Ben de hemen şunu söyledim “Evet, bu yazımın üzüntüye neden olacağını biliyordum ve bunu bile bile yazdım.”
Hatta çok yakınım olan bir arkadaşım “Pes yani, sen de dozunu kaçırmışsın, biraz haksızlık olmamış mı?” diye sitem etti.
Ne diyeyim..
CHP’lilerin haklı olarak en yakındıkları, konu söylem ve eylemlerinin medyada yeteri kadar yer bulamaması. Bu çok doğru. Neredeyse 9 yıldır CHP ancak Erdoğan’ın hedefi olduğunda ya da magazin konularında manşetlere çıkabiliyor.
İktidarın yarattığı korku ortamında CHP’nin politikalarını yansıtmak, CHP’ye gerektiği kadar yer vermek biraz zor.
Buna karşılık, CHP’ye muhalefet etmek, yerli yersiz CHP’yi yerden yere vurmak ise serbest, çünkü bir yaptırımı yok.
Peki CHP muhalefet adına hiçbir şey yapmıyor mu? Yapıyor tabii ki. Ve bunlar gerçekten de medyada gerektiği gibi yer almıyor.
Ancak, işte bile bile üzdüm demem de buradan geliyor, CHP doğru yaptığını iyi anlatamıyor; ya çok kibar ya da pasif kalıyor. Medya kaynaklarını etkili biçimde zorlayamıyor.
Şunu unutmamak gerekir ki, haklı olmak her zaman yeterli etkiyi yapmayabilir, bunun için de yöntemler bulmak zorunda parti yönetimi.
Dünkü yazımda “ukalalık” da diyerek belki biraz ağır eleştirilerde bulundum, ama CHP yönetimine şunu söylemek isterim: “Medyanın size yeterince yer vermemesini sürekli bahane olarak kullanmak bir tür atalettir. Artık bundan da kurtulun. Tamam medya size yer vermiyor, o zaman başka kaynaklar bulacaksınız.”
Bir CHP’li “tellal mı gezdireceğiz, sizin sözünü ettiğiniz konularda basın toplantıları yaptık, televizyon konuşmalarımız var, önerilerimizi getirdik, çare yöntemlerini anlatıyoruz” dedi.
Doğru. Bunların hepsini izledim.
Örneğin yeni anayasa konusunda özellikle Emine Ülker Tarhan’ı dinliyorum. “135 kişi ile Meclis’te tozu dumana katacaklarını” anlatıyor, “Türkiye’yi askeri vesayet anayasasından kurtarıp sivil vesayet altına sokacak bir anayasaya geçit vermeyeceklerini” söylüyor.
Hepsi güzel. Ama bunun kamuoyunda bir karşılığı yok. Çünkü halk her ne kadar sorulduğunda “Evet yeni bir anayasa yapılsın” diyorsa da, “Nasıl bir anayasa?” sorusuna cevap veremiyor. “Daha demokratik bir anayasa nasıl olmalı?” dendiğinde şaşırıp kalıyor.
Demek ki CHP artık AKP’nin yazacağı anayasayı beklemek yerine kendi anayasasını kamuoyuna açıklamak durumunda. Böyle yapmalı ki ön almalı, AKP’nin yapmasından çekindiği anayasanın önüne geçebilmeli.
Örneğin dış politika uzmanı Osman Korutürk Libya ve İsrail ile ilgili görüşlerini bir basın toplantısıyla açıkladı. Kimsenin aklında bir şey kaldı mı? Çünkü Korutürk olağanüstü nezaketi ve diplomatik üslubuyla anlatıyor gerçekleri. Söyledikleri doğru ama etkili değil.
Oysa örneğin Türkiye’nin Libya politikasının Müslüman Kardeşler’in peşine takılmak olduğunu söylese sadece, en azından dikkat çekecek.
Gerçekten haddimi aşmak ve “ukalalık” etmek istemiyorum.
Bu yazıları CHP’li ya da karşıtı olarak yazmıyorum. AKP iktidarının yüzde 50’lik bir destekle “Canım ne isterse yaparım artık” fütürsuzluğuna karşı etkili ve gerçek bir muhalefet olması gerektiğine inanıyorum. Bunun da bir büyük siyasi hareketten geçmesi gerektiğini biliyorum.
Konu budur, üzülmek çare değildir.
Şüphe varsa gereğini yapın
Genelkurmay Silvan’da 13 askerimizin şehit edilmesi ile ilgili bazı “şüphelerin” bulunduğunu belirterek “Konu yargıya intikal etti” açıklaması yaptı.
Çok ilginç. Demek ki ileri demokrasi bu. “Biz beceremiyoruz, savcılar gelsin gereğini yapsın” demek istiyorlar herhalde.
Elbette demokratik bir ülkede sivil otorite belirleyici, denetleyici ve karar vericidir. Ama asker de askerliğini bilmeli.
Eğer 13 askerimizin şehit olmasında bir hata, bir yanlış varsa öncelikle gereğini siz yapacaksınız.
Hatalı olanı görevden çekeceksiniz, hakkında askeri işlemleri başlatacaksınız, ondan sonra bir de yargının karar vermesini isteyeceksiniz.
Görülmüş şey midir “Biz hata yaptık, gelin cezamızı verin” demek?
Sanıyorum tüm bunların yaklaşan Yüksek Askeri Şûra ile de ilişkisi var.
Sanki Şûra’da tasfiye edilmek istenen kimi komutanlar böylelikle topun ağzına konuyor. Herhalde onlara denecek ki “Kusura bakmayın, elimizden bir şey gelmiyor, hakkınızda yargı denetimi var, bu durumda emekli olacaksınız.”
Şecaat arz ederken
Çok güzel bir deyimimiz vardır; “Şecaat arz ederken merd-i kıpti, sirkatin söyler.” Yani “Kahramanlık yaparken hırsızlığını da anlatmak” anlamına gelen bir deyim bu.
Tutuklu albay Dursun Çiçek’in eşi Ankara’daki bir Ziraat Bankası şubesinde çalışıyormuş. Eşinin duruşmaları nedeniyle sürekli İstanbul’a gidip gelmek maddi olarak yıkım haline gelince İstanbul’a tayinini istemiş. Banka da bu talebi “Doğu’nun en ucuna tayin çıkararak” karşılamış.
Buraya kadar olan bölümü günlerdir yazılıyor, bunun nasıl bir haksızlık olduğu dile getiriliyor.
Ama benim dikkatimi çeken nokta başka. Ziraat Bankası yetkilileri bu atamada hiçbir “art niyet” olmadığını söyleyerek şöyle demişler: “Bazen bazı personeli gençlere yer açmak için emekliliğe teşvik amacıyla olmadık yerlere tayin ederiz.”
Yani emekli olma hakkını kazanmışsınız ama emekli olmuyorsunuz, sizi öyle bir yere gönderiyorlar ki gitmektense emekliliği kabul ediyorsunuz.
Bunu yapan devlet bankası. Üstelik hukuka da insan haklarına da aykırı bu yöntemi açıklamaktan hiç çekinmiyor bile.
“Türkiye korku içinde” dediğimde iktidar yandaşları kızıyorlar. Ama bu “canımın istediğini yaparım, işine geliyorsa” tavrına hiç sesleri çıkmıyor bile.
“Çan takalım”
Bütün fareler toplanarak evdeki kediden kurtulmanın çaresi için bir araya gelmişler, çeşitli görüşler ortaya atılmış sonunda “Boynuna çan takalım, çan sesini duyan bir deliğe kaçar, kurtulur” fikri ağır basmış, onların hararetli konuşmalarını karar aldıktan sonra sevinçlerini izleyen yaşlı fare “Çocuklar iyi de...” demiş artık dayanamayarak, “Kedinin boynuna çanı hanginiz takacak!..” (Yıldırım Tuna)
Her deprem sonrası bir süre depremi konuşup unutuyoruz. Anlaşılan yaşanan depremler “deprem etkisi yaratıp” ülkece bilinçlenmemiz için yeterli olmuyor! (Gani Yıldız)
Can Ataklı/Vatan
Yorum Gönder