Devlet geliyor kaçın! - Ayşenur Arslan

Liberal devlet anlayışı.. Sosyalist devlet anlayışı.. Ve daha pek çoğu. Tanımlar önemli. Çünkü devletin, o ülkenin yurttaşıyla arasındaki ilişkiyi anlatır. Genellikle de siyasal iktidar adına yurttaşın hırpalanması, soyulması, hizaya getirilmesi anlamına gelir.
Hatta kimileri devletin tanımı ve işlevini “siyasal iktidarın ağır abisi” diye özetler. Siyasal iktidarın topu mu patladı, hemen ağır abi olarak vaziyete el koyar. Topu patlatanı yere seriverir.
Başbakan Erdoğan, 1 Mayıs olaylarında gözaltına alınanlar tutuklanmadı diye feveran etmiş. Devlet meselesi oradan aklıma geldi.
Demiş ki Başbakan: “Yargı sapanla taş atanları bırakıyor. Sen o taşları, demir bilyeleri kullananları bu kadar rahat bırakırsan, bu ülkede terörle mücadele zorlaşır.”
Bu cümleyi neresinden tutmalı, bilmiyorum. Bir) Demokratik bir ülkede bir başbakan yargıya böyle seslenemez. İki) Meclis’ten daha yeni çıkan 4. Yargı Paketi, aslında yargının tam da “böyle yapmasını” öngörüyor. “Her eylemi terör diye sınıflandırma ve her eylemciyi terör örgütü üyesi diye içeri atma” diyor. Üç) Yıllarca silahlı mücadele yürütmüş, yani mücadele için yöntem olarak terörü seçmiş PKK muhatap alınıyorsa ve elini kolunu sallayarak sınırı geçmesine göz yumuluyorsa; bu ifade ancak “mizah konusu” olur.

ERDOĞAN ARTIK “DEVLETİN TA KENDİSİ”

Erdoğan, iktidarının ikinci dönemine başlarken, şu meşhur balkon konuşmasıyla milyonları fethetmişti. O konuşmasında (pek çok demokratik vaadin yanı sıra) devleti “milletin hizmetkârı” diye tanımlamıştı. Erdoğan’ın son dönemi gösterdi ki, artık millet devlet için var. O devlet de zaten (kendisi de ağır abi olarak bilinen) Erdoğan’ın ta kendisi!
Adına devlet denilen karmaşık ve hassas aygıtı rahatlıkla kurcalıyor, en önemli parçası olan yargıyı kendi çıkarlarına göre baştan sona değiştirmeye kalkabiliyor.
“Çözüm süreci” dediği yakın tarihin en kritik mutabakatına dair herhangi bir ayrıntı vermeye tenezzül etmiyor. AKP’li vekiller hiç sıkılmadan “vallahi biz bile bilmiyoruz” diyor. Başbakan kalk derse kalkıyor, otur derse oturuyorlar.
Erdoğan, camiden havaalanına her projeye bizzat karar veriyor. Tüm eleştirilere rağmen, uzmanları ve ülkenin ortak aklını hiçe sayıp nükleer santral anlaşmalarına imza atıyor. Geleceğimize ipotek koyuyor.

“TALİMAT VERİN VALİNİZE...”

Elbette bir insan böyle büyük bir güce sahip olur, “devletin kendisi” haline gelirse başı döner. O gücü, rahatlıkla at koşturabildiği Türkiye ile sınırlı tutmaz. Gazze’ye de “ağır abilik” yapmaya soyunur. Nükleer santral anlaşması yaptığı Japonya Başbakanı’na, “biz size santral ihalesi verdik, siz de bize olimpiyatları verin” diyebiliyor:
"Tokyo da olimpiyatlar konusunda bize rakip olarak görünüyor ama ben Sayın Başbakan'a 'çekilin' dedim. 'Bu olimpiyatı da biz yapalım' dedim. Herhalde Tokyo Valisi'ne bu talimatı verecektir.”
Japon Başbakan, kibarca “hayır” demiş. Japon heyetinden bir yetkili de, “Uluslararası Olimpiyat Komitesi” böyle bir pazarlığı şaka bile olsa hoş görmeyeceğini söylemiş.
Şaka mı! Doğrusu Erdoğan’ın şaka yaptığını sanmıyorum. Ona göre, bir vali başbakanın talimatını yerine getirmekle yükümlüdür. Japonya’da veya gelişmiş ülkelerin herhangi birinde akla bile getirilemeyecek bir ilişki, bu topraklar için normaldir çünkü.
Hatırlayın, Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş, "Ben hükümetin Valisiyim. Hükümetin valisi olmak utanılacak, sıkılacak bir şey değil” demişti.
Doğrudur, artık neredeyse tüm valiler hükümetin valisi. Bunu söylemekten veya gereğini yerine getirmekten de utanıp sıkılmıyorlar. Tıpkı, başkanlık sistemine dair öneriyi de, PKK ile mutabakatın perde arkası veya ayrıntısını da bilmeyen AKP’li vekiller gibi! Ya da bu manzaranın adını “DEMOKRASİ” koyan siyasetçiler, bürokratlar, liberaller, medya mensupları gibi!

12 EYLÜL’ÜN VALİSİ KİMİ HİZMET ETTİ?

İki yazıyı bir arada okuyunca daha net anlaşılacak: Eğer demokrasi kuralları ve kurumları ile yerleşmemişse, daha önemlisi toplumda “vazgeçilmez” hale gelmemişse, güç kimdeyse devlet onun hizmetine girer. Bugün o güç Erdoğan’da. Geçmişte, örneğin Kenan Evren’deydi. Öykü de, zaten Evren dönemine ve o dönemin bir valisine ait.
Öyküyü, Metin Üstündağ’ın imzasını taşıyan OT Dergisi’nin son sayısında okudum. Ayça Örer, 40’lı yaşlarını süren Tuncelili Yeter’in yaşadıklarını anlatmış bize.
12 Eylül sonrası, Yeter 11-12 yaşındayken Tunceli’ye bir vali gelmiş. Emekli general Kenan Güven. Vali, Tunceli köy köy dolaşıp 3 bin kadar küçük yaşta kızı toplamış. “Kızlarınızı okutacağız” diye ailelerinden alıp İstanbul’a götürmüş.

Götürüldüğü İstanbul’u Yeter şöyle anlatmış:
“Hapishane gibi bir yere geldik. Etraf betondu, sadece bahçeye çıkıyorduk, orada da sadece gökyüzünü görebiliyorduk. Burasının Kuran kursu olduğu, iki yıl sonunda İmam Hatip Lisesi’ne gidebileceğimiz söylendi. Ben okul diye heyecanla beklerken, büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.”
Bu, karşılaştığı ilk travma olmuş Yeter’in. Asıl travmayı memleketine döndüğünde yaşamış. Çünkü Kuran kursunda ona, “ailesinin, çevresinin yaptığı her şeyin yanlış ve günah olduğu” anlatılmış. Dahası, zihnine bunların korkusu kazınmış. Evine döndüğünde ailesinin inancını sorgulamaya, sabunla el yıkamaktan margarin yemeye kadar günah listesini dayatmaya başlamış.
Öykü bu kadar değil. Tümünü okumak isterseniz OT Dergisi’ni alın. Yeter’e kulak verin. Bir de, Ayça Örer’in kaleminden 12 Eylül sonrası Tunceli bilançosunu:
3 bine yakın çocuk İmam Hatiplere gönderildi.
Kente 82 cami yapıldı.
Mezar taşları “şirk” olduğu gerekçesiyle yıkıldı.
Devlet adına bunları yapan Vali Kenan Güven, Kırklareli Valiliği’ne, yani Batı’ya terfi etti! 1994 yılında da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından ödüllendirilerek Belko Genel Müdürlüğü’ne getirildi.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget