Komşu Suriye ile kanka iken, başkaların “vur arkandayım” diyenlerin kışkırtmasına kanıp, komşu ile hasım olmamız TC ine çok ağır gelmeye, milyarlaca zarara neden olmaya başladı. Ortadoğu ülkelerine mal sevkiyatı, ihracat, sınır ticareti tamamen durdu, üstelik yüz bin Suriye’li kaçkın mültecinin masrafları da bize yüklendi. İki buçuk milyar olan ihracat duruken, mültecilerin masrafı şimdiden 400 milyonu geçmiş vb.
Kendi demokrasisine bakmaz da, komşuda, Suriye’de demokrasi yok diye, ona babalanmaya, çalışıyoruz. “Kendi başını yapamaz da gelin başı yapmaya kalkar” diye bizim köyde bir atasözü vardı, öylesine bir şey. Neyse uzatmayalım, uzattıkça, konu konuyu açıyor, yazım da köy odasının kış sohbetlerine dönüyor gibi.
Başlığa Bakıp Savaş Çıktı da Halep, Şam’ı İşkâl mı Ettik Sandınız Yoksa?
Korkmayın sevgili okuyucular, savaş mavaş yok, Halep’i Şam’ı işgal etmedik, ben mahsustan müziplik yaparak, bu günlerde kan ve ateş içinde olan ve tarihin en acımasız katliamlarının yaşandığı, kardeşin kardeşi insafsızca katlettiği Halep ve Şam’ın geçmişteki işgaline bir göz attım sadece, böylesine de müzipçe başlık attım, şu bulanık günlerde tarihe bir ayna tuttum.
Ben şimdi sizi fazla uğraştırmadan 612 yılına, bizden sonra Orta Asyalardan berilere doğru işgallerle arkamızsüre Anadolu’ya gelen, Timur atababamızın buraları işgal yıllarına götüreceğim, izniniz olursa.
Bilirsiniz Türkler iki kez işkâl etti Şam, Halep dolaylarını. Birincisinde 1400 yıllarında, bir Türk Hükümdarı olan Timur; ikincisinde de, Timur’dan 114 yıl sonra Yavuz Sultan Selim tarafından 1514 yılında yapılan Mercidabık savaşı ile yapılan işgâl.
TÜRK HÜKÜMDARI TİMUR
Timur, Türkçe’de demir demektir; yani dünyaya hükmeden ve felaket getiren araç anlamına gelmekte ( Lamartine sf 95).
Timur, bir eli ile bir ayağının sakat olması nedeni ile Timurlenk (Aksak Timur) olarak anılırdı. H.736-M.1335–1336 de Türkistan’ın Semerkant (Keş) şehrinde doğdu. Babası, Barlas oymağının beyi Turagay (Turgay), anası Tekine Hatun idi. Geçmişi Cengiz Han’a dayanan bir sülaleden olan Timur, atası Cengiz Han’ın geliştirdiği hile ve taktikleri yaptığı bütün savaşlarda daha da geliştirerek büyük ün kazandı.
Gençliğinde bir baskında bir eli ve bir ayağını sakatladığı için, aksak topal anlamına gelen Farsça “lenk” eklemesi ile “Timurlenk” adını taşırdı. 1368 de 33 yaşında Belh emiri oldu. Timur, hepsi zaferle sonuçlanan 17 sefer düzenlemiş, 27 ülkenin hakanına baş eğdirmiş, Doğu Türk Hakanlığı’nın tahtına çıkacak, imparatorluğun sınırlarını İtil (Volga)’dan Ganj Nehrine, Tanrı Dağlarından İzmir ve Şam’a kadar uzanan bir imparatorluğa hükmetmiş bir hükümdardır. Hz. Ali’nin “savaş bir hiledir” sözünü adeta kendine şıar edindiği için, her savaşta ayrı kurnazlık ve hileyle, yendiği düşmanlarına da en zalimce gaddarlığa başvururdu. Timur bazen işkâl ettiği şehir meydanında kesilen kellelerden piramit kule yapardı.
Semerkant’da Türk Kurultayında Timur’u Cengiz Han’ın varisi ve bütün Türklerin hanı olarak seçti. En ileri din admaından, hükümdarlığın sembolleri olan, milleti birliğe çağıran davulu, askerlerini toplayan sancağı aldı.
Kendisine “mekanın en büyük hükümdarı” unvanı verildi. İmparatorluğun mührüüzerine Kuran’dan şu sözler yazıldı: “Adalet insanlığın tek kurtuluşudur”. [i]
Timur’un işkalini, hem de yabancı bir tarihçinin, bir Fransız tarihçinin La Martine’nin tarihinden alıntılar yaparak nakletmek istiyorum.
Kişi aslına çeker demişler ya. Cengiz Han soyundan gelen, bizim gibi Türk ve Müslüman olan Timur, Moğol istilalarına taş çıkarırcasına Anadolu bozkırlarını yakıp yıkarak, taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmamacasına yüzbinlerce insanı katlederek Anadolu topraklarında bir karabasan gibi ilerliyordu, tıpkı atası Cengiz Han gibi.
Sivas boylarında bütün kahramanları, cesaretleri ötekilerine geçmesin diye, korkakları da salt korkak oldukları için kılıçla katlediliyordu. Kılıçları körelmesin diye insanları elleri ayakları bağlanarak ya uçurumlardan aşağı atılıyorlar, ya Kızılırmağa atılıyorlar, ya savunma hendeklerine dolduruyorlar, ya da sıkı durun, ateş yakılan mağaralarda dumandan boğularak insanları yok ediyorlar, böylece dehşet saçarak Anadolu içerlerine yürüyordı.
Dünyayı iki sultan için küçük gören Timur Şah şöyle diyordu: “Mademki gökte bir Tanrı var, dünya üzerinde de bir hükümdar olmalı. Zaten yeryüzü bir kişinin isteklerine yanıt veremeyecek kadar küçük”.[ii]
Yıldırım Bayezid’le Timur’un kavgasını es geçelim (çünkü o ayrı bir yazı konusu), biz Timur’un yolunu izlemeye devam edelim. Türkistan’da bilinmeyen bir hastalık olan cüzamın askerleri arasında yayılmasından çekinen Timur, Sıvas’ı savunan Sultan Bayazıd’ın oğlu, arkadaşlarına layık görülen kötü muameleye tanık olsun diye, birkaç gün tutsa edildi. Sonra kafası kesilerek cesedi Anadolu’nun kartallarına yem diye atıldı. (sf 104)
FİLLER ASKERLERİN ÜZERİNDEN AŞIP HALEP’E GİRDİ
Timur, Sivas üzerinden Halep’e doğru yönelmiş ve o zamanlar Suriye’ye egemen olan Mısır Sultanının eski bir hakaretini ödemek niyetindeydi. Mısır, Suriye ve Arabistan’ın bütün orduları Halep önüne toplanmıştı. Fillerin üzerine çıkmış olan ve Bizanslılardan öğrendikleri Rum ateşini atan Türkistanlıların görünüşü Mısırlıları ürküttü. Duvar gibi hareket etmeden duran fillerTimur’un işaretiyle ilerledi. Filler önlerine gelenleri ezmeye, çiğnemeye başladı. Böylece Timur’un ordusunun önünde bir anda geniş bir yol açıldı. Merkezden filler, kanatlardan da iki yüzbin Türk atlısının saldırısıyla bozguna uğrayan Mısırlılar hızla kente doğru kaçmaya başladı. Halep’in hendekleri bir anda ölüler ve canlılarla doldu. Bu durumu gören Timur fillerini ölü ve canlı askerlerden oluşan köprünün üzerinden geçirerek Halep’e girdi. 30 Ekim 1400 tarihinde Halep de, Sivas gibi doğu Türklerinin istilasına uğradı. Toroslar’a, Lübnan’a, çöle kaçamayanlar ya kılıç altında can verdiler, ya da köle oldular. (sf 105)
(İsterseniz burada bir parantez açarak Evliya Çelebi’nin Halep’i anlatımına bir göz atalim. Tarimizin en seçkin gezgin yazarı E.Çelebimiz Halep için, meşhur seyahatnamesinde şöyle demekte:
YOĞURTÇULARIN PİRİ
Halep’de Hazret-i İbrahim aleyhi’s-sal’âtın camii aydınlık eski bir camiidir. Bu camideki makamında bir beyaz taştan bir tekne vardır. Hz. İbrahim ineği onun içine sağıp yoğurt edip yerdi. Yedikten sonra ümmetine dağıtırmış. Ve yoğurtçuların piri ona dayanır. Ve beyaz ineği burada sağdığı için Haleb, “süt sağmaya” derler. Şehb, “beyaz”a derler. Onun için Halep’e Halebü’ş-şehba” denir.
……………..
Halep’de 450 yıl önce yüz beş kahvehane vardır (O zaman Osmanlıda kahvehane yoktu) . Ama hepsinden Rûm, Arap ce Acem seyyahları lisanında dünyaca meşhur Arslan Deven Dede kahvesi iki bin adam bir irfan meclisi ve dervişan meskenidir. Dört mahfilinde hanende ve sazendeler ve mutriban ve kıssahanları var ki orada bir kere varıp rakkas ve tabiyân elinden bir kahve içen hayat bulur. Halep içi dışı 72 mahalle Nusayrî, Yakubi ve Ermeni idi. [iii]
Çelebi, seyahatnamesinde Halep ve Şam’ın eserlerini ve çok çeşitli özellik ve güzelliklerini sayfalar dolusu anlatmakta, ama biz parantezi kapatarak Timur’a dönelim).
TİMUR’UN BİLGİNLERLE SOHBETİ
Halep’i böylece fetheden Timur, birkaç gün sonra kentin en yüksek kulesine çıkar, çevresinde gördüğü bahçeleri, ırmakları, tepeleri ve karlı Suriye dağlarını zevkle izledi Hemen yanına Arap kültürüyle ünlü olan Halep’in en tanınmış bilgin, şair ve din adamlarını getirtti. Kendileriyle bir hükümdar olarak değil, bir öğrenci gibi sohbet etti. Bir ara onlara dönerek bazı ince sorular sordu. Yanıt bir gizem içermezse, kişinin yaşamına mal olabilirdi. Timur yanındaki bilginlere şöyle dedi:
“Haydi, bakalım, Semerkant’daki medreselerdeki ad hocların çözmeyi başaramadıkları bir sorun var, siz çözün”.
Hepsi birden tehlikeli onura erişmek için ileri atıldı. Fakat yalnız tarihçi İbni Şıhne [iv] tartışmaya girdi.
Timur, “surlarınzın önünde savaşanlardan, Tanrı’ya göre kimler şehitlik mertebesine erişmiştir?” diye sordu.
Tarihçi İbni Şıhne, Peygamberin bir hadisiyle yanıt verdi: “Şehit olanlar Tanrı adına savaşanlardır”.
Timur, verilen yanıtta her iki tarafın savaşma amacının yasallığını Tanrı’nın takdirine bırakan inceliği çok beğendi. Tebessüm ettikten sonra eliyle sakat bacağını ve yaşlılıktan iyice zayıflamış olan bedenini Halep’li bilginlere gösterdi. Sonra kelimeler ağzından tek tek döküldü:
“Gördüğünüz gibi bir yarım adamım, buna rağmen Irak’ı, İran’ıve Hindistan’ı fethettim”.
Bu sözler üzerine Halep kadısı İbni Şıhne, “ öyleyse Tanrı’ya şükret kimseyi öldürme” dedi.
Timur şöyle konuştu:
“Tanrı bilir ki, şimdiye kadar imseyi önceden öldürmek isteğiyle öldürmedim. Fakat daima karşımdakiler kendi ruhlarını öldürüyorlar. Haydı, yaşamlarınızı ve servetlerinizi bağışladım!” Bu sıradaakşam ezanı okundu veTimur öteki müminler gibi Tanrı’nın huzurunda diz çöktü.
ŞAM TİMUR’UN ARZULADIĞI BİR BAŞKENT GİBİYDİ.
Timur, Halep’i terk ederek Lübnan’a doğru ilerledi. Beka Vadisi’nden geçerek çöl ortasındaki olağanüstü güzelliklere sahip bir kent olan Baalbek’e vardı. Oradaki anıtlar ve tapınaklar kendisine şeytan işi gibi geldi. Oysa Ortadoğu’nun en şahser eserlerinden Güneş tanrısının şehri Baalbek bulunmakta.
Lübnan dağlarını aşan ordusunun bir bölümü, Türkistan’ı andıran ormanla kaplı, ırmaklarla sulanan verimli Şam Ovası’na inmişti. Ovanın kuzeyinde yer alan sıradağlara çıkarak, gözlerinin önüne serilen olağanüstü güzellikteki manzarayı seyretti. Bu arada korkuya kapılan Mısır ordusu çoktan kentin içlerine çekilmişti.
Dünyada hiçbir kent yukarıdan bakıldığında bu kadar güzel bir manzara göstermiyor, bir fatihin isteklerini kamçılamıyordu. Yedi ırmağın suladığı yemyeşil bir ovanın ortasında bir yanına yaslandığı Lübnan dağları, öteki yanında giz dolu uçsuz bucaksız çöl, burçlarıyla değişik bir manzara sunan beyaz ve kara mermerden yapılmış surları ortasında kalan Şam.
Bu kent aynı zamanda, Emevi halifelerin türbelerinin de bulunduğu kutsal bir yerdi. Şam, sevimli kubbeleri ve minareleriyle bir başkent görünümündeydi. Timur nihayet ordusuna kenti kuşatmaları için gerekli buyrukları verdi. Şam’ın hemen düşeceğine inanıyordu.
TİMUR’UN BİR HAN’I FETHİ GECİKTİRDİ.
Timur’un kendi ailesinden gelen bir ihanet, zafari birkaç gün geciktirdi. Hangi karanlık ihtirasın kurbanı olduğu bilinmeyen yeğeni Mirza Hüseyin, geceleyin ordugâhı terk ederek Şam’ın kapısına geldi ve Araplarla birlikte Türklere karşı savaşacağını bildirdi.
Mirza Hüseyin Şam’da kurtarıcı olarak karşılandı, krallara layık bir tören düzenlendi Halk kendisinde dünya fatihine karşı koyacak bir güç görüyordu. Ancak hayal fazla uzun sürmedi. Önce hendeklerin suları boşaltıldı. Daha sonra açılan lağımlarla surlar yıkıldı. Böylece Şam kenti de, Sivas gibiTürkistan ordusuna açılmıştı. Timur’a yaranmak isteyen halk yeğenini (Mirza Hüseyin’i) teslim etti. Timur yeğeni hain olarak değil, aklını kaybetmiş biri olarak kabul etti. Falakaya çektikten sonra kız kardeşi olan annesinin yanına gönderdi.
Şam halkının hayatına karşılık bir milyon altın verildi. Kalenin garnizonu ve komutanı fethi geciktirdikleri için ölümle cezalandırıldı.
Şairler, yazarlar, bilginler, sanatçılar Semerkant’a götürüldü. Ordu, Timur’un karşı gelmesine rağmen, Ömer’e karşı Hz. Ali’nin hakkını iade etmek amacıyla her yeri yaktı.
Şam’ın yanışını üzülerek izleyen Timur, eskiden Hıristiyan tapınağı olan ve bu yerin en büyük camisini yanmaktan kurtarmak istedi. Fakat çok geç kalmıştı, yangının şidedetinden caminin kurşun kubbesi eriyip çöktü.
Böylece Arap mimarisinin seçkin örneklerden biri yok oldu. Ayakta yalnız bir minaresikaldı.
YÜZ BİN ASKER YÜZBİN KELLE GETİRECEKTİ.
Bu felaketten sonra Timur ordusunu dünyanın dört cennetinden biri diye anılan Şam Ovası’nda dinlendirdi. Akarsularuyla serinleyen, meyve bahçeleri ile gölgelenen Şam Ovası, İran’daki Bevivan Ovası, Bağdat’ın altında Fırat Vadisi ve nihayet nemli Semerkant Ovası Türkistanlılar için ırklarına vaat edilmiş dört cennetti. [v]
TİMUR ŞAİR, YAZAR, ÂLİMLERİ, SANATKÂRLARI KORURDU
Her yerde olduğu gibi Timur, yazarları, şairleri ve bilginleri korumasına aldı ve bu değerli kişilerin kılıçtan geçirilmesini önledi. Timur, işkâl ettiği yerlerdeki halk direniş gösterirse herkesi kılıçtan geçirirken, şairleri, yazarları, bilginleri korur, bunları yanında Türkistan’a götürürdü. Gizemli dünyayı aydınlatmaya çalışan düşünürlere hayrandı. Şairler için, “Tanrı’nın yeryüzündeki sesleri ve doğanın aynası” diyordu. Bütün şairlerin koruyucusu olmuştu. Timur Türkçe, Arapça ve Fransızca’yı çok iyi biliyordu. Semerkant’ın saygıdeğer bilginleriyle din, tıp, tarih, hukuk ve astronomi konularında tartışırdı. Timur çok okurdu. Cengiz Han’ın milli yazılarına hayranlık duyardı. Boş zamanlarında satranç oynamayı severdi. (sf 96, 106)
Timur, İran seferinde, Şehname’nin yazarı ünlü şair Firdevsî’nin mezarına giderek, “kalk, kalk da, her satırında kötülediğin mağlup Türk’ü şimdi gör!” diyerek, Timur, şunları da söylemiştir:
“Biz ki Mülük-i Turan, Emir-i Türkistan’ız:
Biz ki Türkoğlu Türk’üz;
Biz de milletlerin en kadimi ve en ulusu
Türk’ün başbuğuyuz!”.
(Şimdilerde başımızdakiler öyle sanatkâr kişiler hakkında peşpeşe davalar açıyor( Fazıl Say, gazeteciler, öteki aydınlar) ya da Silivri zindanlarına atıyorlar, ya da evlerinin önünde katlediliyor)
DİPNOTLAR
[i] Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamartine Kapı Yayınevi 2011 Sf sf 97-99)
[ii] Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamartine Kapı Yayınevi 2011 Sf sf 98
[iii] Evliya Çelebi Seyahatnamesi Hac Kitabı Yeditepe Yayınevi 2011 Sf 348-349-353
[iii] Evliya Çelebi Seyahatnamesi Hac Kitabı Yeditepe Yayınevi 2011 Sf 348-349-353
[iv] İbni Şıhne: 1348 de doğdu. 1412 de öldü. Hukuk ve edebiyatla uğraştı. Şam ve Halep’de kadılık yaptı. Halep’e geldiğinde Timur’un huzuruna çıktı. Ravdat-ül Menazir Fi Ahbar-ül Evavil Ve-l-Evahir (Öncelerin ve sonraların Haberleri Hakkında Manzaralar Bahçesi) adlı bir kitabı vardır. Kitapta Hz. Âdem’den 1403 yılına kadarki tarihsel olaylar anlatılır.
[v] Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamartine Kapı Yayınevi 2011 Sf 105-106-107
Yorum Gönder