İNSAN beyni, bütün mükemmelliğine karşın elektronik bir araç değil ki derecesi derecesine tam ayarlayıp da ölçüyü hiç kaçırmayasınız. Ölçü, zaman zaman kaçırılabilir. Elbet önemli bir erdemdir ölçüyü kaçırmamak ama ister istemez kaçırırsınız bazen. Vücutta kendiliğinden oluşmuş birçok şey gibi dilinizin ucuna gelen bir sözü kaçırmamak da çok zordur.
Oysa, iyi yetiştirilmiş kişilerdeki beyinin durumu değerlendirmek ve doğru karşılığı bulup verebilmek bakımından hiçbir yapay araçta bulunmayacağını söyleyerek diplomatlarımızla övünürüz zaman zaman, değil mi?
Ayrıca, hayvanlardan farklı olarak içgüdüye ve kan basıncına dayanamayıp tepesi atabilecek olanları onarılmayacak durumlara düşmekten koruyacak yapısal ve örgütsel çareler de bulmuştur insanlar.
Örneğin, çoğu zaman yanlış yorumlanan ve basit bir alt-üst ilişkisiymiş gibi düşünülen “seçilmişler-atanmışlar” ilişkisinin bile özünde bu çarelerden biri yatar.
Genellikle memur memurdur, söyleneni ve emredileni yapar diye düşünürsünüz ama gerçekte öyle midir? Daha doğrusu, öyle mi olmalıdır? Memura hep “Başüstüne, emredersiniz” demesi için mi maaş verir devlet? Birlikte ya da emrinde çalıştığı kişi amir olsa da memurun “Şöyle söyleseniz ya da şöyle yapsanız daha iyi olmaz mı” diyebileceği, hatta demesi gereken durumlar yok mudur?
Askerlikteki mutlak emir durumlarının bürokraside de geçerli olması elbet savunulamaz. Kaldı ki askerliğin bile kurmaylık düzeyinde serbest tartışmayla ortak aklı oluşturmak için rütbe gereklerinin ikinci planda tutulması da bir çeşit kural sayılabilir.
Öyle görülüyor ki özellikle dış politika açısından galiba Sayın Başbakan’ın çevresinde böyle olmuyor.
Şimdi, muziplik ya da devrimci cumhuriyete karşıtlık olsun diye “Atatürk’ün çevresi böyle değil miydi” diyenler olur ama, onlara verilebilecek yanıt çok basittir: O çevrede kritik konular ve ciddi sorunlar bir şeyler yiyip içen nitelikli insanların sofrasında konuşulurdu ve Mustafa Kemal, bütün niteliklerine ek olarak, kurmay öğrenimi de görmüştü.
Mümtaz Soysal/Cumhuriyet
Yorum Gönder