Barış Daha Daha Uzak - Şükran Soner

Barış Derneği kurucusu, yöneticileri oldukları için uzun yıllarını cezaevlerinde geçiren, yaşamları boyunca ilkeli barış savaşımı veren, ölen dostların kemikleri, yaşayanların yürekleri bugün daha bir farklı sızlıyor… Aslında insan haklarına yönelik yaşamın hangi alanı olursa olsun… En temel, evrensel insan hakları adına bireysel, örgütlü, savaşım verilmiş hangi alan olursa olsun, bugün dünden çok daha kötü, geride bir yerlerdeyiz… Bireysel, örgütlü insanlık tarihine yazılmış uzan soluklu, ağır bedeller ödenmiş savaşımlar boşuna mıydı? İnsan hakları, demokrasi, barış diye diye yol alırken nasıl oluyor da mehter yürüyüşünden daha beter, bir adım ileri iki adım geriye düşüyoruz?
İnsana ait değerlerini hâlâ koruyabilenlerden, çoğunluk giderek daha ağır teksesli medyatik beyin yıkamanın da etkisinde moralsiz, umutsuz, ağır bir yenilgi duygusunu yaşıyor… Neden-sonuç ilişkilerinde medyatik güdüleme öylesine baskın ki bireyin, örgütlenmelerin gücünü, emeğini aşan gelişmelerde gerçekler satır aralarında kalıyor. Gerçekle uzaktan yakından ilişkisi olmayan, güç odaklarının çıkarları adına kafa, kavram karmaşası başını alıp gidiyor… Kimi noktalarda en haklı, en doğru yapılmış işler bir kalemde siliniyor, dahası suçlama konusu olabiliyor… Çıplak, doğa yasaları benzetmesiyle… Örneğin siz kusursuz bir emekle toprağınızı ekmiş, çok yüksek verim alma noktasına gelmiş olun… Doğa afeti ile ürünü alamamaktan doğrudan suçlu olabilir misiniz?
Tabii ki dünyamızda yaşanan çoğunlukla doğal afetlerin bu kadar acımasız sonuçlar vermesinde, asıl suçlu düzenin esiri olarak yaptıklarımızla yine biziz. Dere yataklarında, yumuşak topraklarda, fay hatları üzerinde bilime aykırı yapılaşmada çok büyük yıkım, can kaybının asıl suçlusu deprem, doğal afet, kader olabilir mi? Demem o ki 1960’lı, 70’li yıllarda Türkiye’de yeşeren demokrasi, özgürlükler, insan hakları, emek hakları ekseninde bilinçlenme, örgütlenmelerle, insanca düzen için öncülük yapanlar, ağırlıklı solcu birey ve örgütlenmeler çok doğru, güzel işler yaptılar… Solun, DİSK’in öncülüğünde 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün anlamının Türkiye’ye taşınması da bunlardan biriydi. Barış Derneği’nin kurucu dostları boşuna cezaevlerinde yatmadılar…
***
İnsanlığın, ülkelerin, toplumların barış koşullarından kopmaları ile insan hakları, demokrasi, evrensel hukuk düzeni değerleri arasında çok sıkı, doğrudan ilişkiler var. Ama medyatik, çarpıtılmış değil, gerçek kavramları, değerleri ile… Giderek teksesli, sahibinin sesi konumunda kamuoyu oluşturmada işlev yapan, çağın silah gücünden daha etkin silahı medya kavram karmaşası, değerler erozyonunda öylesine işler yapıyor ki… İnsan aklı, bunca bilgi birikimi, ileri iletişim teknolojisine karşın giderek daha çarpıcı boyutlarda gerçeklerden kopup kavram, algılama karmaşasında sanalın kurbanı oluyor…
Şeker Bayramı ile çakışan 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında başkomutan olarak Cumhurbaşkanı Gül’ün tebrikleri kabul etmesi tartışması örneğin…Cumhurbaşkanı dünkü açıklamasında özetle, özenli sayılabilecek bir dille, askeri darbeler ürünü kimi çarpıtmaların, demokratik düzeltmelerle yerli yerine oturtulduğunu, Türkiye’nin demokratik haklarda gelişmiş ülkeler seviyesine getirilmekte olduğunu söyledi. ABD, AB’den Türkiye, gelişmekte olan tüm ülkeler, en çok da enerji, petrol yatakları üzerindeki İslam dünyası için biçimsel demokrasiye öncelik veren, insan hakları, hukuk devleti, barışa ilişkin evrensel standartları umursamayan, daha doğrusu emperyal çıkarlarına uygun görmeyen, siyasal, sermaye güç odaklarının da bu sanal, vitrin tabloyu çok sevip desteklemekte oldukları da kuşkusuz…
Zafer Bayramı’nın kabul töreninde başkomutan olarak sivil Cumhurbaşkanı’nın tebrikleri kabul etmesi fazlası ile vitrin, sanal bir görüntü… Bu ülkede gerçek barış, demokrasi, insan haklarının asgari ölçekleri ile geçerli olabilmesinin koşulları, olmazları olan güçler ayrılığı, yasama-yürütme-yargı bağımsızlığında. Aynı sivil Cumhurbaşkanlığı’nın anayasal varlık nedenleri… İktidar icratlarının kamu yararı, anayasal düzene uygunluk denetiminin yıllardır yok sayılıp bir biçimde İktidar icraatlarının onay makamına dönüşmüş olması kimin umurunda? En son seçim öncesi günlük işleri yürütme adına, demokrasilerde bir benzeri olamayacak KHK’yi çıkarıp bu kararnameye dayanarak Türkiye’nin geleceğine yönelik çok sayıda yasal düzenlemeyi diktatoryal bir üslupta çıkaran hükümete Batı dünyasından hesap soran mı var? Ya bağımsız yargının padişahın kadılığı konumuna getirildiği sayısız güncel, somut uygulama örneğine ne demeli?..
Zengin Kuzey dünyasında güçler dengesini kaydıran büyük krizler, dünya kaynaklarının giderek daha insanlık dışı yollarla milyarlarla dünyalının elinden, azınlığa kaydırılmakta olduğu süreçler kaçınılmaz savaşları üretiyor. Bu savaşlar günümüzde zenginlerin silahlı paylaşım savaşları yerine, yoksulların en altta kalmama uğruna güdülenerek birbirlerini ırklar, dinler, mezhepler, aşiretler üzerinden kırdıkları savaşlara dönüşmüş bulunuyor…

Şükran Soner/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget