Masanın çevresinde 4 kişiyiz.
Bedrettin Dalan, Adnan Kahveci, Erol Aksoy ve ben...
Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, Haliç'i nasıl temizleyeceğini;
“Altın Boynuz''u kirleten tersaneleri, fabrikaları ve kaçak yapıları yıkarken karşılaştığı güçlükleri anlatıyor.
Hayatımda tanıdığım en dürüst ve değerli politikacılardan biri olan Adnan Kahveci de her olumlu projede olduğu gibi, Haliç operasyonunda Dalan'a destek veriyor. Beni o günkü toplantıya davet eden de Kahveci... İktisat Bankası'nın sahibi Erol Aksoy ise, iktidardaki ANAP'ın kurucularından.
Dalan'ın anlattıkları çok etkileyici...
Haliç'in iki yakasında yeşil alanlar oluşturacağını, spor tesisleri yapacağını söylüyor.
Sonra sözü asıl büyük projeye getiriyor.
Önündeki kağıda Haliç'i kuşatan bir boru hattı çiziyor.
“Bunlar kolektörler!'' diyor.
“Güneydeki kollektörlerle, Haliç'i pisleten atıkları toplayıp, Yenikapı'daki arıtma tesisine getireceğiz. Burada yüzde 35-40'lık bir kaba arıtma yapacağız. Daha sonra da Ege'den gelen hızlı dip akıntısına pompalayıp, Karadeniz'e çıkmasını sağlayacağız. Böylece hem Haliç'e pislik akıtmamış, hem de bu sirkulasyonla akıntı yaratmış olacağız. Üniversite akıntının hızını, taşıma kapasitesini ölçtü ve garanti verdi. Bu akıntıyla Haliç, eski temiz günlerine kavuşacak!''
Dalan projesinin ayrıntılarını anlatırken, gözümün önüne çocukluk günlerimin Haliç'i geliyor. Fener İskelesi'ne yanaşan Şehir Hatları vapurlarının güvertesinden atlayışlarımız... Ayvansaray'ın gökmavisi sularında yarıştırdığımız kulaçlar... Lapa lapa yağan kar altında, misinanın ellerimizi yarması pahasına, fener ışığı altında tuttuğumuz lüfer balıkları...
Heyecanla soruyorum.
“Peki Haliç eski günlerine ne kadar sürede dönebilecek Sayın Başkan?''
Dalan sağ elinin işaret parmağıyla gözlerini gösteriyor.
“Mucize 2 yıl içinde gerçekleşecek!.. Haliç gözlerimin rengi gibi masmavi olacak!..''
İnanılır gibi değil ama Dalan çok iddialı:
“Söz veriyorum, bu 4 kişi, en geç 2 yıl sonra Fener'de yüzme yarışı yapacağız!..''
***
Gerek Hürriyet gazetesine yaptığım haberlerimle, gerekse TRT'ye hazırladığım “Olay'' Programı'yla Dalan'ın “Haliç Operasyonu''na kamuoyu desteği sağlıyorum.
Güney Haliç Kollektörleri bitiyor, pislikler arıtılıp dip borularıyla akıntıya pompalanıyor. Ama Haliç umulan hızla temizlenmiyor.
Aradan 2 yıl geçiyor, görüntü değişmiyor. Haliç hala suları pas renkli eski Haliç...
Dalan'ı arayıp soruyorum:
“Sayın Başkan ne oldu? Mayoyu giydik, güneş yağını sürdük bekliyoruz! Gözlerinizin mavisi Haliç'e ne zaman yansıyacak!''
Dalan gülüyor!
“Merak etmeyin, yakında yüzeceğiz! Dipteki çamur tabakası çok yoğun. Sağladığımız akıntı bunu temizleyemiyor. Çamuru alacağız ki, akıntı güçlensin!''
O anda zihnimde şimşekler çakmaya başlıyor.
“Bedrettin Bey, bu iş taşıma suyla değirmen döndürmeye benziyor. Böyle yapacağınıza Haliç'i doğrudan Karadeniz'e bağlasanız... Maliyeti yüksek olsa da gerçekçi bir çözüm sağlamaz mı? Hem Boğaz da kirlenmemiş olur!''
“Merak etmeyin Uğur Bey, bu proje çalışacak! Kuzey'deki kolektörleri tamamlayıp, Boğaz suyunu Haliç'e akıttığımızda bu iş tamamdır!''
***
Kiralanan özel bir gemiyle Haliç'in dibinden binlerce ton çamur çıkarılıyor. Tabii bu işler bedava olmuyor. Halkın milyonlarca lirası çamurda kaybolup gidiyor!..
Ama yine nafile.
Haliç projeye direniyor.
Bunun da nedeni, dip akıntısının hesaplanmasında yapılan hata...
Üniversitedeki uzmanlar, Yenikapı'dan borularla kanaldaki akıntıya pompalanan pisliklerin, hiçbir engele takılmadan Karadeniz'e ulaşacağını hesaplamış.
Araştırma sırasında Rumeli Kavağı açıklarındaki doğal basamak unutulmuş!
Yani üniversitedeki hesap, Boğaz'a uymamış!
Bu nedenle tam verimli çalışmıyor!..
Yenikapı yönünden akıntıyla birlikte gelen atıklar, bu basamağa çarpıyor ve bir bölümü su üstüne çıkıyor. Basamağa rağmen geçenler, Karadeniz'e ulaşıyor.
Böylece Haliç istenilen hızla temizlenmediği gibi, Boğaz da kirleniyor.
İstanbullular'ın yediği midyeler de Boğaz'ın bu en kirli bölgesinden çıkıyor.
Çünkü midye pislikle besleniyor!
Bu nedenle siz siz olun, İstanbul'da asla midye yemeyin! Hatta midye tezgahlarının önünden bile geçmeyin! Zira bu koca koca midyelerin, birer ağır metal bombasından hiçbir farkları yok!..
***
Bedrettin Dalan çok uğraştı, kısmen temizledi ama, Haliç'i gözlerinin mavisine dönüştüremedi.
İstanbul'un yağmurları ve taşkınları, Haliç'in zeminini çamurla doldurmaya devam etti. Taşıma çamurla da akıntının sağlanamayacağı ortaya çıktı!..
İstanbul'un Marmara Denizi'ndeki adaları rant yağmacılarının elinde küçülürken, Haliç'teki çamur adacıkları büyüdükçe büyüdü!
Tayyip Erdoğan'ın tamamladığı Kuzey Haliç Kollektörleri de umulan yararı sağlamadı.
***
Dalan'ın hayalini gerçekleştirecek son ve en büyük hamleyi ise, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş yaptı!
Büyükdere'den başlayan ve yerin 30 metre altına kazılan 5 kilometrelik tünelle, Boğaz'ı Haliç'e bağladı.
Buna göre Boğaz'ın bol oksijenli suları Haliç'e akacak, böylece Haliç, Dalan'ın göz rengi gibi açık mavi olmasa bile, Boğaz mavisine dönüşecek... Akış günde 260 bin metreküpü bulacak...
Ayrıca Yenikapı'daki arıtma, biyolojik arıtmaya dönüştürülecek. Böylece Boğaz'ın kirlenmesinin önüne de geçilmiş olacak... Haliç'teki akıntıyı engelleyen eski Galata Köprüsü'nün başka bir yere çekilmesi de gündemde...
Son projeye imza atan bilim adamlarının hesabı böyle...
Bekleyelim görelim!
Proje çalışırsa ne ala!
Çalışmazsa çözüm olarak tek seçenek kalacak:
Haliç'i doğrudan Karadeniz'e bağlamak!
***
Haliç'i İstanbul sermayesi kirletti.
Sermaye kazanırken, İstanbul kaybetti!
Temizliğe harcanan milyarlarca lira, halkın cebinden gitti!
Şimdi sıra Boğaziçi'nin “Haliçleştirilmesine'' geldi.
Ne hayal tepeler kaldı, ne de hülya ağaçlar?
Muhteşem siluetin yerini “gökdelen'' denilen çürük azı dişleri aldı!
Belli ki Kadir Topbaş'ın gücü, bunu önlemeye yetmiyor!
Ankara'nın yüksek rakımlı tepelerinde oturanların damatları bile, İstanbul'da arsa işi kovalıyor!
Hele bir 3'üncü köprü olsun;
İstanbul'un nüfusu 30 milyonu bulsun!
Siz o zaman görün vahşi yağmayı!..
Oysa birilerinin bu gidişe “dur'' demeleri, kentlerine sahip çıkmaları gerekiyor!
Tarihi görev, “İstanbul'dan zengin olanlara'' düşüyor!..
“Bakakalırım giden gemilerin ardından!'' demiş Orhan Veli..
İstanbul zenginleri de, yitip giden güzelliklerin ardından bakakalıyor!
Bakmakla kalsa neyse!..
Yalılarda “Bu yağmadan ben ne kaparım?'' hesapları yapılıyor!
Türkiye'de zengin olmak, rantla köşeyi dönmek kolay!
Ama burjuva olmak zor!
Çünkü burjuva olmak, ahlak ve cesaret gerektiriyor!..
Kimde kaldı bu ahlak, kimde kaldı bu cesaret?