Bu operasyonlar, sadece esnafı değil, Beyoğlu’na yolu düşenleri bile canından bezdiriyor.
Çünkü zabıta ekipleri ansızın bir sokağa dalıyor ve oturanların altındaki tabureleri, önlerindeki masaları toplayıp kamyona yüklüyor.
Hiçbir şeyden haberi olmayan turistler tam yemeklerini yerken, kendilerini bir anda ayakta buluyor ve neye uğradıklarını şaşırıyor...
Fısıltı gazetesine göre tüm bunların nedeni Başbakan’mış...
15 Temmuz’da Berat Kandili akşamında araçla Beyoğlu‘nu gezmek istemiş; ama arabası Cuba Cafe’nin önünde çok fazla masa olması nedeniyle takılıp kalmış! Bunun üzerine Başbakan, “Şu masaların hepsi kaldırılsın” diye talimat vermiş!
Ne yalan söyleyeyim; ben bu söylentiye inanmak bile istemiyorum.
Zaten Beyoğlu Belediyesi yetkilileri de kararın Başbakan’ın Beyoğlu‘nu ziyaretinden bir ay önce alındığını söylemişler...
İyi de insanların ağzı torba değil ki büzesin!
Eğer sen yaptığın işin gerekçesini anlatmazsan ve sorunu uzlaşarak çözmek yerine “dayatmayı” seçersen, o bataklıktan daha binlerce dedikodu ürer!
Bütün çağdaş kentlerde bu tür meydanlar, caddeler, ara sokaklar bulunur...
Londra’da, Paris’te, Roma’da esnaf sokağa masasını koyar ve içki-yemek servisini yapar.
Zaten o sokaklar, o masalarla ruh bulur. Caddelere sohbet, dostluk, rahatlık hâkim olur.
O masaları kaldırdığınızda; insanlar sokaklarda rahat yürür ama o semtler ruhunu yitirir ve gelenlerin sayısı yarı yarıya azalır.
Ben her şeye rağmen Beyoğlu Belediyesi’nin bu uygulamasını “bir tür içki yasağı” olarak görmek istemiyorum.
Asmalımescit-Beyoğlu-Cihangir hattı; İstanbul’daki eğlence sektörünün kalbidir, ruhudur.
Burayı yok etmek, aynı zamanda bir kültürü ve yaşam biçimini yok etmektir.
Eğer amaç bu değilse, soruna daha mantıklı bir çözüm bulunmalıdır!
22’NCİ GÜN!
Ehliyetsiz sürücü Melek Doğan, 4 Temmuz’da Ümraniye‘de Yazgülü Keleş’e çarptı ve ölümüne yol açtı.
Sonra da kocasıyla beraber kaçtı.
Çarşaflıydı... Yani sözüm ona “inançlı”ydı.
Ama çarptığı kadının yerde kanlar içinde kıvranmasına aldırmadı.
Üç hafta bitti, dördüncü haftaya girdik; karıncayı bile saklandığı delikten bulup çıkaran İstanbul Emniyeti, Melek Doğan‘ı hâlâ bulamadı.
Anlaşılan “çarşaf”, kamuflaj için oldukça işe yarıyor!
İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın:
Sahi, Melek Doğan neden yakalanamıyor?
Günün Sorusu
BDP Milletvekili Bengi Yıldız, Silvan‘da 13 askerimizin katledildiği gün ilan edilen sözde demokratik özerklikle ilgi konuşmuş ve “Ankara’ya vergi vermememiz ama devletten yardım almamız gerekiyor” demiş...
Hak ettiği soruyu benim adıma kendisine siz sorar mısınız.
Gazeteci cinayetleri bu cezalarla mı önlenecek?
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink‘in katil zanlısı Ogün Samast çocuk mahkemesinde yargılandı...
Ve cezası dün açıklandı:
Hrant’ın hayatına biçilen bedel 22 yıl 10 ay hapis...
Yapılan hesaplara göre, mevcut infaz yasasına göre bu ceza
15 yıl, 2 ay, 8 güne iniyor...
Dört buçuk yıldır içeride...
Demek ki aşağı yukarı 10 yıl sonra serbest kalacak...
Yargılandığı örgüt davasından da mahkûm olursa; cezaevi hayatı en fazla 5 yıl daha uzayacak...
Bir başka deyişle en geç 36 yaşında özgür!
Sonra...
Hiç kuşkunuz olmasın; milletvekili, köşe yazarı ya da belediyelere iş yapan önemli bir iş adamı!
Hrant‘ın dünya çapında izlenen gazeteciliğini, aydınlığını, fikir adamlığını bir kenara koyun; sadece sıradan bir insan olduğunu düşünün...
Bir hayata biçilen bedel bu...
Milyonlarca gencin işsizlik korkusuyla yanıp kavrulduğu bir ülkede; bul bir yaşı 18‘i geçmemiş çocuk, beynini yıka, ver eline silahı, sonra da biraz para koy cebine...
Gitsin, senin istediğini vursun!
Hukukta bir kural vardır:
Haksızlığa uğrayanların ya da yakınlarının vicdanına sığmayan bir ceza; ceza değil, ödüldür!
Bu ödülden son nasiplenen de Samast oldu!
Kısacası... Bundan sonra sokakta yürürken daha dikkatli olmakta yarar var!
Mustafa Mutlu/Vatan
Yorum Gönder