Mevzuya “Kandil’in etekleri... Yerler sapsarı, ağaçlar yemyeşil...” diye girince, sanırsın Kemal Tahir olma sevdasına düştü Hasan Cemal! Terör kampı değil de “Yediçınar Yaylası”
anlattığı...
Ki keşke erişilememiş edebi seviyeyi taklit olsaydı Cemal’in derdi. Ama değil; “büyük iş” onunki! Bunu, 2009 yılında önceki Kandil seferi ertesinde “kanka”sı Cengiz Çandar söyledi: “Bir gazetecinin meslek işlevinde ‘büyük’ iş yapması demek, siyasi sonuçlar üretecek çapta bir işe imzasını atması demektir. Hasan Cemal öyle bir iş yaptı ki, Ankara’nın kımıldamasını gerektirdi.”
Nitekim Ankara kımıl kımıl o günden beri. Dün BDP’lilere “pozitif enerji” veren Cumhurbaşkanı o gün “iyi şeyler”i müjdeledi! Terörist, Habur üzerinden “düzova” ya indi! Mülki amirler “eyalet stajı” için ABD’ye gönderildi! Ordu-Millet el ele diyen “faşist devlet”, Apo ile elele verecek biçimde “liberalleştirildi”! (Ki bu vesileyle bize de Ecevit’in eremediği sırrı, Öcalan’ın neden “teslim edildiğini” öğretti!) “Türk ulusalcıları(!)” terörist oldukları iddiasıyla cezaevlerine tıkılırken, dağdaki teröristler “Kürt ulusalcısı(!)”na dönüştürülmek suretiyle TBMM’ye davet edildi; ki bu arada tıkıldıkları cezaevlerinden TBMM’ye girmek isteyen “Türk ulusalcıları/milliyetçileri”ne “12 Eylül ıslahatı”na uğrayan yargı, geçit vermedi!
En vahimi bunların hiçbiri gizli-saklı değildi. Hiçbir yerde değilse, bu gazetenin manşetlerinde defalarca deşifre edildi... En basiti, 1997 yılındaki CIA raporunda yapılan “asker açılımı destekliyor” vurgusunun bir “zemin çalışması” olduğu uyarısına azıcık şüpheci yaklaşılabilseydi, Doğan Güreş’in bas bas “PKK’lıları bunlar besliyor” diye bağırdığı ABD ile kafa kafaya verilip, PKK’yi bitirebilecek güçteki unsurlar böyle kolay tasfiye edilemezdi.
***
Çandar, vakti zamanında “büyük iş”lerin neden her seferinde Hasan Cemal’e nasip(!) olduğunu da şöyle izah etmişti: “Kiminle görüşeceğini doğru saptamak, bunun ‘zamanlaması’nı doğru yapmak yetmiyor. O belirlenen kişiye, tam da o zaman dilimi itibarıyla ne sorulacağını, nasıl sorulacağını ve niçin sorulacağını bilmek... Bunu yapabileceği bilindiği için Kandil eteklerinde Murat Karayılan ile görüştüğü iki odalı, kerpiç tavanlı bir köy evinin kapıları, o kapıdan girip aynı işi yapmak isteyen bunca gazeteciye değil de Hasan Cemal’e açıldı.”
Merak ediyorsunuz değil mi? Görevi haberdar etmek olan gazeteci niye denge gözetsin ki?
Gazeteciyse yapmaz tabii; ama esas soru “Hasan Cemal gazeteci mi?”
Cemal’in yayımlanmış son satırlarından başlayıp geriye doğru gittikçe, yazdıkları ve yazamadıklarının toplamı koca bir “hayır” çığlığı!
Misal; dün yayımlanan “Kandil ziyareti özeti”:
“Silah ve şiddet devri kapandı, barış zamanı geldi; bu gerçeği Kandil de, İmralı da, Ankara da biliyor; ama barışın gereğini yapmak için siyasi irade, siyasi cesaret şart!”
Bunlar bir “gazeteci gözlemi”mi yani?
Bu sorunun cevabı da bir başka metinde; 1997 yılında CIA Orta Doğu Şefi Graham Fuller ile ABD’nin “açılımcıbaşı” tayin ettiği Prof. Henry Barkey’in kaleminden çıkma “Kürt Raporu”nda gizli:
“Sivil politik liderler çok zayıflar ve Kürt sorununa girmeyi arzulamıyorlar. Türkiye’de bu sorunu askeri olmayan yöntemlerle çözme cesaretini gösterecek lider yoktur!”
Ne diyorduk biz böyle durumlarda; piştiiiii!
Ama ne gam, tam da bir başka açılımın yolları döşenirken, Erivan’a gidip “Soykırım Anıtı”na çiçek bırakarak özür dileyen, varlığı ile konjonktürel olarak kah 1971’deki, 1997’deki gibi askeri, kah bugünkü gibi sivil darbelerin “provokatör” ihtiyacını gideren Cemal, belli ki ABD ile pişti müdavimi!
Kendisine sorsan “Bu meslek poponun üstünde oturarak yapılmaz da Kandil’e ondan gitti!”
Kandil dönüşü “köşk”e de onun için mi davet edildi? Onun için mi 1 Ağustos 2009’da Gölbaşı’nda “açılım”ın Türkiye ayağı temel atma toplantısına katılan 12 kişiden biriydi?
Gazeteci elbette PKK’lı ile de, Türkiye’ye değil PKK’lı, kedi bile vermeyeceğini söyleyen kukla Talabani ile de söyleşir... Ama aynı gazeteci aynı Talabani İstanbul’a geldiğinde, onun baş başa yemek yediği bir avuç dostundan biri olduğunu itiraf ederse, biz nereden bilelim yazdığı güzellemeler işmi, aşk ilişkisinin belgesi mi?
“Gazeteci” maskesi ile orduevine bomba atılmasını planlamak dahil envai çeşit provokasyona imza atmış Cemal böyle de, Cengiz Çandar çok mu farklı sanki?
Çandar’ın “O CIA raporu”nu yazan ajan Fuller ile “makale ortağı” olmasına ne demeli? Ya “Ajan Fuller”in öteki “makale ortağı”nın da, CIA’nın “cesur siyasetçi gerek” dediği rapordan bir yıl önce 1996’da “Siz, İstanbul’u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz!...” deyip Tayyip Erdoğan’ı işaret eden Abromowitz olmasına?
Ve bu arada hem Cemal, hem Çandar, “federasyon”un ilk solisti Özal’ın prensleri!
***
İşe bakın ki, Yeniçağ’ın 25 Haziran 2011’de “O komutan hangisi” manşetini atmasına, Necati Doğru’nun üç gündür sorguladığı “kalleş soru”lara dayanak oluşturan ve Çandar’ın bir Genelkurmay Başkanı’na mal ettiği “PKK’yı bitiremeyiz” sözlerinin telifi de aslında Henry Barkey’e ait, iyi mi?
Barkey tam da Ümraniye soruşturmasının “Balyoz” adıyla muvazzaf subaylara döndüğü günlerde diyor ki: “Ordunun nihayet PKK’yla veya Kürtlerle 25 yıldır süren bu savaşı kazanamayacağını idrak eder noktaya geldiğini söylemeliyim!”
***
PKK’nın siyasallaştırılmasını ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter yapısının gerekli anayasal düzenlemelerle “federatif” hale dönüştürülmesini yani “mozaiği” öngören süreci planlayan ABD, hem de Büyükelçi sıfatıyla görev yapmış iki CIA ajanı Mark Parris ve Eric Edelman ile orada...
“Öcalan ile müzakere”nin taraflarından MİT’in eski müsteşarı “İmralı muhatap alınsın”cı Sönmez Köksal orada...
Sınırlarımız içerisini betimlerken “PKK bölgesi” ifadesi kullanarak terör örgütüne iktidar alanı yaratan, terörle mücadeleyi, Kürtlerle savaş olarak ifade edip, teröristlerle ilgili meşru bir güç algısı oluşturan, devletin PKK ile pazarlığa oturması için arabuluculuğa soyunan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yürüttüğü vatan savunmasını ‘terörist eylemler’ gibi sunan, insan hakları, demokrasi gibi kavramlarla oynayıp, her türlü isyan, katliam, ayaklanma, pusuyu hak arama mücadelesi, halkların direnişi gibi yansıtan, velhasıl Atatürk’ün mirasını “yara” olarak tarifleyen Fuller’in ağzıyla konuşan Cengiz Çandar ile Kandil’in eteklerinde bir mezarlıkta, PKK’lıların doğum tarihlerine bakıp dertlenirken şehitlerimizi kast ederek kerhen “elbette onlara da yazıktır” diyebilecek kadar “başkalaşmış” Hasan Cemal orada...
Çandar’a CIA’nın hazırladığının kopyası olan “Kürt raporu”nu sipariş eden TESEV adına Can Paker, yani “böl-parçala-yönet”çi Soros’un ruhu orada...
E bir de “Avrupa yakası”nın gönül rahatlığıyla teslim edilebileceği Cem Duna...
Nasıl kadro ama...
Boşuna mı diyoruz bu “organizasyon”un merkezi Bebek’te ve -sırf Hasan Cemal ile Cengiz Çandar “gazeteci”olmadığı için- o merkez hâlâ karanlıkta!
***
Son “pişti” de hâlâ ikna olmayanlara... Cengiz Çandar’ın Radikal’deki dünkü yazısının başlığı “CHP boykotu; Neo-Ergenekon krizi”ydi. Prens Sabahaddin’in çağımızdaki en büyük müridi Mehmet Altan hangi başlığı atmıştı dün peki: Neo-Ergenekoncu kalkışma!
İkisininde hedefi muhalefeti algıda terörize etme gayreti!
Bu yazının sonuna Sadri Alışıkvari bir replik yakışır artık değil mi: Bu da mı tesadüf “Hasan Abi”?
+++
Her şey o “kalleş soru”yla başladı:
“PKK’yı bitirebilir misin?”
Kalleş bir soruyla: Apo, eve çıkabilir mi? Kalleş bir soruyla: Teröristin adı isyancı olabilir mi? Kalleş bir soruyla: TESEV raporu yazılabilir mi? Kalleş bir soruyla: Kandil’e gidilir mi? Kalleş bir soruyla: Karayılan konuşturulur mu? Kalleş bir soruyla: Başbakan açılım yapabilir mi? Kalleş bir soruyla: Habur’a mahkeme götürülebilir mi?Kalleş bir soruyla: Milli irade aldatılabilir mi? Kalleş bir soruyla: Demokratik özerklik olabilir mi? Kalleş bir soruyla: Diyarbakır’da Meclis kurulabilir mi? Kalleş soru şuydu: Başbakan Tayyip Erdoğan, Genel Kurmay Başkanı’na “Siz bu PKK’yı 3 ay içinde veya 1 yıl içinde askeri olarak yeneriz, bitiririz diyor musunuz?” diye sormuş.
***
Dayanakları kalleş soru: Türk ordusu PKK’yı yenebilir mi?”
TESEV’ci işadamı Alaton. Ünlü Tv sunucusu Ali Brand. TESEV raporcusu Çandar. Kandil kıyakçısı Hasan Cemal. Kandil komutanı Karayılan. Habura hakim gönderen Başbakan. Kuzey Irak’dan Necirvan Barzani. Zemin hazırlayan, propaganda ajanlığı yapan, milli iradeye akıl vermeye kalkan bu isimlerin hepsi, bu kalleş sorudan yola çıkıyorlar.
“Madem ki yenemeyiz, o zaman PKK’ya terör örgütü demeyelim. İsyancılar diyelim. Apo’ya terörün başı demeyelim. Dördüncü Kürt isyanın önderi diyelim. Böyle demeye ve ona uygun teslimiyetçi çözüm üretmeye kendimizi hazırlayalım” propaganda gazeteciliği, propaganda raporculuğu, propaganda işadamlığı, propaganda başbakanlığı, propaganda tv sunuculuğu ile bu görüşü bütün Türk halkına kabul ettirelim.
Bir Başbakan, kendi emri altındaki Genel Kurmay Başkanı’na “Sen PKK’yı 3 ay içinde veya 1 yıl içinde askeri olarak bitirip, kazıyabilir misin?” diye bir soru sorduysa bu soru kalleş bir sorudur. Çünkü Başbakan bu soruyu soramaz. Başbakan, halkın yüzde 50 oyunu almış, milli iradenin temsilcisi olarak “ülkenin toprak bütünlüğünden sorumlu olduğu” için Genel Kurmay Başkanı’na “PKK’yı bitir... İsterse bin yıl sürsün kökünü kazı... Neyin eksikse benden iste... Senin önüne kim engel çıkartıyorsa bana söyle..” demesi gerekir. Bunu dedikten sonra; Genel Kurmay Başkanı, “hayır ben PKK’yı yenemem” diyorsa Başbakan’ın, Genel Kurmay Başkanı’nı derhal görevden alıp, yerine “PKK’yı yenecek bir yeni Genel Kurmay Başkanı’nı koyması” gerekir.
Bu kalleş soru soruldu mu?
Genel Kurmay Başkanı kimdi?
Adı niçin açıkça yazılmıyor?
Gerçekten cevabı ne oldu?
Başbakan niçin susuyor?
Necati Doğru / Sözcü
+++
Yakındır, “şehit maaşı” da bağlarlar
“BEN İslamcıyım, benim eski gömleklerim, şalvarım duruyor” .
Altan Tan Kürt ve belli bir etnik mücadele yürütüyor, ama İslamcılığını vurgulamaktan geri kalmıyor:
“Kürt ulusalcıları Şeyh Said’in dini yanını görmüyor, dinci Kürtler de, onun etnik yanını ihmal ediyor. Oysa, Şeyh Said’in İslamcı olarak, Kürt talepleri var”.
1925’teki Kürt isyanını yöneten Şeyh Said’i anma törenini geçmiş yıllarda sivil toplum kuruluşları üstleniyor. Bu yıl töreni ilk kez Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi düzenliyor. Ayrıca, Altan Tan’ın dile getirdiği gibi, törende Şeyh Said’in etnik niteliği ile dini niteliği birlikte anılıyor. Diyarbakır’da her gün her gün taş üstüne taş konuyor.
Yalçın Doğan / Hürriyet
Yorum Gönder