Çin ile ilgili yeni bir haber okudum:
Çin'den ithal edilen ucuz otomobil lastiklerine uygulanan anti-damping vergisi kalkmış.
Pazarda rekabet sertleşecekmiş.
Bu konuda tek cümle söylemek gerekirse “Sen sert olsan ne yazar Mülayim!”
Haberin devamında deniyor ki;
“Çin’den ithal edilen otomobil ve hafif ticari araç lastiklerine uygulanan yüzde 60 oranındaki anti-damping vergisinin kalkması iç pazarda rekabeti kızıştıracak.
Çin’den ucuz lastik sadece yüzde 4.5 gümrük vergisiyle ithal edilebilecek. B.., P…, G…, P… gibi Türkiye’nin lastik devleri, piyasada fiyatları yarı yarıya düşürecek olan ithalata karşı yeni strateji arayışında.”
Sermayeden yanaysanız bu gelişmeden dolayı pek sorun yok;
Küresellikten yana değil miyiz, tabii ki bunlar olacak der bir yandan da patlayacak lastik ithalatından kimlerin zengin edileceğinin hesabına girersiniz.
Arkasından halka, “bakın onların zamanında arabaya lastik takmak bir servetti, şimdi leblebi çekirdek parasına” der ve bu işin hayırlara vesile olacağına işaret edip en azından tüketicinin kafasını karıştırırsınız.
Sermayeden yana olmanın bir yönü de o sermayenin felsefesine karşı çıkmamaktır.
“Sermayenin dini-imanı olmaz” denmez mi?
O zaman ülke ekonomisinin giderek çökmesi, insanların işsiz kalması ne gam!
Bu felsefede sizin kimseye acımanızı beklemezler.
Aksine, “Şimdi fakir fukarayı biraz daha kollama fırsatı doğuyor” diye sevinenler bile olur.
Peki siz farklıysanız ve eğer emekçiden yana politikalar üretecekseniz bu durumda ne yapabilirsiniz?
İşsizliğin diz boyunu aştığı hatta gırtlağa kadar dayandığı bir ekonomide emekçiden yana olanlar nasıl bir çözüm üretmeli?
Hangi ekonomi politikalarını savunmalı?
Emekçiden yana olmanın birinci şartı, emekten yana olmaktır.
Nasıl yani?
Emek olmayan yerde emekçi varlığını sürdürebilir mi?
Örneğin sanayi çarkı durmuşsa siz fabrikalarda, atölyelerde “emekçi” görebilir misiniz?
Göremezsiniz.
Üretimin olmadığı yerde emek, emeğin olmadığı yerde de emekçi olmaz.
Peki çarklar durunca emekçi kanat takıp havaya mı uçar?
Hayır, beden olarak kalır ama emekçiliği biter, düz vatandaş olur.
Çalışamayan, üretemeyen, işsizliğine çözüm bulunamamış; şu ya da bu isim altında sosyal yardım bekleyen sade yurttaş.
Suskun, bezgin, mahçup, ailesi ve toplumun baskısı altında.
Ne yapıyorsun dendiğinde boynunu “işsizim” diye büken, hüzünlenen…
Gündüz kahvehanede ya da sokaklarda, gece televizyonda peş peşe dizi seyreden, hangi partinin kendisine daha çok sosyal yardım vereceğini dikkatle takibeden ve o çaresizlik içinde doğal olarak en çok verene gönlü kayan.
Emekçiden yana siyasetin birinci şartı, -açil müdahaleler dışında- ona başkalarından daha fazla sosyal yardım sağlamak değil; onun emeğini verip karşılığını alabileceği üretim düzenini sağlamaktır.
Yani onu iş sahibi, onu “emekçi” etmektir.
Peki örneğin lastik fabrikaları kapanacaksa lastik işçilerini nasıl iş sahibi edelim?
Eğer ekonominizin kapılarını globalleşme diye tüm dünyaya, AB diye Avrupa’nın pazar sıkıntısı çeken tüm işletmelerine açmışsanız ve bu politikalara en ufak bir itirazınız yoksa zaten iş bitmiştir, Kimse kimseyi kandırmamalıdır.
Buna iyi kötü “one minute” diyebiliyorsanız o zaman bir şeyler yapma şansı doğar.
Bu şans, emekçinin önünü açmak için onun “emeğini kullanabileceği” işletmelerin yeniden dirilmesini;
İşsiz insanların yeniden üreten, emek sarfederek yeniden tek sermayesi olan emekçiliğini ortaya çıkartabilen politikalarla doğar.
Nasıl olabilir?
Bu günün ekonomi dünyasında, yıllardır sürmekte olan “karşılaştırmalı üstünlükler”in klasik dengesi bozulmuştur.
Çin, dünyanın ucuz üretim merkezi olmuştur ve bu denge daha çok uzun yıllar bozulmayacaktır.
ABD ve Avrupa, üretimleri pahalıya geldiği ve daha uzun yıllar Çin’in maliyetlerine yaklaşamayacağı için giderek üretimini düşürecek, işsizliği artacak ve atıl kalan kapasitesini biraz daha kullanabilmek için acımasızca bizim gibi kapısı açık pazarlara yüklenecektir.
Bu, Türkiye ekonomisi ve Türkiye insanı için çok zor bir durumdur.
Bu koşullarda işsiz kalana sadece daha fazla para ya da yiyecek vermekle bu akibet değiştirilemez.
Bu gerçeğin kavranamaması, işi daha büyük açmazlara sokar, baş aşağı gidişin hızını arttırır.
Emekçiden yana politikalar, sadece ve sadece emekten yana politikalardır.
Emekten yana olmak, üretimden yana olmak; emekçiye ve işsize daha fazla sosyal yardım değil, daha fazla iş imkanı açmaktan geçer.
Daha fazla iş, ulusal ekonominin genel şartları değiştirilerek sağlanır.
Emekçiden ve emekten yana gelişecek bir ekonomide IMF, Dünya Bankası, AB, OECD kılavuzluğunda yürütülecek para politikaları, ekonomi ve maliye politikaları bizi kurtaramaz.
Kendilerini yönlendirenlerin derdine düşmüş bu kurumlar bize karşı olsa olsa önce kendilerini kurtaracak politikaları önerirler.
“Kendi muhtac-ı himmet dede, kime himmet ede” lafı boşuna söylenmemiştir.
Türkiye, ne bahasına olursa olsun; globalleşmeye ne kadar ters düşerse düşsün, AB her ne kadar pazarını elinden kaçırdığına üzülürse üzülsün, emekten ve emekçiden yana politikalar güdülecekse “önce üretim” denmeli ve emekçiler mutlaka verecekleri emekleri üzerinden desteklenmelidir.
Bülent Soylan
Yorum Gönder