Mısır’da askeri cunta, üç haftadır süregelen protesto eylemini tüm dünya basınında nefretle karşılanan bir şiddetle bastırdı. Genel seçimlerin ikinci turunda, Müslüman Kardeşler’in ve Selefi akımların partilerinin aldıkları oyların oranı yüzde 70’e ulaştı. Mısır ve Devrimci Gençlik Bloku ile liberallerin toplam oyları yüzde 10 düzeyinde kaldı.
Son veriler Mısır’da ekonomik koşulların bozulmakta olduğunu gösteriyor. Ekonomik büyüme hızı yüzde 0.2’ye gerilerken, yabancı yatırımların yüzde 93, toplam yatırımların yüzde 18, turizm gelirlerinin yüzde 10.4 gerilediği hesaplanıyor (Bloomberg 25/12). Bütçe açığının bu yıl GSMH’nin yüzde 12’sine ulaşması bekleniyor (Al Ahram 25/12).
Ekonomik koşullar bozulurken, başkanlık seçiminin tarihi üzerine yoğunlaşan protesto eylemleriyle ilgili tartışmalar, siyasal İslamın, Silahlı Kuvvetler Üst Konseyi cuntasına yakınlaşmakta olduğunu düşündürüyor. Bu bağlamda oldukça kötümser yorumların birinde, Mısır’ın giderek Türkiye’ye değil Pakistan’a benzeyeceği ileri sürülüyordu.
Üç odaklı siyaset
Mısır’da siyasi coğrafyayı bir süredir üç siyasi odak arasındaki mücadele şekillendiriyor.
Mübarek devrildikten sonra yönetimi ele geçiren askeri cunta (artı, “yargı ve bürokrasi” - Shaboski, Alawsat, 21/12), aşağıda değineceğim ekonomik etkenlerin de baskısıyla, yeni şekillenmekte olan siyasi yapı içinde kendine etkili bir kurumsal konum sağlamadan yönetimi “sivillere” devretmek istemiyor.
Gereken pazarlıkların yapabilmesini açısından cunta, önce genel seçimlerin tamamlanmasını, başkanlık seçimlerine de genel seçimlerin sonunda oluşacak meclisin yapacağı anayasa belli olduktan sonra gidilmesini öngören programı uygulamaya çalışıyor.
Mısır “devrimini” başlatan, “gençlik” hareketi ve etrafındaki liberal entelijansiyayı da kapsayan blok, gereken hazırlıkların yapılamayacağını düşünerek, genel seçimlere, başkanlık seçimlerine giden sürenin uzatılmasını istiyordu. Daha sonra, siyasal İslam ve cunta arasında gelişmeye başlayan diyaloğu, “devrimin”, devrime katılmayanların iktidarını hazırlamakta olduğunu gördükçe, yönetimin bir an evvel sivillere devredilmesini, anayasanın hemen yapılmasını talep etmeye, bu amaçla meydan ve sokak eylemlerini yeniden harekete geçirmeye başladı. Bu süreç Devrimci Gençlik Bloku ve bağlaşıklarıyla, cunta arasında gittikçe sertleşen, geçen hafta ekranlara yansıyan kanlı çatışmalara yol açmaya başladı.
Bu siyasetin üçüncü köşesinde, askeri cunta ve Devrimci Gençlik Bloku çatışarak birbirini yormaya, toplumsal desteklerini tüketmeye devam ederken, adım adım iktidarı almaya doğru ilerleyen siyasal İslam var. Bu hareketin büyük kanadını Müslüman Kardeşler’in, genel seçimlerin ikinci turunda oyların yüzde 47’sini alan Özgürlük ve Adalet Partisi, küçük kanadını da Selefi hareketin, oyların yüzde 20’sini alan Nur Partisi oluşturuyor. ABD Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Senator John Kerry’nin son Mısır ziyaretinde, bu siyasi partileri ziyaret etmesi de ABD’nin yılda 1.3 milyar dolar yardım yaptığı Mısır ordusuyla bu akımlar arasında bir “modis operandi” oluşturmaya çalıştığını gösteriyor.
Siyasal İslam da siyasal sürecin takvimi konusunda cuntanın yaklaşımını benimsiyor. Bu akım, yeni anayasayı, genel seçimlerden sonra iskemlelerin çoğunu almış olacağı bir meclisin yapmasını istiyor. Bu nedenle de, özellikle Selefi Nur’un sözcülerinin, çatışmalarda ölen 14 gösterici ve askerlerin meclisin camlarından göstericilere fırlattıkları eşyaların arasındaki, üzerinde Kuran’dan ayetler yazılı metal plakalar konusunda suskunluklarını koruduğu; göstericilere, özellikle kadınlara karşı giderek daha eleştirel, sert bir dil kullanmaya başladığı görülüyor (El Ahram, 22/12/2011). Bu eleştirilere ABD dış politika çevrelerinden sesler de katılıyor (“The Frankenstein of Tahrir Square” Steven Cook, Foreign Policiy, 19/12/2011).
Pakistan’a mı benzeyecek?
Siyasal İslamla cunta arasındaki yakınlaşmanın arkasında güçlü ekonomik dinamikler de var. Mısır’da ordu, Pakistan ordusuna benzer biçimde makarna üretiminden maden suyuna, tüp gazdan petrol istasyonları zincirine, inşaattan turizme birçok alandaki yatırımlarıyla ekonominin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyor (Al – Khalsan, Al Masry Al Youm, 24/12). Bu anlamda ordu emir-kumanda “nomenklatura”sını (hiyerarşisini), bir “devlet kapitalisti” sınıf olarak görmek de olanaklı. Siyasal İslama bakınca da, Müslüman entelijansiyanın yanı sıra, çarşı eşrafından büyük tüccarlara, toprak sahiplerine kadar uzanan bir mülk sahipleri bloku görüyoruz.
ABD, Pakistan örneğinde olduğu gibi, Mısır’da da bu iki kesimi birden kendi çıkarlarına eklemlemeyi amaçlıyor. Mısırlı analist Maamun Fendi, ABD’nin bu konuda deneyimli diplomatlarından Anne Patterson’u, Pakistan’dan sonra Mısır elçisi olarak atamış olmasını, Mısır’daki siyasal İslamın Pakistanlı din bilimci Abul Ala Maududi’nin yorumlarından esinlenerek gelişmiş olmasıyla birleştirerek, “Pakistan’laşma” sürecinin bir belirtisi olarak yorumluyor (Al Masry al Youm, 16/12).
Ergin Yıldızoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder