacağını açıkça ilan etmişti. Böyle yapmayıp da uluslararası sularda yaptığını yaptı ve yine de suç işlemiş oldu. Ama, Ankara’nın olayda neler olacağını bile bile geminin yola çıkmasını engellemeyişi kolay affedilecek bir sorumsuzluk mudur?
Bu yanlışlara karşın, olup bitenlerden sonra Ankara’nın harekete geçmesi ve uluslararası hukuk açısından yapılabilecekleri yapmaya başlaması elbet doğal ve haklı bir davranıştır. İsrail’in davranışı tepkisiz ve cezasız kalmamalı. Birleşmiş Milletler mekanizması işletilmesinde, tazminat ve özür istenmesinde de yerden göğe haklıdır Ankara. Gerçi bunlarda da birtakım usul hataları var ama asıl konu bu değil.
Asıl konu, böyle bir aşamada Sayın Başbakan’ın tutumunda ve sözlerindeki sürdürmekte olduğu üsluptur. Sözcüklerin anlamına pek dikkat etmeyen, karşısındakileri incitecek fütursuz bir üslup.
Kendi onurunuzun kırılmasına müsaade etmeyeceğinizi söylerken karşınızdakilerin onurunu kırmak doğru mu? Bir ülkenin ya da devletin “şımarık oğlan”lığından söz etmek Başbakan’a yakışmıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Başbakan geniş halk yığınlarının benimsediği bir üslubu tutturmayı etkili, başarılı ve yararlı bulmaktadır. Ama bunun verdiği bir esrikliğin kendisini ve devletini zaman zaman pek hoş olmayan durumlara sürükleyebileceğini de düşünüyor mu acaba?
Mümtaz Soysal/Cumhuriyet
Yorum Gönder