Ortadoğu’daki Şeytan Üçgeni (!) ve Araplar - Erol Manisalı

Ortadoğu hızlı bir şekilde yeniden devşirilirken sahnede ortaya konan oyun ile perde arkasındakiler oldukça farklı:
- “Diktatörler temizleniyor, demokrasi getiriliyor” biçiminde sunulan mesele, “petrol ve doğalgazın paylaşılmasına yönelik ilerliyor”. Irak ve Libya bunun tipik örnekleri; artık Sudan’ı da ekleyebiliriz.
- Ortadoğu Arap (ve Müslüman) dünyasında Şii (ve İran) cephesine karşı Sünni bir yeniden yapılanma yürütülüyor.
- Bu yeni yapılanmada şimdilik kontrol altına alınmış Müslüman Kardeşler cephesi öne çıkarılıyor. Bu bağlamda “İslami (ve dini) bir toplumsal yapı, demokrasinin önüne geçirilmek isteniyor. Çünkü denetimi ve yönetimi çok daha kolay. Bu arada Mısır usulü ve asker tarafından denetim altına alınmış ara rejimler de her zaman kullanılabiliyor. 12 Eylül 1980 sonrasında biz de yaşadık.
Bütün bunlar zeminin, sosyal ve siyasal dokunun yeniden yapılandırılması amacına yönelik. 2011 yılı başından beri Arap uyanışı olarak ortaya çıkan gelişmeler birer birer istenen sonuçları doğurmaya başladı bile!
ABD ve AB’nin Arap dünyasına yönelik bu politikasına karşın, bölgenin üç büyük aktörü bazen şablonun dışına çıkabiliyorlar. İran, İsrail ve Türkiye üçgeninde Batı’nın kontrol edemediği şeyler var.
Üç büyüklerin Batı açısından en uyumlusu Ankara olmasına karşın Türk-İsrail ilişkileri sorun yaratabiliyor. En azından, “Arap uyanışının kontrol dışına çıkması olasılığını” tahrik ediyor. Hatta, Sünni-Şii ayrışması yerine yakınlaşmasına bile yol açabilir.
Arapların “halledilmesi” sağlanırken İran, İsrail ve Türkiye’nin oyun bozanlıkları Batı’da şimdilik büyük rahatsızlık yaratıyor.
Oysa cepheler belirlenmiş.
- İsrail, ABD’nin bölgedeki stratejik ortağı, aynı zamanda AB’nin desteğini alıyor.
- Ankara, “Batı’nın bölgedeki bir uzantısı gibi”; en uyumlu ortak.
- Buna karşılık İran, ABD’nin ve kısmen de AB’nin muhalifi.
Bu tabloya karşın Türkiye ve İsrail’in aralarındaki sorunlar, Batı’nın Ortadoğu hesaplarına uymuyor. Hele Doğu Akdeniz’de tırmanan gerilim, işleri büsbütün karıştırabilir.
Uzun vadeli süreçte Türki, Arabi ve Farsi öğelere Kürdi bir faktör eklenmesi planı Batı’yı ve İsrail’i rahatlatıyor. Ancak Irak, Suriye, Türkiye ve İran’ı vuruyor.
Petrol ve doğalgaz paylaşımı yanında, “masanın altında kalanlar bunlar”. BOP içinde üç sözcük önem taşıyor; petrol, doğalgaz ve Kürdistan. “Demokrasi” ise en fazla kullanılan sözcük olsa bile, “bu bölge için, küresel güçlerin akıllarından bile geçirmediği bir şey”.
Türkiye-İsrail çatışması ve faturası
Yukarıda da andığım gibi İsrail ve Türkiye, “Batı’nın bölgedeki uzantıları konumunda bulunuyorlar”. Bu statüleri devam ederken aralarında çatışma lüksleri yok. Örneğin Ankara, “Batı ile angajmanlarını gevşetmediği sürece” İsrail ile siyasi, iktisadi ve askeri alanda iyi geçinmek zorunda.
Ayrıca Türkiye’nin tarihten devraldığı bağları var; Yahudiler ile 500 yıllık beraberliğimiz ve çıkar birliğimiz söz konusu. Cumhuriyet döneminde de dış siyasi, iktisadi ve kültürel ilişkilerde Yahudi vatandaşlarımız önemli roller üstlendiler.
Bugün Türk iş hayatında etkili bir konumları var. Dolayısıyla Türkiye-İsrail arasındaki yapay çatışmalar, “yalnızca bir dış politika meselesi değildir”. İç yapımızda da önemli sorunlar yaratır.
İsrail hükümetlerinin kimi politikalarını eleştirmekle ilişkileri bozmayı, birbirinden ayırmak gerekir. İlişkileri bozma sonucunu doğuracak yapay tahrikler her iki ülkeye de büyük zarar verir.
Türkiye-İran-İsrail üçgeni
Çelişkili görünse bile, Türkiye bölgede hem İran hem de İsrail ile iyi ilişkiler kurmak zorunda. İsrail, Batı cephesi için; İran da Avrasya cephesi için Türkiye’nin bölgedeki dayanakları durumundadırlar.
İran ve İsrail bugünkü rejimleri ve yönetimleri çerçevesinde karşıt (ve düşman) konumda olabilirler. Ancak Türkiye’nin Ortadoğu’daki ve uluslararası ilişkilerdeki çıkarları açısından, her iki ülke ile de ikili ilişkilerini sıcak tutması gerekir.
İran’la bin küsur yıllık, Yahudilerle 500 küsur yıllık bağların sonucu olarak, bu zorunluluk kaçınılmazdır.
Bu bölgede var olmanın doğal sonucu bu tür çelişkiler ortaya çıkabiliyor.
Uygulamada bir yandan füze kalkanını (radar ağını) topraklarımıza taşıyarak İran’la aramızı soğutuyoruz; öte yandan Doğu Akdeniz ve Mavi Marmara olaylarında, yapay krizlerin doğmasına ortam hazırlayarak neredeyse İsrail’le ilişkileri kesecek konuma geliyoruz.
Hem İran hem de İsrail sorunu, yarın Türkiye’nin başına yüklü faturalar çıkartabilir.
De Gaulle’ün sözünü anımsayalım; “Uluslararası ilişkilerde inancın ve ideolojinin yeri yoktur; çıkarlar ön plandadır”.

Erol Manisalı/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget