Yılmaz Özdil’in Pazar günkü yazısını herkes okumuştur. Ben de çoğunuz gibi eski Hürriyet’i özleyen, gazeteyi sadece Yılmaz Özdil’i ve sayıları çok azalan birkaç değerli yazarı okumak için satın alanlardanım.
Yılmaz Özdil’in tamamen gerçeklerden oluşan bu “muhalif” yazılarını çok dikkatle ve ölçüp biçerek yazdığını tahmin etmek zor değil. Bu yüzden Pazar günkü yazısını da kısacık tutmuş.
Benim yaşım ve boyum Yılmaz Özdil’den çok daha büyük ve uzun olduğundan, yazısını biraz daha uzatmak istiyorum. Kendisinden izin almadım ama, İzmirli bir ağabeyine kırılmayacağına ve izin vereceğine inanıyorum…
*Sağlıkta reform yapıyorum diye, yetişmiş bilim adamlarını, uzman doktorları hastanelerden kovaladılar. Özel Hastanelerin çoğunun, ailenin ve yandaşların eline geçmesini sağladılar.
Cemaatin Hastaneler zinciri kurması için her türlü devlet desteğini, resmi ve gayri resmi olarak verdiler. Şeriat hukukuna inanan ve öyle yetişmiş yabancı uyruklu doktorların Türkiye’ye gelmelerinin önünü açtılar…
Fakat kendileri hastalanınca, yandaşların ve cemaatin hastanesine gitmediler!..
Kendi çıkardıkları Kanun Hükmünde Kararnameyi yani yasayı çiğneyip, Üniversite Hastanesinden kovaladıkları Profesörlerin bıçağı altına yattılar.
Gerek hastanede, gerekse evde yine bu doktorların kontrolünde iyileştiler.
Sonra Başbakan Ankara’nın yolunu tutarken, ameliyatı yapan doktorların o üniversiteye girmeleri yine yasaklandı. Peki aynı hastalıktan muzdarip bir gariban vatandaş, AKP’ye oy vermiş olsa bile, aynı üniversitede Başbakan’ın ameliyatını yapan doktorlara ameliyat olabilir mi? Nah olur.
Yasak Hemşerim… Başbakan’ın ki “can”, garibanın ki “patlıcan…” Yersen, İleri Demokrasi de bu işler böyle olur…
“Türkiye’de, “Savaş Suçlusu” ilan edilen Sabiha Gökçen Havalimanından Ankara’ya inen Başbakanımız, “Hitler”e benzetilen İsmet İnönü’nün önünden geçip, “diktatör” damgası yapıştırılan Atatürk’ün mozolesine çiçek koyduktan sonra, “katliam” arşivlerini açmamakla suçlanan Genelkurmay’a gelip, “soykırım”cı denilen Fevzi Çakmak Salonunda YAŞ’a katıldı…” (Y.Ö)
Başbakan Erdoğan 23 Kasım 2011 tarihinde, Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında Dersim olaylarıyla ilgili olarak şunları konuştu ve konuşması anında tüm dünyaya duyuruldu;
“Dersim yakın tarihimizdeki en acı, en trajik olaylardan biridir. Dersim aydınlatılmayı, cesaretle sorgulanmayı bekleyen bir faciadır. Dersim, CHP Hükümetlerinin ONLARCA-YÜZLERCE faciasından en acısıdır, EN KANLISIDIR…”
Bilindiği gibi şu anda 18 ülke, Amerika’da 41 eyalet ile Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamenterler Konseyi gibi kuruluşlar 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etmişlerdir.
Buna karşın Azerbaycan-Bulgaristan-Danimarka ve İsrail soykırımı kabul etmezken, İngiltere olaylar için katliam deyimini kullanmaktadır.
Soykırımı kabul eden ülkelerden bazıları bir kademe daha ileri giderek soykırımı kabul etmemeyi suç sayan tasarıları meclislerinden geçirmeye başladılar.
22 Aralık 2011 tarihinde Fransa Parlamentosunda buna benzer bir tasarı oylanacak. Yalnız bu defa Fransızlar kendilerince bir kurnazlık edip yeni tasarıda Ermeni soykırımı yerine “Fransa’nın tanıdığı soykırımları inkar etmek suçtur” deyimini kullandılar.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, gerçek tarihi belgeleri incelettirmeden, tekke- zaviyelerde ve karanlık izbelerde Cumhuriyet düşmanları tarafından uydurulan yalan-yanlış ve kulaktan dolma bilgilere dayanarak kendi devletinin kurucularını , kendi ordusunu, kendi geçmişini ONLARCA-YÜZLERCE facia ve katliam yapmakla, sayısı bilinmeyen binlerce insanın, kadın ve çocuğun katledildiğini, zorunlu göçe tabi tutulduğunu söyleyerek yanlış yere suçlarsa, ve o zamanın “Bölücü ve Kürtçülerini” baş tacı yapıp, birer kahraman olarak gösterirse, başkaları şunları söylerse ne cevap vereceğiz?…
“Nobel Barış Ödülü sahibi yazarınız, “Türkler 1 Milyon Ermeni’yi ve 30 Bin Kürdü kestiler” dedi, siz devlet olarak ona herhangi bir dava açmadınız. Başbakanınız, Ermeni soykırımı yoktur diyor ama, Cumhuriyet tarihinizde yüzlerce katliam olduğunu söylüyor. Dersim’de Alevilere soykırım yaptığınız şeklinde anlaşılacak sözler söylüyor, belgeler gösteriyor. Size kim inanır?
Siz Türk Milleti olarak Ermenilere de, Alevilere de, Pontus Rumlarına da soykırım uyguladınız” der ve Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarını önünüze koyarlarsa ne diyeceksiniz ?…
Tüm bu olanlar, Cumhuriyetle kavgası olduğunu, Cumhuriyet dönemine
“zulüm dönemi” dediğini açık açık söyleyen bir partinin 3 defa üst üste ve tek başına iktidara getirilmesinin sonucudur.
Türk Milletinin ödeyeceği bedel henüz bitmemiştir. Önümüzde bizi çok yakından ilgilendirecek bir Suriye meselesi, arkasından gelecek bir İran meselesi vardır. Bu badirelerden birliğimizi ve bütünlüğümüzü koruyarak çıkmamız en büyük dileğimizdir.
Dileğimiz budur ama, endişelerimiz çok büyüktür. Kendi ülkesindeki problemleri çözemeyen, ülke ekonomisi bıçak sırtında olan, ülkesini dış dünyaya yanlış yere jurnalleyen bir Başbakan’ın dünyaya “düzen verme” hastalığına yakalanması, endişemizi daha da arttırmaktadır…
İstanbul’un kalabalık semtlerinden bir sokakta 3 Diş Doktoru ayrı, ayrı muayenehane açarlar.
Biri kapısına “Türkiye’nin en ünlü diş doktoru” , diğeri “İstanbul’un en ünlü diş doktoru “ yazdırır.
Fakat en çok işi üçüncü diş doktoru yapmaktadır. Onun kapısında ise şu levha asılıdır; “Bu sokağın en ünlü diş doktoru…”
Başımıza ne geliyorsa, önce kendi ülkesinin en ünlü siyasetçisi olmayı beceremeyip dertlerinden kurtulmadan, kendini dünyanın en ünlü siyasetçisi saymaya kalkan acemi siyasetçilerden geliyor, daha da gelecek…
Yazıyı yine Yılmaz Özdil gibi bitirelim;
Aklınızda bulunsun…
Fransızca oui yazılıyor.
Vıyyy diye okunuyor !..
Vıy ki ne vıy, vıy….
Sağlık ve başarı dileklerimle
Rifat Serdaroğlu
Yorum Gönder