Mümtaz’er Türköne, Mustafa Pehlivanoğlu’nun idamından birkaç saat önce kaleme aldığı mektubu yayımlayan ve ülkücü şehide “itirafçı” yaftası asan Radikal gazetesini hedef almış... “Ee ne var bunda, siz de aynısını yaptınız” demeden önce sonuna kadar okuyun. Biz “aynısını” yapmadık. Çünkü biz olayı;
1. Gazetecilik ahlakı...
2. “İtirafçı” damgası ile gölgelenmek istenen “şehitlik” makamı üzerinden ele aldık...
Radikal’in oluşturduğu zemine balıklama atlayıp, “tartışmaya açtığı” iddiaları tartışmadık!
Çünkü aslında Türköne’nin de belirttiği gibi neden, nasıl, hangi koşullar altında söylendiği, söyletildiği belli, tartışmaya gerek dahi olmayan ifadelerdi.
Buna rağmen garip bir panik haliyle, Türköne konunun “içeriğine” daldı. Birtakım düzeltmeler yapmaya kalktı.
Oysa, hiç bu kadar kıvranmasına, günah çıkarma ayaklarına lüzum yoktu; bir tek sorunun cevabını verse, mesaj yerine ulaşır, herşey anlaşılırdı:
Pehlivanoğlu’nun ifadelerinde adı geçen kişi Abdullah Çatlı değil de bir başkası olsaydı, yine dünkü gibi bir vicdan yazısı mı yazardı, yoksa “böyle kullanıldı ülkücüler” konseptli bir “itirafname” mi?
Not: Anladın sen onu!
Hürriyet “Başkan”ın postacısı oldu
Bakmayın manşete vurulan o kocaman “ABD Başkanı Hürriyet’e yazdı!” damgasına... ABD Başkanı Hürriyet’e yazmadı, 11 Eylül’ün yıldönümü dolayısıyla dünya kamuoyu, özellikle de Müslüman coğrafyaya hitaben bir mesaj kaleme aldı. Mesajın hedefe ulaşması için “yerel postacılara” ihtiyaç vardı. Hürriyet bu işin Türkiye ayağını yaptı.
“Bu iş en çok, misyonu “Amerikan politikalarını meşrulaştırmak” olan Taraf’a yakışırdı. Neden Hürriyet?” sorusuna cevap olarak ABD açısından “derin nedenler” aramaya lüzum yok. Nihayetinde, ne diyordu emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök: “Pratik çalışıyorlar!”
Apartman kapılarında zebil olan tiraj rekortmeni ile bulmaca sayfası yüzünden satın alınan gazeteden medet umamayacağına göre, Obama’nın Türkiye’de sürümden kazanabileceği yazılı basın aracı Hürriyet’ti. Benim anlamadığım Hürriyet neden Amerikan Başkanı’nın psikolojik operasyonuna alet olmayı kendisi için gurur saydı? Nasıl hiç utanmadan şöyle bir manşet attı: “Ladin’i Müslümanlarla birlikte yok ettik...”
Çeviren arkadaş tam manayı verememiş ben Obama’nın sözlerinin ne anlama geldiğini şöyle özetleyeyim size: 11 Eylül tiyatrosunu bahane edip, Orta Doğu’daki halkları mayın eşeği olarak böyle kullandık!
Yazı boyunca “Başkan olarak, her tür global zorluğun üstesinden gelmek için...” yaptıklarını anlatıyor Obama... Ve yönettiği ülke dışındaki coğrafyalara “Amerikan Başkanı” olarak değil “Başkan olarak” hitap ediyor ısrarla... Bir nevi pazar payını ilan ediyor... Kendisini zihnimizin hangi rafında konumlandırdığını açıklıyor: “Başkan olarak...” Açık açık, tane tane de söylüyor: “ABD, dünyada eşsiz liderlik rolünü oynamaya devam edecektir...”
Hürriyet de haklı bir yerde... Kendisini “tapınak şövalyesi” olarak konumlandırdıysa bir kere, “tanrı-imparator”a hizmeti gurur sayacak elbette!
Bu arada tirajsız ama sadık Taraf’ın kalemşorları, Obama’nın seçimini görünce ne hissetmiştir acaba?
Sağır duymaz uydurur
Erdoğan’ın alnını öptürmeme gerekçesi konusunda dünkü gazeteler üçe, hatta dörde ayrılmıştı. Şöyle ki:
Kılıçdaroğlu’nun dudağı;
LEKELİ diyenler: Akşam, Birgün, Bugün, Cumhuriyet, Güneş, Habertürk, Hürriyet, Posta, Star, Takvim, Yeniçağ, Yenişafak
KİRLİ diyenler: Milliyet
LANETLİ diyenler: Sabah, Radikal, Vatan
LEKELİ VE LANETLİ diyenler: Sözcü
Konuşan bir başka ülkenin Başbakan’ı olsa, “tercüme hatası” diyeceğim de, Erdoğan kameraların önünde konuştuğu ve sözleri televizyonlarda tekrar tekrar gösterildiği halde “lekeli” ifadesini “kirli” yahut “lanetli”ye dönüştürenlere en iyimser yaklaşımla “Sağır duymaz uydurur”dan başka ne denebilir...
İş “en kötüsü”nü düşünmeye gelirse de... Özellikle “lanetli” ifadesini kullanan gazeteler, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu “İsrail avukatı” ilan etmesinin gazıyla, algıda “lanetli kavim!”le özdeş bir imaj mı yaratmaya çalışıyorlar?
Güya bu arkadaşlar “ırkçı” değildi... Farkında mısınız son günlerde içlerindeki Emevi ruhu zaptedilemez bir hale geldi!
Tezgaha bak
Haberdeki ifade aynen şöyle:
“İddianamedeki tespitlere göre...”
Adı üzerinde, henüz “iddianame” durumundaki bir metinde yer alan ifadelerden “tespit” diye söz edilebilir mi?
Nedir “tespit”?
“Bir durumu kuşkuya düşürmeyecek biçimde gösterme...”
Siz gazeteci olarak bir “iddia”ya “tespit” derseniz, bu “savcının kurgusunu” peşinen kabul ettiğinize, “hükmü” verdiğinize, “yargısız infaz” yaptığınıza dair açık bir delildir!
Çünkü iddianameler “iddia”lardan yani kanıtlanması gereken önermelerden oluşur ve adil bir yargılama ile kanıtlanmadıkları müddetçe “kuşku”ya mahal verir, yani “tespit”ler dizgesi değildir!
BASINDAN SEÇMELER
Anayasa cambazları, darbe bahanesiyle ülkeyi bölecek
Elimdeki bilgilere göre, 1982 Anayasası bugüne kadar çeşitli zamanlarda tam 18 kez değiştirildi.
Başlangıç hükümleri dahil anayasanın tam 110 maddesi değiştirildi.
Her yapılan değişiklik öncesinde slogan aynıydı:
“Darbecilerin yaptığı anayasayı değiştirelim!”
İstenilen maddeler değiştiriliyor, güya askerlerin anayasası yok ediliyordu!
Ancak yine askerler tarafından getirilen ve demokratik olmakla ilgisi olmayan belli madde ve hükümler iktidarların işine geliyorsa, onlar aynen bırakılıyordu. (...) Yıllardır aynı edebiyatı, aynı zırvalan dinliyoruz:
“Sivil ve demokratik bir anayasa
isterük!”
İşin cılkı çıktı! Tam 110 maddesi 18 kez değiştirilen anayasaya artık darbe anayasası demek mümkün müdür?
***
Bu sloganlar Özellikle AKP döneminde arşa yükseldi. “Sivilleşme, demokratikleşme” masalı adı altında son anayasa değişikliği gündeme geldi ve bundan tam bir yıl önce, 12 Eylül 2010 günü referanduma sunuldu\’85
Ve yapılan her türlü baskıyla, ele geçirilip devşirilen medyanın da desteği ile yüzde 58 oyla kabul edildi.
AKP, referandum öncesinde topluma çeşitli ve sonsuz vaatlerde bulunuyordu! Anayasa değişince herkes hak arayacak, her alanda eşitsizlikler giderilecek, şehit aileleri, gaziler, emekliler dahil her kesime nice nimetler yagdınlacaktı.
Hangisi yapıldı?.. Ne değişti?..
O günlerde burada defalarca yazdım
“Ey milletim, bunların tümü palavra. Bunların bütün amacı bu anayasa değişikliği ile yargıyı ele geçirip AKP’nin şubesi yapmak... Ve bu yolla, kendisi için en büyük tehdit olarak gördüğü Türk Ordusu’nun üzerine yürüyüp Türk Silahlı Kuvvetleri’ni topal ördek yapmak.”
Aynen böyle oldu.
***
Ama iş henüz bitmedi! Doymak bilmeyen canavarın bu kadarla yetinmesi mümkün değildi. Şimdi 1 Ekim günü Meclis açılır açılmaz yeni bir tantana ile yüz yüze geleceğiz:
“Sayın vatandaşlarımız, demokratik ve sivil bir anayasa çalışmaları hükümetimiz tarafından başlatılmışta. Bizi izlemeye devam edin!..”
Peki şimdi ne olacak?
Yargı ele geçirildi. TSK teslim bayrağını çekti. Bundan sonrası nedir, neyi değiştirecekler?
Gayet basit:
Yeni bir idari yapı oluşacak ve ülkemiz EYALETLERE bölünecek.
Geçen 12 Eylül referandumunda anayasaya “Evet” oyu verenler, acaba nasıl bir oyuna düştüklerini şimdi anladılar mı!
Emin Çölaşan / Sözcü
Referandumda “Evet” diyenlerin utanç yılı...
Toplumda ve ülkede büyük bir “yozlaşma” ya yol açan askeri darbenin otuz bir, sözüm ona bu darbenin izlerini silmek adına yapılan anayasa değişikliğinin ise birinci yıl dönümü...
***
Herkes kendisi ile ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olacaktı.
DURUM: Bir yıldır hiçbir şey yapılmadı. Hatta seçimlerden önce, siyasetçilere ait kasetler internette hit rekorları kırdı!
***
Seyahat Hürriyeti’nin kısıtlanması zorlaştırılacaktı...
DURUM: Bu söz tutuldu... Cezaevlerindeki bazı irticacı caniler bir gece yarısı serbest bırakıldı ve yurt dışına kaçmalarına göz yumuldu!
***
Milletvekilliğinin düşürülmesi uygulaması kaldırılacaktı...
DURUM: Seçilen milletvekilleri bile cezaevinden çıkıp yemin edemedi!
***
Yüksek Askeri Şûra’nın terfi ve ihraç işlemlerine karşı yargı yolu açılacaktı.
DURUM: Daha fazlası yapıldı ve YAŞ’ta askerler tamamen etkisiz bırakıldı!
***
Askeri yargının görev alanı yeniden belirlenecek, askeri mahkemeler askerler tarafından işlenen askeri suçlara ilişkin davalara bakmakla görevli olacaktı.
DURUM: Fazlası yapıldı... 51 general ve bazı askeri savcılar içeri tıkıldı!
***
Anayasa Mahkemesi’nin yapısı yeniden düzenlenecek, Anayasa Mahkemesi 17 asıl üyeden oluşacak, 3 üyesini Meclis seçecekti.
DURUM: Anında hayata geçirildi! Anayasa Mahkemesi susturuldu!
***
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısı değiştirilecek, 7 olan üye sayısı 22’ye çıkarılacaktı.
DURUM: Bu da anında hayata geçirildi! Siyasi baskıya direnen yargıç ve savcılar kızağa çekildi!
***
12 Eylül darbecilerine yargı yolu açılacak, Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi’nde görev alanlar yargılanacaktı...
DURUM: Heh, heh, heh... Hâlâ birinin bile kılına dokunulmadı!
***
Referandumdan önce ne diyorduk?
“Bu paketin asıl amacı yargıyı ele geçirmek ve askeri etkisizleştirmek; diğer düzenlemelerin hepsi göstermelik...”
Bugünkü tablo ne?
Yargı ele geçirildi, asker etkisizleştirildi; diğer düzenlemelerin hepsi unutuldu...
Bir yıl öncesine göre gerek siyaset, gerekse toplum rahatladı mı? Geçen yıl referandumda “Evet” diyenler, bakalım utanmadan bu soruya da “Evet” diyebilecekler mi?
Mustafa Mutlu / Vatan
Selcan Taşçı/YENİÇAĞ
12 Eylül 2011
Yorum Gönder