Resmini Yaptıran Fatih'te Bizans'ın Etkisi - Cevat Kulaksız

Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında orduları ile Bizans’a girdiği zaman,  soyluların saray kadınlarının debdebe içki âlemlerini de gördü. Bizans’ın içinde Rum, Yahudi, Ermeni, Ceneviz gibi Hıristiyanlarının eğlence şarap, rakı âlemlerini gördüler. Bizans halkı çevrelerdeki bağlardan harıl harıl şarap, rakı üretiyorlar, bunlarla Kâğıthane ve Haliç’in bağ, bahçelerinde içiyorlar, âlemler yapıyorlardı. Fatih’in atalarından Osman, Orhan,  Murat, Yıldırım Beyazıt zamanlarında şeriat gereği, Fatih’e kadar içki haram ve yasaktı.
Fatih Sultan’ın saltanat dönemi (1451–1481) İstanbul için fetih, inşaat yerleşme Fatih Sultan’ın saltanat dönemi (1451–1481) İstanbul için fetih, inşaat yerleşme dönemi idi. Bizans’la böylece etkileşme, başta Fatih olmak üzere, halk, Bizans’ın içki, (yavaş yavaş fuhuş) durumlarını görüp etkilenmeye başladılar. İstanbul’un mesire yerleri, çayır ve kırlarındaki kadınlı erkekli müzik, eğlence, içki âlemleri padişahın ve halkın da hoşuna gitmeye başladı. Böylece Fatih’ten sonra bütün padişahların, hem de halkın, yüzyıllar içinde içki âlemleri yaptıklarını görmekteyiz. Nitekim Fatih’in oğlu İkinci Beyazıt (1481–1512) zevk ve eğlenceye, içkiye istekli, müzik ve şenlikten çok hoşlanıyordu. Sarayda müzik eğitimi yaptırmıştı (1485).
Fatih Hıristiyanların tapınma, toplumsal yaşantılarına özgürlük vermiş ve yakınlık duymuştur. Öylesine yakınlık duymuş ki, Fatih “Avnî” mahlasıyla Galata’daki Katolikleri, kiliseyi, Hıristiyan kızlarını öven birçoğumuzun bilmediği, şaşkınlıkla okuyacağımız şiirler yazmıştır. Bu şiirleri okuyan devlet ileri gelenleri, Fatih’in Hıristiyanlığı kabul etmeyi düşündüğünün endişesine kapılmışlardır.
FATİH’İN HURİFİLİĞE İLGİSİ
Osmanlı sarayına kadar sızan, sapkın Hurufiler, kendi sapkın mezheplerine Fatih’e bile anlatıp, onun sempatisini ve ilgisini mezheplerine yönelttiler. (Hurufilik Hurufiya, Esterabad Fazlallah tarafından 800 (M1398) yılında Horasan’ın Esterabad kasabasında kurulmuş bir sapkın tarikat). Bu tarikat Şair Nesimi ve öteki halifeleri yoluyla yayıldı. Fatih Sultan Mehmet’in bu sapkın mezhebe ilgisini gören devlet uleması telaşa kapılınca, Vezir Mahmut Paşa’nın delaleti ve Fahrettin Acemi’nin nüfusu ile Hurufiler Edirne’de bir kumpasa getirilip diri diri yakılarak yok edildiler. Hurufilik XVI. Yüzyıla kadar propaganda ve Bektaşilerle devam etti. Şair Nesimi, Gül Baba, Bağdatlı Ruhi ve Fuzuli de bu mezhebe inananlardandır. Kurucusu Fazlallahdan dolayı, Fuzuli, oğlunun ismini Fazıl koymuştur.
Hurufilik Şair Nesimi sayesinde Anadolu’ya yayılmış. Hurufilik inancı, Tanrı’yı da sevgilisine benzeten şair Nesimi Halep’te tutuklanmış, uzun uzun yargılanmış, derisi yüzülerek öldürülmüş, ölüsü asılarak şehirden şehre teşhir edildikten sonra, yedi parçaya ayrılan cesedi, ibret olsun diye kendine taraftar bulduğu ve şiirlerinin ezberlendiği yedi ayrı şehrine gömülmüştür.
“OSMANLIDA KELLENİN PEK HÜKMÜ YOKTUR”.  Fatih Sultan Mehmet en büyük, en hoşgörülü bir padişahtı. Yani çok kültürlü, birkaç dil bilen, çok zeki bir padişah olduğu kesin. Portresini yaptırmak için Ressam Bellini’yi İtalya’dan getirtmiştir.
Türklerde heykel ve resim yapmak, (dinsel baskı nedeni ile) yasak olduğu için, portre resimleri yapılmıyordu. Fatih önce saraya bir nakkaşhane (minyatür atölyesi) kurdurmuştur. Resim yapmanın cahil-bağnaz halk arasında günah ve yasak olduğu için ve de toplumda o zamanları ressam olmadığından İtalya’dan ressam getirtmiştir. Tarihimizde bir ressama portresini yaptıran ilk padişah Fatih’tir. Daha sonra da, sarayın Nakkaşbaşısı Sinan Bey’i resim eğitimi görmesi için İtalya’ya göndermiştir. Sinan Bey, İtalya’dan döndükten sonra, ünlü “Gül Koklayan Fatih” portresini yapmıştır.
Bunun dışında İstanbul’u alması ile övündüğümüz Fatih Sultan Mehmet, ne acıdır ki güya devletin bekası için, İslam’da asla yeri olmamasına karşın,   öz kardeşlerini bile öldürtmüştür. Bununla ilgili kanunname bile çıkarılmıştır.
Bellini İstanbul’daki çalışmaları sırasında gördüğü bir olaydan etkilenmiş olsa gerek, bir kesik baş resmi yapmış. Fatih, ziyarete gittiği bir gün Bellini’nin odasında o kesik baş resmini görmüş, “kesik baş böyle olmaz” demiş, eleştirmiş. Bellini de, “ama ben böyle görmüştüm” filân diyecek olmuş, ya da ısrar etmiş. Sinirlenen Fatih sonunda hışımla buyurmuş yanındakilere, “tez bir adam getirin bana” demiş. Koşup getirmişler birini Bellini’nin atölyesine. “Uçurun şunun kellesini” demiş. Şak diye uçurmuşlar adamın kellesini. Belli’nin ayaklarının dibine düşen kelleyi göstermiş Fatih, “gördünüz mü” demiş. Bellini tabi dehşete kapılmış. Bu şiddetten korkmuş olmalı ki Bellini, hemen ülkesine dönmüş, sessizce. Görüldüğü gibi, insan kellesinin pek de hükmü yoktur Osmanlının. Kesilen binlerce baş yanında, savaşlarda esirlerin kellelerinden kuleler yapılmıştır.

ŞAİR FATİH
Hıristiyan dilberlerini, içki, müzik âlemlerini, dünyanın en muhteşem Abidelerinden Ayasofya’yı gören Fatih, “Avnî” mahlası ile kendi kültür birikimi ile Hıristiyan dinini, kilisesini, Galata güzellerini öven şöyle şiirler yazmıştır: 
“Bağlamaz Firdevs’e gönlini Galata’yı gören,
“Servi anmaz anda ol servi dilarayı gören,
“Bir frengi sıvelu İsa’yı gördüm anda kim,
“Lebleri dirisidür dindi İsa’yı gören,
“Akl-ü fehmin din-ü imanın nice zapt eylesün
“Kâfir olur hey müsemmanlar o tersayı gören,
“Kevseri anmaz ol içdüği mey-i nabi içen,
“Mescide varmaz o vardugi kilisayı gören,
“Bir frengi kâfir olduğun bilyrdi Avnî’ya,
“Belde zünnrini boynunda çelipayı gören,
Fatih’in bu şiirini günümüz Türkçesine çevirmeye çalışalım:
(Galata’yı gören, gönlünü Cennetin en gizemli bahçesine bile bağlamaz,
(Gönül güzeli bir sevgiliyi Galata’nın kendisine gören anmaz bir daha servi boylu başka sevgiliyi)
(Galata’nın kimliğinde bir Hıristiyan dili İsa gördüm ki,
(Dudakları kutsal bir tapınak olur, İsa’nın insanlık dünyasını gören,
Dinle imanın akıl ve anlayışını sıkı tutmak gerekir,
Yoksa ey Müslümanlar, o kiliseyi gören hemen kâfir olabilir
(Galata’nın içtiği katıksız şarabı içen, cennetteki Kevser şarabını bile anmaz olur.
(Orada karşılaştığı kiliseyi gören de bir daha gitmez mescide falan
(Avnî’ya bilirdi senin bir kâfir Hıristiyan olduğunu)
(Belinde keşiş kuşağını, boynunda haçını ören)
Çağlara, ordulara, ülkelere, nice insanlara hükmeden, zalim görünüşlü Padişah Fatih Sultan Mehmet (Avnî), Hıristiyan güzellerini, Bizansın bu zevk, içki, şarap, kadın, müzik âlemlerini görünce böyle nice âşıkça, duygulu şiirler yazmıştır.
[İkinci Beyazıt’ın oğlu Yavuz Selim (1512–1520) bir eğlence âleminde yarı sarhoş elindeki şaraba bakarak üzümden ilk şarabı çıkardığı söylenen İran Şahını anımsamış, o zamandan bu yana süre gelen bir lezzetin artık yıpranabileceğini düşünerek aniden şöyle der:
“Bint-ül ine bin bikrini Cem etti izale” (Üzümün kızının bekâretini Cem yok etti)
Aynı içki meclisinde şair padişah Sultan Selim’in veziri de şöyle aynı vezin kafiye ile yanıt verir:”Iskat-ı cenin oldu tehi kaldı piyale”(Çocuk düşürdü kadeh boş kaldı).
İşte böylece Osmanlı Bizans sayesinde içki, kadın, müzik âlemlerine başlamış oldu. Tabi içkileri imal eden, üretim yapan, satan ve de para kazanan Bizans artığı Hıristiyanlardı. 
Zaman zaman bazı padişahlar, içki düşkünlerine darbe vurmuşsa da, ne şiddetli ceza, yasaklar, (ne de din, iman, şeriat) Devrin şairi (Ömer Hayyam’dan yüz yıllar sonra) Baki de, mısralarında şöyle diyordu:
“Meyhaneler Beyt-ül Haram,
“Pir-i mugan şeyh-ül haram, {(Meyhaneler kâbe, meyhaneci ise Harem-i Şerif-e (Mekke’de Kâbenin hizmetine bakan şeyh)}] .
Kaynak:
1- Asılacak Adam Aziz Nesin SF. 17–18)
2-Büyük Türk Klasikleri Cilt:2 Ötügen Söğüt Sf: 380
3-İslam Ansiklopedisi Cilt:5 Sf: 599

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget