-Kalemimin Sapını Gülle Donattım‘ın ikinci cildi ne zaman çıkacak?
Birinci cildin yazılmasının onbeş yıla yayıldığını bilse, belki sormaz bu soruyu. İkinci ciltle on yıldır cebelleşiyorum. Giderek şişmanladı, o evden öbür eve, bir otelden başka bir otele gezdirdiğim dosya.
Her yıl yeni bir oyun yazmak, onları prova etmek, sezon boyunca haftada dört gece İstanbul’da, üç gece turnede sahneye çıkmak biçiminde akıyor zaman. Mevsim sonu İstanbul’da perde kapanınca al bavullu, adım adım Anadolu… Bavulun arkadaşı şişman dosya çantası, kim, şehirlerde birkaç gün daha kalacağız, her gün otel değiştirmeyeceğiz, belki bir-iki sayfa daha yazabilirim umuduyla… Dosya açılmadan tamamlanır turne.
Turneler turneler, lingo lingo turneler! Bu akşam Balıkesir, yarın akşam Adana! Öyle bağlamış turneci! Ben bağlamıyorum ki turneyi, turneci denen tip var. Gece oyundan sonra gaza basmak gerekli. Kendi arabamla gidiyorum turnelere, gaza basan ben oluyorum. Şoförün yok mu? Yok! Arabada ikinci şahıs sevmiyorum. Arabada kafamın ütülenmemesi özgürlüğü. Direksiyon sallarken kafamda bir oyun, bir öykü, bir şiir, birkaç cümle…
Sağa çekip not alıyorum. Az önce yanlarından rüzgar gibi geçtiğim kamyonları yeniden solladığımda pek şaşırıyor kamyoncular. Manyak herhalde, diye düşünüyorlar. Deli gibi solluyor, sonra sağa çekerek bekliyor, sonra gene solluyor. Kamyon sollama sapığı!
Bu harala ve ekstra güsgürelenin içine “Sizinle bir söyleşi yapmak istiyoruz”, “Sizi bu akşam canlı yayına konuk etmek istiyoruz”, “Öğrencilerimiz sizi çok seviyor, okulda bir söyleşiye bekliyoruz” tacizleri giriyor. Reddediyorum, alınıyorlar. Kabul ediyorum, o gün kayıp.
Yeni oyun başladıktan iki ay sonra da- yanıyor gişeye oyunu görmüş izleyici;
-Yeni oyun yok mu?
-Oyun yeni başladı zaten.
-Ben onu gördüm.
-Yeni oyun ne zaman çıkar?
-Zaman zaman.
diye yanıtlıyor gişeci.
Tiyatroculuğum zamanımın çoğunu çalıyor, yazarlığa pek vakit bırakmıyor. Aydınlık’ta yazmaya başladığımdan beri haftalık yazılar dışında pek bir şey yazamadım. Günlüğüm güdük kaldı. Haftalık yazılar bir dönemin günlüğü oldu. O yazılarımın çoğunu turnelerde, sağa çekip dörtlüleri yakarak, onlarla yarıştığımı sanan, bu yüzden peşimden bayır aşağı deli gibi kökleyerek bana yetişmeye uğraşan, kasalarının arkasındaki yazıları birbirinden hüzünlü, lüzumundan fazla kaderci kamyonculara el sallayarak yazıldı.
Eskiden Aydınlık gazeteydi, sonra haftalık dergiye dönüştü. Yeniden gazete olarak var olmasına ben de el vermek istedim. Satışmış medyanın karşısında Aydınlık gazete olarak var olmalıydı. Ve oldu. Her gün artıyor okuyucu sayısı. Aydınlıkçı olarak nöbetimi tamamladım duygusundayım. Ya da bana öyle geliyor olabilir ve fakat şişmanlamaktan çok sıkılmış, çantaya zor soğan kapağı soluk dosya o duyguyla bütünleşmiş, matbaa kokusu özlemiyle yanıp tutuşmakta.
Dün gece hazırladığım bavulu ve şişman dosya çantasını. Çantada ikinci bir ince dosya var; yazılmaya başlanışmış tiyatro oyunu, şişman doksyanın parasız eki. Siz bu yazıyı okuduğunuzda çoktan gaza basmış olacak kamyon sollama sapığı.
Az biraz izninizi istiyorum. Gene yazarım ara sıra, bazı bazı. Yani kestane zamanı! Provalar kestane zamanına denk gelirse, yeşil erik zamanı, olmazsa sütlü mısır zamanı…
Her gün gazete bayiinden beş tane Aydınlık alıyorum. Görgüsüzce hepsini almıyorum, benden sonra gelen okuyucu gazetesine ulaşabilsin diye. Her birini bir takside, oturduğum kafede, yemek yediğim yerde, bir vapurda oturuyorum (!)
Yolumuz aydınlık olsun!
Ferhan Şensoy/AYDINLIK
Yorum Gönder