Suriye diz çökmüştü çünkü o zaman devlet vardı
Sevgili okuyucularım, şimdi sizi biraz geçmişe, 1998 yılına götüreceğim. 1984 yılında PKK’nın Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başlayan terör olayları hızla devam ediyor, örgütün Abdullah Öcalan isimli başı Suriye’de yaşıyor ve örgütü oradan yönlendiriyordu.
Türkiye bastırıyor ama bu adamı Suriye’den çıkarmak mümkün olmuyordu.
O sırada Suriye’nin başında bugünkü Beşar Esad’ın babası olan Hafız Esad vardı.
Bizim açımızdan bıçak kemiğe dayanmış durumdaydı. İşte bu ortamda, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş günün birinde Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’ne gitti. 16 Eylül 1998 günü sınıra yakın bir yerden, Reyhanlı’dan ses verdi:
“Bazı komşularımız (Suriye) bizim iyi niyetimizi farklı ve yanlış değerlendiriyor. Şunu bütün dünyaya açıkça bildiriyorum. Türk milleti artık bu konuda gösterdiği iyi niyetin sonuna gelmiştir. Sabrımız tükenmek üzeredir. Sabrımızı taşırmasınlar.”
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel iki hafta sonra, Meclis’in açılış günü olan 1 Ekim 1998 günü bu kez Meclis kürsüsüne çıktı ve şöyle dedi:
“Bizim tüm uyarılarımıza rağmen
düşmanca tutumundan vazgeçmeyen Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tutuyoruz. Sabrımızın taşmakta olduğunu bu kürsüden bir kez daha dünyaya ilan ediyorum.”
* * *
Türkiye Cumhuriyeti kesin kararını vermiş ve bütün planlarını ona göre hazırlamıştı.
Öcalan Suriye’den kovulmadığı takdirde ordumuz Suriye’ye girecekti.
Kara Kuvvetleri Komutanı ve Cumhurbaşkanı boşuna konuşmuyor, bugün olduğu gibi kuru sıkı atmıyor, blöf yapmıyorlardı. Ne olacaksa olacak, Öcalan Suriye’den
çıkarılacaktı.Bizler o günleri hem vatandaş, hem de gazeteci kimliğimizle yaşamış olan insanlarız.
Türkiye’de büyük coşku vardı… Çünkü ulusal bir davanın peşindeydik.
O sırada Suriye bizim resmen düşmanımızdı… Ve Türk devleti kararlıydı.
Toplumdan çok büyük destek vardı. İnsanların yüzde 100’ü devletin ve
hükümetin arkasındaydı.
Yapılan, bugünkü blöflere dayalı, göstermelik, Amerika’nın emriyle piyasaya sürülen “Suriye düşmanlığı” değildi. Haklıydık ve hakkımızı silah zoruyla alacaktık.
Ortalıkta bugün olduğu gibi hükümetin kompleksleri, mezhep ayrımcılığı, İslam dünyasında lider olmak, Amerika’ya yaranmak gibi saçma sapan hesaplar yoktu.
* * *
Devlet ciddiydi ve Suriye’ye giriş için bütün planlar hazırlanmıştı. Deniz Kuvvetlerimiz
Akdeniz’e açılacak, Suriye denizden abluka altına alınacak, gerektiğinde limanları
bombalanacaktı. Hava Kuvvetleri yukarıdan bastıracak, Kara Kuvvetleri sınırdan içeri dalacak ve ne pahasına olursa olsun, Abdullah Öcalan Suriye’den kovulacaktı. Elbette ki ilk tercih, adamın Türkiye’ye teslim edilmesiydi. Toplumun bütün kesimleri, işlerin o aşamaya nasıl geldiğini biliyordu. Bir tek çatlak ses çıkmadı, bir tek eleştiri gelmedi. Bir de bugünkü Suriye politikamızın gülünçlüğüne bakın. İki kişinin, Tayyip ve gelmiş geçmiş en çapsız Hariciye Nazırı olan Ahmet’in İslamcı-Sünni kaprisleri ve kompleksleri uğruna yaşadıklarımızı bir kez daha düşünün.
Bugün bakıldığında, hükümetin sahte Suriye düşmanlığı gülünç kaçıyor, toplumdan destek görmüyor.
* * *
Suriye Türkiye’nin ciddi olduğunu anlamış, başına gelecekleri görmüştü. Türk milletinin de devletinin arkasında olduğunu biliyordu…
Çünkü o zaman adam gibi bir devlet vardı.
Sonuçta olan oldu. Suriye daha fazla direnemedi ve Abdullah’ı 9 Ekim 1998 günü Suriye’den şutlamak zorunda kaldı.
Katil Abdullah bir süre Rusya, İtalya ve Yunanistan’da kaldı. Sürekli izleniyordu. Türkiye onu yakalayacak, belki de bir baskınla infaz edecekti.
Korkudan dizleri titriyor, hayatının son kumarını oynuyordu. Bu kez Yunanistan onu bir Afrika ülkesi olan Kenya’ya postaladı. Orada Yunan büyükelçiğinde yatıp kalkarken, Türkiye ile Amerika arasında büyük pazarlıklar oluyordu.
Amerika bu herifi Türkiye’ye vermeye razı oldu ve Abdullah Kenya’dan özel bir uçağa bindirilip uçakta beklemekte olan Türk ekibine teslim edildi. İmralı süreci böyle başladı. Yargılandı, idam cezası tam o sırada kaldırıldığı için kurtuldu ve Haziran 1999’da müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
* * *
Sorgularında ve mahkemede bülbül gibi öten, bacakları titreyen bu şahıs, gün gelip herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile pazarlık masasına oturacağını rüyasında görse hayra yormaz, inanmazdı.
Ama oldu!
AKP isimli bir parti 2002 yılında iktidara geldi… Ve bir süre sonra Apo ile pazarlıklar başladı! “Aman Apo, bize yardım et, terör bitsin!.. Apo ne istersen veririz, yeter ki aracılık yap!.. Seni İmralı’da rahat ettiririz, sonra genel af çıkarıp salıveririz!..”
Bu yüz kızartıcı pazarlıklar sadece örgütün lideri ile değil, hayatta olan önde gelenleriyle de yapıldı.
Bizim hükümet yetkilileri ile PKK’lı teröristler Oslo’da buluşup al takke ver külah pazarlık ettiler. Pazarlık heyetinde sonradan Tayyip’in MİT Müsteşarı olan Hakan Fidan da vardı!
Ama terör durmadı.
* * *
Sevgili okuyucularım, bunları geçmişle günümüzü lütfen kıyaslamanız için yazıyorum.
Geçmişte yediden yetmişe Türk milleti devletin arkasındaydı. Orgeneral Ateş ve
Cumhurbaşkanı Demirel Suriye’ye açıkça posta koydukları zaman, bütün dünya Türkiye’nin ciddi olduğunu ve neler olacağını biliyordu.
Saygın bir devlet işte böyle yapardı. Bir de şimdi oynanan komediye bakın.
Suriye’den hiçbir düşmanlık görmedik. Tam tersine, kısa süre öncesine kadar Tayyip’le Esad ve eşleri can ciğer kuzu sarması olarak ortalıkta gezinir, Bodrum’da birlikte tatil yaparlardı.
Ne zaman ki Amerika’dan Tayyip’e “Hop dedik, biz Esad’ı devirmeye karar verdik, sen de düşman olacaksın” emri geldi, işte o zaman köprülerin altından akan suların yönü değişiverdi!
Tayyip hükümeti bir komşumuzun yönetimini, rejimini devirmeye soyundu. Amaçları oradaki İslamcı güçlerle işbirliği yapıp Sünnileri işbaşına getirmekti.
Dış politikamıza Cumhuriyet tarihinde ilk kez “Mezhep” olayını soktular.
Suriye’de Esad rejimine karşı vuruşan, dünyanın dört bir yanından ithal edilmiş, paraları özellikle Suudi Arabistan ve Katar tarafından karşılanan terörist ve çapulcu güruhu ile Türkiye Cumhuriyeti, işbirliğine girdi. İddialara göre, bu çapulculara silah yardımı da Türkiye’den yapılıyor.
Rejim muhalifi teröristlerin karargahları İstanbul ve Hatay’da kuruldu. Utanç verici bir olaydır.
* * *
Yıl 1998. Orgeneral Ateş ve Cumhurbaşkanı Demirel, Türkiye’nin “Devlet” olduğunu bütün dünyaya kanıtladılar. Millet arkalarında idi.
Yıl 2012. Aradan geçti 14 yıl… Ve bugünkü hükümet Suriye olayında
çuvalladı. Saçma sapan demeçlerle, “Vururuz, kırarız, bir girersek gününüzü görürsünüz, üç saatte ezip geçeriz, Esad’ı mahvederiz” gibi saçma sapan, iki paralık mahalle ağızlarıyla “Devletin saygınlığını” yok etmeyi başardı.
Genelkurmay Başkanı Necdet Bey Akçakale’ye gidip yumruğunu havaya kaldırdı, dualar etti! Arkalarında millet desteğinin olmadığını biliyorlar çünkü karşımızda bir “Düşman” yok. Oysa 1998’de vardı.
Poker masasında rest çeken acemi blöfçülere benzediler.
Türk milletine bu “Utanç sürecini” yaşatanlar acaba utanır mı!
http://sozcu.com.tr/suriye-diz-cokmustu-cunku-o-zaman-devlet-vardi.html
Yorum Gönder