Nereye, Ne Zamana Kadar Bu Zulüm, Bu Hukuksuzluk?
Ülkeyi babanın çiftliği gibi idare ediyorsun.
Kimseye sormadan alıyorsun, satıyorsun.
Yıkıyorsun. Yapıyorsun. Kentlerin altını üstüne getiriyorsun.
Ormanları satıyorsun.
Toprakları satıyorsun.
Evleri, tarihi binaları, kültür zenginliklerini yok ediyorsun.
Her yere imam hatip açıyorsun.
Yetmiyor.
Var olan okulları “imam hatip”lere dönüştürüyorsun.
Analar, babalar, öğrenciler sokaklara dökülüyor.
“İstemiyoruz” diyorlar.
“Okuluma dokunma, çocuğuma dokunma, onun nasıl bir eğitim öğretim alacağına, geleceğine ben karar veririm…”
Feryatları duymuyorsun.
İsyan edenleri, yürüyenleri görmüyorsun.
“Hayır” diyorsun. “Ben karar veririm, her şey benden sorulur. Çünkü devlet benim, yasa benim, yargı benim, polis benim, sen karar veremezsin…”
İmam hatip açmaya, okulları imam hatibe dönüştürmeye devam ediyorsun.
Yolunda son sürat ilerlerken birden önüne “gerçekler” çıkıyor. Gerçeklerle karşılaşıyorsun.
Duruyorsun.
Şaşkın şaşkın bakıyorsun.
Analar, babalar açtığın okullara öğrenci vermiyor.
Kayıt yaptırmıyor. İmam hatipler boş…
“Yanılmışız” diyorsun.
“Planımız tutmadı, düşündüğümüz gibi olmadı…”
“İmam hatiplerin bir kısmını kapatacağız…”
Peki, halk yollara düştüğünde sen neredeydin?
Aklın neredeydi o zaman?
Önce yap, sonra boz…
Türkiye’yi “Yap –boz tahtası”na dönüştürdünüz.
Babanızın tapulu malı mı sandınız sevgili yurdumuzu?
Suriye’nin serserilerini, teröristlerini kamplara dolduruyorsun.
Silah veriyorsun. Eğitim veriyorsun. Karınlarını doyuruyorsun. “Diş kirası” olarak bir de ceplerine harçlık koyuyorsun.
Terörist barınağı ve yurdu Kuzey ırak, Kandil dururken, bin yıllık komşumuzu bombalıyorsun.
Bu yoksul halkın parasını, malını mülkünü çarçur ediyorsun.
Sonra da açıkları kapatmak için zam üstüne zam yapıyorsun.
Yetmiyor.
Bir de bu yoksul halkın kınalı kuzularını ateşe sürüyorsun.
Bazıları kolunu yitiriyor.
Bazıları Gözünü…
Bacağını yitiriyor.
Canını veriyor… Tümü de gariban yavrusu…
Ama sen, bu ülkenin fidanlarını katleden bebek katillerini ülkesinde besleyen, barındıran aşiret reislerini, yani onursuzları “Onur” konuğu olarak ülkene davet ediyorsun. Partili militanların onlara “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırıyorlar.
“Savaş istemiyoruz” diyor halk. Duymuyorsun. Yürüyen on binleri görmüyorsun. Görmezden geliyorsun…
Milleti “hiç”e sayıyorsun.
Milleti “hiç”e saydığın gibi, onların oyu ile seçilen “vekil”lerini de hiçe sayıyorsun.
Onlar, TBMM’sinde ulusuna hizmet vereceği yerde, ömürlerini zindanlarda tüketiyorlar.
Kurduğun “Nemrut Mustafa Divanları”nda komutanların yaşamlarını çalıyorsun.
Aileleri parçalıyorsun. Anaları, babaları, çocukları birbirinden ayırıyorsun.
Orduyla kavgalısın.
Cumhuriyetle kavgalısın.
Ulusal bayramlarla kavgalısın. Ulusal Kurtuluş Savaşı ile kavgalısın. Ulusal Kurtuluş Savaşı komutanları ile kavgalısın…
“Atatürk” adını duyar duymaz tüylerin diken diken oluyor. Öcüden korkar gibi korkuyorsun ondan…
Çareyi diktatörlükte buluyorsun.
Ama nereye kadar?
Ne zamana kadar bu zulüm, bu hukuksuzluk?
Sen hiç tarih okumadın mı?
Diktatörlerin sonunu, akıbetini görmedin mi? Duymadın mı?
Her dönemde, her zaman yıkılmaya mahkûmdur onlar. Her dönemde, her zaman yıkılmışlardır.
İngiliz papazlarının, elçilerinin emri ile idam kararları veren; aydınları kanıtsız, delilsiz Malta Adası’na sürgüne gönderen Nemrut Mustafa’ların sonu gibi olur tüm diktatörlerin sonu da…
Vahdettin’lerin sonu gibi olur…
VATANSIZ, TOPRAKSIZ CAN VERİRLER…
Ali Eralp
Yorum Gönder