ll.Abdülhamit Devrinde Başlayan Ermeni İsyanlarından Anılar - 4 - Cevat Kulaksız

Sadece Ermeniler Değil Türkler De Tehcire Uğramıştır
Osmanlı sadece Ermenileri tehcire uğratmamış, kendi devletinin çatısını teşkil eden, özbeöz Türk olan Çukurova ve Toroslardan Avşar Türklerini de çeşitli vilayetlere dağıtarak tehcire uğratmıştır.

Bu tehcir olaylarında Osmanlı ile Avşar aşiretleri arasında kanlı çatışmalar olmuş. Orada bile yöre Ermenileri kâh Osmanlıdan, kâh Avşarlardan görünseler de, Osmanlıya karşı isyan işaretini başlatmışlardı.

Çukurova’da (Kozan ve çevresinden) Fırka-i İslâhiye programını da kullanarak Osmanlı ile Türkmenlerin arasını açmaya çalışan Ermeniler, aşağıdaki Nazım Paşa’nın anılarında anlattığı gibi, Türklerin, Rumların, Ermenilerin birlikte yaşadığı Yanya vilayetinde Ermeni komitacılar bir Haç’a insan pisliği sürüp genel yerlere atarak, Rumlarla Türklerin arasını açmak için öylesine şeytani planlar kuruyorlardı.

Osmanlı Ermenilere soykırım uyguladı ise, İstanbul’daki, İzmir’deki Ermenilere niçin uygulamadı? Soykırım, Hitler’in yaptığı gibi, tek tek Yahudilerin her köşeden toplanarak yok edilmek durumu gibi olur. Osmanlı, sadece İsyan bölgelerindeki Ermeniler, isyan edip sivil halkı organize kıyıma uğrattıklarından; Toros Türkmenleri de devletin çağrı ve kurallarına uymadıkları için zorunlu olarak tehcire uğratılmıştır.

Ermenilerle birlikte Doğu Anadolu Bölgemizde işkâl ve kıyım yaptıran Ruslar, Kırım Tatar Türklerini, Abazaları, Çerkezleri, Ahıska Türklerini yurtlarından söküp Orta Asya’ya sürerken asıl insanlık dışı tehcir yapmışlardır. Gerek Kafkasya’dan, gerek Balkanlardan Türkler yaşadıkları yurtlardan sökülüp dünyanın en büyük tehcirine uğratılmışlardır. Dünya buna sessizdir.

Bölüm:3 deki yazımızda asil Türk halkı katliam ve tehcire uğramiş demiştik. Ama Osmanlı’nın sicilinde başka bir tehcir olayı vardır ki, o da dediğimiz gibi, Çukurova ve Toros zirvelerinde devlete küsmüş, Osmanlı’dan adeta ulaşılmayan dağlara sığınmış, öz be öz Türk olan Avşar ve öteki Türkmen boylarıdır.

Yavuz Sultan Selim’in Alevi katliamından sinen, kaçan “kıran artığı” bu Türkmen obaları Toros’un zirvelerine sığınmışlar, bu kırgınlıkla vergi vermezler, askere gitmezler özgürce yaşarlar; devlet de bunlara 300 yıl kadar bir türlü ulaşamazdı.

Ne zaman ki Osmanlı gerilemeye başlamış, sınırlarda savaşlar, topraklar, askerler kaybedilmiş, işte o zaman devlet bu Orta Asya’dan beri hür ve göçebe yaşayan Avşar-Türkmen boylarına göz dikmiş, onları iskana zorlamıştı.

Türkmen boyları ise, Yavuz Sultan Selim’in Alevi kırımından beri, Osmanlı’ya kırgın,kızgın olduğu için, Osmanlının iskan politikasına karşı çıkmış, vergi vermemek, askere gitmemek için karşı durmaya başlamıştır. Hiç bir şey vermeden yiyeceğini bölen, asker deyip canını alan Osmanlıya karşı şu dörtlük onların adeta bir atasözü, özdeyişi olmuş:

“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eyeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı”.


Hele şu ozanların Osmanlıdan, düzenden yakınışlarına bakalım:

*

Gelirse verme tuğ ile sancak


Rüşvet almağı bilirler ancak


Dünya elden gitti dahi n’olacak


Dünyanın nizamın bul padişahım.


…………………………..

ISLAHİYE TEŞKİLATI (FIRKA-İ ISLÂHİYE)



Abdülazîz Han devrinde güney ve güneydoğudaki asileri yola getirmek için kurulan özel askerî birlik. İskenderun'dan Maraş ve Elbistan'a, Kilis'ten Niğde ve Kayseri'ye, Adana sahillerinden Sivas'a kadar olan bölgedeki asileri ıslah etmek için kuruldu. Kumandanı Müşir Derviş Paşa, komiseri de Ahmed Cevdet Paşa olup, on beş piyade taburu ve iki süvari alayından meydana geliyordu.

Kırım Harbi (1853-1856) devam ederken, Osmanlı ordusunun cephede olmasından istifade eden fırsatçı eşkıyalar ile Ermeni asileri Halep, Kozan ve Adana bölgelerinde isyana, ahaliyi katletmeye başladılar. Bu katliamlar üzerine 1866'da bölgede harekâta başlayan Fırka-i İslâhiye, Halep, Kozan, Adana ve çevresinde faaliyette bulunan eşkıyayı kısa sürede ortadan kaldırdı. Hac yolunu kesen Küçük Alioğullarının tehditlerine son verdi. Fırka-i Islâhiye, Cevdet Paşanın başkanlığında bölge aşiretlerinin ileri gelenleriyle, toplantılar ve görüşmeler yaparak göçebe halkı büyük ölçüde yerleşik düzene geçirmeyi başardı. Heyeti bir beyanname yayınlayarak padişaha bağlılıkla kusur gösterilmesine izin verilmeyeceğini buna karşılık şahsî hukukun korunacağını ve o güne kadar işlenen suçların affedileceğini duyurdu. Aşiret önde gelenlerine çeşitli devlet kademelerinde ve ordu içinde görevler verildi. Bunlar İstanbul, Kütahya ve Rumeli’de iskân edildi. Bölgede asayişin sağlanması ve Fırka-i Islâhiyenin İstanbul'a dönmesi ile teşkilâtın görevi sona ermiş oldu (1867). [i]


En sonunda iskâna mecbur kalan binlerce, on binlerce Avşar boyları, Türkmen aşiretleri Sivas, Maraş, Yozgat, Kayseri, Niğde, Kırşehir ve dolaylarına iskân edildiler. Fakat tıpkı Tehcirde Ermenilerin kırıldığı gibi yollarda onlar da kırıldılar. Bu tehcirde öylesine acılar yaşandı ki, destanlar, ağıtlar, bozlaklar söylendi. Şimdilerde insana bir feryat gibi gelen, Toros-Çukurova ozanı Dadaloğlu’nun Avşar Bozlağını dinlediğimiz zaman, insanın “burnunun direği sızlamakta; hele Muharrem Ertaş’ın, Neşet Ertaş’ın sazında havalanması dilinde ünnenmesi yürek yakar. Bu dizeler, tehcire uğrayan Avşarların feryadıdır.

AVŞAR ELLERİ
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

…………………………………..

Gerek Ermeni tehcirinde, gerek Türkmen tehcirinde, yollarda, bellerde binlerce insan telef olmuştu. Ama devlet de, kendi güvenliği, vatandaşın güvenliği için bu türlü tedbirleri almak zorunda idi. Ama Avşarlar, Türkmenler buna karşın Ermeniler gibi devletine ihanet etmemiş, komşularına katliam yapmamışlardı.

Biz, öteki ayrıntıları tarihin hüzünlü sayfalarına bırakarak, asıl konumuz olan Ermenilerin Tehcirden çok önce yaptıkları ihanet ve katliamlarına dönelim.

Nakledeceğimiz, Osmanlı Nazırı Hüseyin Avni Paşa’nın “Hatıralarım” adlı kitabındaki çarpıcı olaylar, kamuoyunca pek de duyulmadığı için, çok önceden hazırlanan, yapılan isyan ve katliamlar, Ermeni Tehcirinin haklılığına neden olması bakımından ilgi çekici görülmekte.

TRABZON'DA ERMENİ SALDIRLARI (1893)

Bu sırada sabık Van valisi Bahri Paşa Trabzon'da bulunuyordu; orada beş, on gün kaldıktan sonra İstanbul’a gelecekti. 1311 [1893] senesi Eylülünün 21'inci günü Trabzon istinaf mahkemesi reisi Esat Bey'in hanesine davetli idi. Akşamüzeri kendisini askerî kumandan Hamdi Paşa ziyaret etti.

-Paşa Hazretleri! Vakit geldi; buyurunuz gidelim; ben de Esat Bey'e davetliyim.

-Öyle mi? Çok isabet olmuş; gidelim.

İki paşa, konuşa konuşa Esat Bey'in evine doğru yürüdüler. Trab­zon mıntıkası askerî kumandanı Hamdi Paşa anlatıyordu:

-Ne dersiniz İstanbul’daki vakaya? Maahaza gene çabuk önü alındı gibi görünüyor; bugün Zaptiye Nezareti'nden aldığım bir şifre­de, Anadolu'nun Ermenilerle sakin mıntıkalarında da isyan ve ihtilâl çıkarılacağına dair birtakım vesikalar ele geçirildiği bildiriliyor. Bura­da da beş on günden beri kıpırdanma var; Bitlis'te geçen Cuma günü, ahali Cuma namazını kılarken Ermeniler hücum etti; epeyce kan dö­küldü; bizim ahbaplar bu vakaları bizden evvel haber alıyorlar. Ana­dolu'nun ötesinde berisinde hep bu kabil karışıklıklar çıkıyor: Ben burada bazı tertibat aldım. Bakalım ayineydi devran [önümüzdeki günler] ne gösterecek?

-Ben Van'da iken haber almıştım; Rusya Ermenileri, pasaportsuz olarak birer ikişer hududu geçiyor; Türkiye'deki komiteleri kuvvetlen-diriyormuş. Bunların son sistem silâhları varmış. Ya İran aşiretlerine ne dersiniz? Onlar da Ermenilerle birlik; çok tetik bulunmalı Paşa”!

Uzaktan iki gölge belirdi, yaklaştı. Bunların birisi İran hükümeti­nin Trabzon konsolosu Mirza Razi Han; öteki posta ve telgraf başmü­dürü izzet Bey'di.

Paşalar muhavereyi kestiler, bu yeni gelenler de Esat Bey'e davetli imişler; dördü bir yürüdüler; öteden, beriden afakî birkaç söz söyle­yerek ilerlediler. Uzun sokak caddesine gelmişlerdi; buradan Trab­zon'un Zeytinlik denilen mesiresine dar bir yol ayrılır, istinaf Reisi Esat Bey'in hanesi o taraftadır.

Hamdi Paşa, emirberi Çerkeş Ali çavuşa:

-Ali, bak oğlum Esat Beyefendi eve gelmişler mi?

Ali çavuş ayrıldı; Zeytinliğe çıkan dar yoldan, yirmi beşer yaşların­da tahmin edilen iki kişi geliyordu. Bunlara, on metre kadar bile me­safeye geldiklerinde tabancalarını çıkararak ateş ettiler. Bahri ve Hamdi Paşalar yaralanarak yıkıldı; mütecavizler de sokak içine dalıp kaçtılar. Silâh sesini işiten Ali çavuş döndü, vakayı anladı, hemen ta­kiplerine başladı. Oradan geçen Trabzonlu Balıkoğlu Hafız da Ali ça­vuşu takiben koşuyor, canileri yakalamak için yardım etmek istiyor­du. Paşaların ikisi de bacaklarından yaralanmıştı, yaraları ağır değildi. Mirza Razi Han'la izzet Bey acele bir araba getirttiler, mecruhları gön­derdiler.

Ali Çavuş'la Balıkoğlu Hafız koşa koşa mütecavizlere yetiştiler. Fa­kat onlar mütemadiyen rovelver ata ata İngiliz konsoloshanesinin bulunduğu sokağa saptılar ve orada kayboldular.

Silâh seslerini işiten polisler de yetişerek taharriyata (araştırma) başladılar, ni­hayet maznun (zanlı) olmak üzere iki kişi yakalandı. Bunlar Trabzonlu. Kas-par oğlu Ermenakle, Istepan oğlu Boğos'di. isticvap (sorgu)başladı:

-Maksadınız nedir? Niçin Paşalara silâh attınız?

-Silâhı atan biz değiliz; siz uyuyorsunuz; silâhı atan Berberyan Istepan'dır; arkadaşı da Gümüşhaneli Aragel oğlu Şirak'tır; Paşalara hü­cum eden onlardır.

-Pekâlâ; sizin de mükemmel tabancalarınız var, hem bu komite­ye mensup olduğunuzu hepimiz biliyoruz. Komiteye neden yazıldı­nız? Maksadınız nedir?

-“Maksadımız, nilletimizi kurtarmak için karışıklık çıkarmaktır. Istepan bunun için silâh attı; Paşaları vurdu. Ne yapsanız, ne kadar çalışsanız çabalasanız, bizim hepimizi assanız bu iş olacak, ya, ölece­ğiz, ya kurtulacağız”.

Bu sırada şehrin muhtelif noktalarından silâh sesleri geliyordu. Vakit akşamdı; güneş batmış, Trabzon denizinin lâcivert simasına mahmur bir pembelik çökmüştü; şehrin muhtelif semtlerindeki kara­kollardan gelen polisler, Ermenilerin Müslüman mahallelerine taar­ruz etmekte olduklarını haber verdiler.

Karakollar; gönderilen asker ve jandarma müfrezeleriyle takviye ettirildi; sokaklarda kol kol devriyeler gezdirilerek o gece yalnız birkaç Türk ve birkaç Ermeni maktul ve mecruh düşmek üzere hâdise kapa­tıldı.

Ertesi günü, Berberyan Istepanı taharri (soruşturma) için gönderilen polisler boş döndü; ne evinde, ne de hısımlarının hanesinde bulamadılar; İs­tepan nerededir diye sorulan suallere Ermeniler:

-Biz ne bilelim? Ka, biz polisiz? Cevabını veriyorlardı.

Vakit öğleye yaklaşıyordu; muhasebei vilâyet kâtiplerinden Rahmi Efendi evine giderken gene Berberyan İstepan olduğu sonradan anla­şılan bir Ermeni'nin taarruzuna uğradı ve herkesin gözü önünde rovelver kurşunuyla öldürüldü. Ahaliden bazıları:

-Bu Istepan'dır; Paşaları vuran da bu canavardır; tutun, vurun! di­ye bağırıp takibine koyuldular. Fakat İstepan silâh ata ata Ermeni ma­hallesine daldı, kayboldu. Takibine giden beş on Müslüman, Ermeni­lerin mukabele ve taarruzuna uğradı; bunlardan birisi maktul ve üçü mecruh düştü. Polis ve asker müfrezeleri yetişerek kıtalin büyümesi­ ne mani oldular. Ermenilerin elebaşılarından bazılarını yakalayıp hü­kümete getirdiler; İstepan Berberyan'ın Ermeni milleti tarafından saklandığı ve ertesi günü kaçırıldığı anlaşıldı. Bu vaka Trabzon'un Türk, Rum, Musevi bütün halkını heyecana düşürdü.

Komiteciler şehirde mutlaka bir ihtilâl çıkarmak için civar köylere Müslüman kıyafetinde Ermeni propagandacılar göndererek Trab­zon'da Ermeniler'in isyan ettiğini, kanlı vukuat çıktığını ve nihayet hükümet kuvvetleriyle mağlûp olarak şehrin Ermenilere teslim ol­duğunu işaa (yayma) ettiler; köylerden Trabzon'u kurtarmak için akın akın müsellâh (silahlı) Türkler gelmeğe başladı; fakat bunlar vaziyeti görüp an­ladılar. Kendilerine nasihat edildi ve köylerine döndüler.

Buna mukabil, komiteciler, Ermeni köylerine de:

"Aman yetişin! Türkler bizi mahvediyor; imdat!" diye haber gön­derdiklerinden eylülün yirmi altıncı günü köylerden müsellâh (silahlı) Er­meniler birer ikişer gelip Ermeni mahallesinde toplandılar. O gün Er­meniler dükkânlarını açmadılar; şehir, ıssız, korkunç bir manzara aldı; bir ihtilâl ve isyan havası esiyor gibidir. Vali maiyetine, memleket ulema ve ayanından birkaç kişi alarak bizzat çarşıya gitti. Ermenilere "dükkânlarınızı açın, işinize, gücünüze bakın" diye nasihat edecekti. Karşıdan sürü sürü müsellâh Ermeni çeteleri göründü. Bunlar gerek hükümete, gerek Türk ahaliye nümayiş (gösteri) için çıkarılmış ilk kafile idi. Vali hükümet konağına avdetle alınacak tedbirler hakkında polis mü­dürü ve askerî memurlarla müşavereye başladı. O sıralarda İstanbul’dan gelen Nemçe vapurundan bir Ermeni çıktı. Trabzon komitesi efradından Şevarş denilen birisine bir mektup getirdi. Şevarş elinde mektup çarşının ortasına geldi. Bir sandalye üzerine çıkarak:

-Ey Ermeniler! İstanbul milletimiz tarafından zapt edildi; Padişah Ermenilerin bütün arzularına boyun eğdi; siz ne duruyorsunuz? Yaşa­sın ihtilâl! Vurunuz! Kırmız, hücum ediniz!” diye bağırdı.

Kana susamış komiteciler Müslüman mahallelerine hücum etti­ler; sokakta bulunan kadın ve erkek bütün Müslümanları yaylım ateşi altına aldılar; evlere de silâh atmağa başladılar. Bu halden Türkler bit­tabi fevkalâde müteheyyiç (heyecanlı) oldu; herkes canını ve evlâdü ayalini kur­tarmak için silâha sarıldı. Esasen cengâver olan Trabzon halkı öyle patırtıya pabuç bırakacak takımdan değildi; Ermenilerle mücadele başladı. Bunlar o kadar seri, o kadar gayri muntazır (beklenmedik) bir an içinde oldu ki hükümet kuvvetleri yetişinceye kadar gırtlak gırtlağa gelen Türkler ve Ermeniler epeyce mecruh ve telefat verdiler. Üç saat devam eden bu mukatelenin önü güç hal ile alınabildi.

Hâdisede Ermeniler iki yüz üç maktul, on sekiz mecruh verdiler; Türklerden yirmi bir maktul, yirmi beş mecruh vardı. Bu arada bir de Rum maktul düştü. Trabzon vilâyetine; jandarma ve polis kuvvetle­riyle Ermeni mahallâtının mütemadi abluka ve kontrolü altında bu­lundurularak ihtilâlın tekerrürüne meydan bırakılmamasını ve komi­tenin ahval ve faaliyeti hakkında seri malûmat verilmesini telgrafla tebliğ ettim. Trabzon vilâyetinden cevaben 1 teşrinievvel 311 [1893] tarihiyle şu şifreli telgraf geldi:

"Sureti mahsusa da icra kılınan tahkikatta, hâdiseye sebebiyet ve­ren ve ortada hiçbir şey yokken ahalii Müslime (Müslüman halk) üzerine kurşun atan Ermeni komitesi azasından Şevarş olup merkum (adi aşağılık) beş sene evvel gene böyle bir hareketinden dolayı İstanbul'a celp ve fakat orada mazharı affı âlî (padişahın affına kavuşmak) olmuştu.

Hâdisenin büsbütün alevlenmesine sebep olanlardan birisi de Trabzon Hınçak komitesi reisi iken Akkâya nefy edilmiş [sürgün] ve kezalik affı âliye mazhar olarak geçende Trabzon'a gelmiş olan Bedros Mermeryan olup vak'a esnasında her ikisinin de maktul düştüğü ve şimdilik asayişin iade kılındığı maruzdur"

* * *

Trabzon'daki ihtilâl bu suretle bastırıldı; askeri kuvvetten istifade edilmiş olması vak'anın infilâk ettiği noktada söndürülmesini temin etti; komitecilerden tutulanlar divanı harbe tevdi; ve haklarında diva­nı harpçe verilen hükümler infaz olundu. Fakat bunlardan yakayı kurtaranların bir kısmı Gümüşhane'ye kaçtılar; Gümüşhane yalnız li­va merkezinde topu temeli iki yüz kırk yedi hane Ermeni vardır; kaza­larda ve köylerde bir tek bile Ermeni bulunmaz.

Trabzon'dan kaçan komiteciler, esasen bin türlü propaganda al­tında tesemmüm (zehirlenme etkilenme) etmiş olan Gümüşhanelileri heyecana getirdi. Şim­diye kadar hükümete sadık olan Gümüşhane Ermenilerinden bazıla­rı, bahusus birtakım gençler çarşıda, sokakta:

-Ahbar! Biliyorsunuz? Yakında mutasarrıflık makamına biz geçeceğiz; göreceksiniz! Diye lâf atmağa ve Türklerin hissiyatını ren­cide etmeğe başladı.

Bu vaziyetten ahali de, hükümette mütehayyır (hayret içinde) kalmıştı. Ne olu­yordu? Bu ne demekti? Şimdiye kadar Gümüşhane Ermenileri Türk vatandaşlarıyla kardeş gibi geçiniyorlardı. Sancak dâhilinde en küçük bir sızıltı bile olmamıştı.

311 [1893] senesi teşrinievvelin 12 inci Cuma günü jandarma efra­dından birisi bir Ermeni aşçı dükkânında yemek yiyor. O yemek ye­dikçe birkaç Ermeni yan yan bakıp gülüyorlar ve birbirlerine göz işa­reti çakıyorlardı. Bu da ne demekti? Jandarma bir taraftan bunları tet­kik ederken üzerine bir fenalık geldi. Gözleri kararmağa, başı dönme­ğe başladı. Ermenilerden birisi ötekine:

-Tamam! Bunun işi görüldü, dedi.

Jandarma işi anladı. Zehirlenmişti. Kasaturasını çekip bunlara hü­cum etmek istedi. Fakat ayağa kalkınca gözleri bir şey görmez oldu. Bir külçe halinde yere yıkıldı. Yalnız:

-Yetişin Müslümanlar, Ermeniler beni zehirledi, diyebildi.

Oradan tesadüfen geçen bir Türk çocuğu jandarmanın yere yıkıl­dığını görmüş ve son sözlerini işitmişti. Koştu hükümete haber verdi. Gümüşhane'de polis teşkilâtı olmadığı gibi bir tek asker de yoktu. Asayiş işleri sırf jandarmanın sırtına yükletilmişti. Birkaç jandarma çocukla beraber geldiler. Zehirlenen jandarma ölmüş ve yüzü mos­mor, tırnakları simsiyah kesilmişti. Garibi şu ki henüz öğle vakti yeni hulul (girmek) ettiği ve dükkânda birçok yemekler bulunduğu halde aşçı mey­danda değildi.

Ölen jandarmayı kaldırdılar. Hükümete götürdüler. Belediye ve hükümet tabibi muayene ederek tesemmümen (zehirlenerek) vefat ettiğini tesbit eylediler. Aşçı arandı, tarandı bulunamadı.

Ertesi günü, yani 311 [1893] senesi teşrinievvelin on üçüncü Cuma günü, hiçbir Ermeni dükkânı açılmadı; ahali zaten birkaç zamandan beri Ermenilerin vaziyetinden ve jandarmanın zehirlenmesinden he­yecan ve asabiyet içinde idi. Dükkânlarının açılmaması "bir ihtilâlın mukaddemesi" (önsöz başlangıç) demekti. Şehirde esasen asker yoktu, jandarmaların da kısmı azamı birer memuriyetle mülhakata (merkeze bağlı yerler) gönderilmişti. Sancak merkezinde ancak on, on beş nefer jandarma vardı. Bununla ne yapı­labilirdi? Ermeniler de bundan cür'et alarak ihtilâlin başladığını ilân ettiler. Komitenin reisi, Israilyanın Hacı Nişanı denilen birisi idi. Bu­nun evinin önünden geçen Müslümanların üzerine silâh atılmağa ve bazı kimselerin de sokakta rastgeldikleri Müslümanı cerh [yaralama] ve katletmeğe başladığını gören Türkler Ermeni mahallesine hücum ettiler. Ermeniler de toplu bir halde evlerinden çıkarak bunlara sal­dırdılar. Bu kıyametin önü nasıl alınacaktı; beş on jandarma ile mi?

Mesut bir tesadüf eseri olarak tam o saatte Erzincan'dan Trab­zon'a geçmek üzere Gümüşhane'ye bir tabur askerin yaklaştığı görül­dü; bu, dördüncü ordu nakliye taburu idi. Taburun kumandanına va­ziyet anlatıldı, asker mukabeleye müdahale etti; Ermeniler bu tabura da birkaç el silâh attılarsa da tabur mukabeleye başlayınca kaçıp gitti­ler.

Bu bir tesadüftü. Kıtalin önü alındı; meydanda maktul ve mec­ruhlar vardı; kaldırıldı: Türklerden iki maktul, dört yaralı ve Ermeni­lerden sekiz maktul on iki mecruh sayıldı.

Trabzon Ermeni patırtısı da bu suretle kapanmış oldu.

İki gün evvel tefrikamızda Erzurum hâdisesi mevzuu bahsedilmiş ve merkezde asayişin iade olunduğu anlaşıldıktan sonra Trabzon iğtişaşlarına (kargaşasına) geçilmişti; mücavir (sınır) ve hemhudut (aynı sınır) olan bu iki vilâyetin ihtilâlcıları birinden diğerine geçmek suretiyle iğtişaş (kargaşa) çıkarmışlardı. Ta­kip ve inzibat meseleleri bu iki vilâyetçe ayni zamanda tatbik olundu­ğundan nefsi Erzurum'da tahaddüs (oluşan) edip hemen bastırılmış olan ihtilâldan sonra Trabzon hâdiselerini kaydetmek zarureti hâsıl olmuştu.

Trabzon'da asayiş iade edildiği zaman gene nefsi Erzurum müthiş bir isyana sahne oldu; mûlhakatındaki kanlı vakalar kadar haizi ehemmiyet (öneme sahip) olan bu Erzurum hâdisesi komitecilerin, zabıtayı Trabzon meselesiyle işgal ederek bir atlatmak ve aldatmak politikası takip et­tiklerine delâlet eder.

Fesat ve ihtilâl programlarının mahalli tatbiki olan Erzurum Er­meni murahhasahanesi [Ermeni piskoposluğu] hariçten bir çok feda­iler celbetmiş ve bunların gerek propagandası ve gerek tehdidi neti­cesinde dâhilde de külliyetli fedai ihzar (hazır)eylemişti.

Erzurum fedaileri beş kurşun atar ve mavzere benzer tüfekler ve çok mükemmel Bir silâh olan bir nevi rovelverlerle müsellâh idiler. Bu silâhların gılâfları üzerinde (Ermeni ittihadı mukaddesi) manasını ifade eder işaretler vardı.

Hariçten gelen fedai ve müşewiklerden [propagandacı] bazılarına Ermeni murahashanesi iki üç bin kuruş sermaye vererek dükkân açtı­rıyor. Ve güya yabancıların Erzurum'a gelişlerini ticaret maksadına müşteri ve bu suretle de zabıtayı uyutmak istiyordu. Fakat ne yutan, ne de uyuyan vardı. Zabıta, komitecilerin behemehâl ve her ne paha­sına olursa olsun bir kargaşalık çıkaracaklarına hükmetmiş bulunu­yor ve ona göre kendisini tetik üzerinde tutuyordu.

Teşrinievvel sonlarına doğru komite merkezinde hararetli bir fa­aliyet başladığı işitildi. Yeşil sarıklı, sakallı, beli bükülmüş bir derviş eğrile büğrüle dairei hükümete girdi.

-Hu erenler! Allah rızası için bir şey! Deyince, polislerden biri:

-Derviş baba amma da sırasını buldun ha! Haydi sonra gel, ceva­bını verdi. Derviş yavaşça bir şeyler fısıldadı Polis:

-Ya! Öyle mi? Gel benimle, komiser bey odasında! Dedi ve ikisi bir­den polis komiserinin odasına girdiler.

Bu adam derviş kıyafetine girmiş Ermeni idi.;güya komitenin em­rine mutavaat (itaat etmek) etmemiş.tehditlerine kulak asmamış ve son planlarını hükümeti teyakkuz ve intibaha (uyanmak, dikkatli olmak) davet için gelmişti. Giğmes isimli bu Ermeni, komisere anlattı:

- Bugün türlü türlü kıyafetlerle, hatta kadın elbiseleriyle bile bir­takım Ermeniler hükümete gelecektir.

Bunların her birisi büyük memurlardan birisini vuracak. Karşıda­ki Ermeni evlerinin damlarında da komiteciler pencerelere nişan ala­rak diğer memurları öldürecek. Tabii silâh sesleri işitilince asker du­rur mu? Elbette durmaz değil mi Paşazadem? işte bunun için de Hınçakyan, kışlanın karşısındaki evlerin damına fedailer çıkararak askere ateş açacak.

Giğmes, bu ihbarda bulunurken odada yalnız komiser vardı. Fakat eseri gaflet olarak odaya kimsenin bırakılmamasını emretmemişti. O sırada güya komsere müracaatta bulunmak üzere yüzü Örtülü ve Er­zurum Türk kadını kisvesinde birisi girdi: Giğmes'in son ifadelerini işitmiş olacağı tabii idi. Komser:

-Kadın ne istiyorsun? Biraz dışarıda bekle; şimdi işim var, dedi.

Kadın:

-Ka, benimki iş değildir? Diye Ermeni şivesiyle ifadeye başlayınca komiser bir sıçrayışta başındaki çarşafı sıyırdı. Otuz yaşlarında tah­min edilen bıyıkları matruş (traşlı) bir Ermeni olması çıkmasın mı?

Merdivenlerden çıkmak ve rüesayı memurunu katletmek isteyen komitecilerin hepsi diyarı âdeme gönderilmiş idi.

Bu sırada Giğmes son sözlerini söyleyerek son nefesini verdi:

-Yaşasın Troşakyan! Yaşasın Ermeni milleti! Yaşasın aaa...Komser şaşırdı; Giğmes korktu ve benzi attı. Komser bu adamı tutmak istedi. Fakat kadın kisvesindeki komiteci hemen rovelver çı­kararak evvelâ zavallı Giğmes'e bir kurşun havale etti. Giğmes bur­nundan kan boşanarak yere yuvarlandı.

ikinci kurşun komsere havale etmek istedi. Fakat silâh sesini dı­şardan işiten polis yetişerek hâmil olduğu kılıçla komitecinin kafası­na vurdu. Komiteci de cansız bir külçe halinde yuvarlandı. Tam bu sı­rada hükümet dairesi içinde müteaddit silâh sesleri işitildi. Artık öl müştü, hükümet baskını yatıştırıldıktan sonra derviş kıyafetine giren Giğmes'in ve öteki fedainin üzerlerine taharri olundu; Giğmes'in üze­rinde Troşak cemiyetinin ve diğerinin üstünde de Hınçakyan komite­sinin bir çok mühim evrakı, ilânnameleri zuhur etti.

Giğmes'in üzerindeki evrak için de birisi çok haizi ehemmiyetti; deniliyordu ki:

"Aziz vatanperver! Hınçakyanla aramızda çok esaslı fark yoktur, ikimiz de ayni yolun yolcusuyuz! Erzurum'un kana boyanacağı ve bar­barların cehenneme gönderileceği günde sen de vazifeni yap! Senin vazifen Türk hükümetine, hükümete sadık bir adam, komitecileri ih­bar eden bir Türk vatanperveri gibi sokulup hükümeti işgal etmek ve aldatmaktır. Hınçakyanla bu hususta anlaştık. Sen komitecilerin hü­kümeti basacağını anlatırken hükümet basılmış ve her şey olmuş bit­miş olacaktır. İsa yardımcın olsun."

Fakat burada anlaşılamayan bir nokta varsa, o da Hınçakyan'a Giğmes'in hareketinden niçin haber verilmediği, haber verildiyse ne­den bir Hınçakyan fedaisi tarafından katledildiği meselesidir.

Bilmünasebe evvelce bir nebze arz ettiğimiz ve ileride de vesika­larla isbat eyleyeceğimiz üzere Hınçak ve Troşak Ermeni komiteleri­nin ihtilâl, yağma, gasp ve katil gibi hususatta hiçbir farkı yoktur. Hat­ta bu hususta Troşaklar Hınçaklardan daha hunrizane (kan dökücü) hareketlerde bulunmuşlardır. İhtilâlcıların yegâne bariz farkları, Hınçakların esa-satı siyasiye ve içtimaiyeydi büsbütün değiştirmeğe, komünizm prog­ramım tatbike, Troşakların ise içtimaî esaslara dokunmayarak yalnız hür ve müstakil bir Ermenistan tesisi gayesine çalışmalarından; iba­rettir. Bu iki komite, takip ettikleri gayelere ermek için on bin, yüz bin, hatta beş yüz bin Ermeni kanının akmasına karar vermiş bulu­nuyordu.

Hükümet dairesinin içinde bu hücum ve tepelenme ameliyatı de­vam ederken karşıdaki Ermeni evlerinin damlarından da hükümet pencerelerine kurşun yağdırılmağa başlandı; ihtiyat kaidesine son derece riayet etmek şartıyla hazırlanmış olan askerî kuvvet kışladan çıkarken müthiş bir hücuma maruz kaldı ve epeyce şehit ve mecruh verdi. Ahaliyi büyük bir havf ve dehşet istilâ etmişti. Şehirdeki Türk, Rum ve Acem halkı can ve mallarının muhafazası azmiyle Ermeniler­le göğüs göğse kavgaya tutuşmuştu. Asker bir taraftan emir ve kumanda beklerken, diğer taraftan maruz kaldığı taarruzu def ve tenkil (nakletme, götürme) ile uğraşırken şehir baştanbaşa boğuşma içinde idi. Asker, jandarma ve polis emir alıp muayyen noktaları tutuncaya kadar Erzurum'un içi kandan ve feryattan bir saha hâline girdi.

Vakıa süvari kıtalarının hücumu ve askerin şedit [şiddetli] müda­halesi bu kıtalin [vuruşma] önüne geçti amma ortada bir kolağası, bir yüzbaşı ve birçok küçük zabit ve nefer olmak üzere asker ve jandar­madan 41 ve ahaliden 43 mecruh, iki asker ve bir jandarma ve 19 ahaliden olmak üzere yirmi bir Türk, iki Rum, iki İrani maktul vardı. Ve Ermeniler'den de 264 kişi ölmüş, 179 kişi mecruh düşmüştü.

BAYBURT HÂDİSESİ

1311 [1893] senesi teşrinievvel'inin [ekim] on üçüncü Cuma günü Bayburd'un Haddak karyesi ahalisinden birkaç süvari köylü atları kan ter içinde Bayburt hükümet konağına gelmişlerdi; bunlardan birisi­nin atının terkisinde eli bağlı birisi de vardı polis komiserinin odasına gittiler ve eli bağlı adamı:

-Efendim, bu vatan hainidir. Üç tane daha arkadaşı vardı birisi bize istimali silâh ettiğinden mukabelede bulunduk öldü; diğer iki ar­kadaşı kaçtı; bunu getirebildik. Bunların hepsi de hoca kıyafetinde, işte böyle köylerimizde dolaşıp bizlere yakında Ermeni taburları gele­cek, bizim miralay Haçatur'un askeri Bayburd'u bugün, yarın zabtedecek diye çalım satıyorlar; köylerde hep Ermenilerin isimleri çavuş, onbaşı, bölük emini, mülâzım yüzbaşı oldu. Bir taraftan da silâh ka­çakçılığı yapıyorlar, diye teslim ettiler.

Komser sordu:

-Pekâlâ, bunu nerede yakaladınız?

-Haddak köprüsünün altına sinmişler postayı bekliyorlarmış. Zannedersem bu posta ile epeyce para sevk olunuyormuş. Köprü al­tında böyle dört hocanın saklanmış olması nazarı dikkatimizi celbetti. Sonra oradan bizim süvari alayının bazı hayvanları geçiyordu bunlar uzaktan posta zannıyla silâh atmaya başladılar. Süvari hay­vanlarından birisi öldü; asker ve ahali telâş içinde kaldı. Biz bunlara hücum ettik; işte bunu yakalayabildik.

Bu muhavere birdenbire kesildi; çünkü komserin odasına Bayburt Ermeni muteberamndan Sarafyan Arakel girmiş ve Türkler tarafından getirilen bu adam hakkında şefaatte bulunmağa başlamıştı; hâlbuki bu Sarafyan Arakel'in Ağababayan Haçatur ye biraderi Ohanes'le beraber komitenin Bayburt heyeti idaresini teşkil ettikleri zabıtaca esasen tesbit edilmişti. Komser işi alaya vurarak Sarafyana sordu:

-Bunun adı Istepan dediniz değil mi?

-Evet, Beyzadem, Istepan.

-Pekâlâ, Sarafyan Efendi; bu Istepan Boduryan Efendi namuslu, hükümete muti [itaat eden] bir adammış. Neden diğer arkadaşlarıyla beraber postayı vuracaklardı? Posta zannıyla süvari on sekizinci ala­yın hayvanlarını nakleden müfreze üzerine silâh atmışlar bir de miri (devlete ait) hayvanını vurmuşlar.

Istepan atılarak cevap verdi:

-Efendim o nakliye kolu bize hücum etti biz korkutmak için ha­vaya silâh attık, kurşunlardan birisi hayvana isabet etti.

- iyi amma asker size neden hücum etsin? Eğer size hücum etsey­di tabii hiç olmazsa bir ikinizi öldürür ve yahut yaralardı. Istepan Efendi bu zırva tevil kabul etmez.

Komser sonra Sarafyan'â dönerek:

- Hem de namuslu adamlar şekil ve kıyafetlerini tebdil etmezler. Meğerki hükümet hesabına çalışan bir taharri memuru ola. Ben şim­diye kadar böyle Hoca Efendi kıyafetinde sarıklı hiçbir Istepan gör­medim! Dedi.

- Efendim; o taraflarda Türklerin hücumundan korkuyorlar da onun için bu kıyafete giriyorlar.

- Pekâlâ, biz böyle işleri mahkemeye veririz, pirincin taşını orası ayıklar.

Bu muhavereyi müteakip Istepan'ı tutup getiren Türklerle Saraf­yan Arakel odadan çıktılar.

Ertesi yani teşrinievvel'in [ekim] on dördüncü cumartesi günü, Ermeniler dükkânlarını açmadılar. Attariye, tuhafiye ve züccaciye ve saire gibi ticaret münhasıran (özellikle)Ermenilerin elinde bulunuyordu; mü­him ve ruzmerre (günlük) ihtiyaçlara cevap, teşkil eden bu ticaret birdenbire inkıtaa (kesinti) uğradı; alış veriş etmek için çarşıya çıkan Bayburt halkıyla köylerden ve mülhakattan gelen müşteriler dolaşıp durdular.

Herkes birbirine soruyordu:

"Yahu! Hiç Ermeni dükkânı açık değil; bugün acaba büyük bir yor­tuları mı var?"

- Hayır! Onların yortu günü malûmumuzdur; kim bilir yine ne do­laplar dönüyor?

Vaziyet, insana sıkıntı verecek bir müphemiyet (belirsizlik) içinde çalkanıyor­du; ortada hiçbir tek Ermeni görünmüyordu; hükümet erkânı ve ma­hallî ulema ve muteberanı dairei hükümete toplanarak Ermeni ma­hallesine gitmeğe ve murahhas Efendi ile diğer Ermeni ayan ve muteberanını görüp bu kabil gayri tabiî hallerden vazgeçmelerini tembih ve ihtar etmeğe karar verdiler. ,

Filhakika bu teşebbüsün semeresi görülmedi değil! Ermeniler dükkânlarını açtılar ve hali tabiî avdet etmiş oldu.

Hâlbuki teşrinievvelin [Ekim] 18 inci Çarşamba günü dükkânlar gene açılmadı; Ermeni mahallesinden geçen birkaç Türk ansızın öl­dürüldü ve vak'a mahalline sevk ekilen polis müfrezesi de taarruza uğradı. Civar köylerden de birçok Türkler hükümete gelerek:

Köylerimizde Lâz ve hoca kıyafetinde bazı Ermeniler: "Bayburt'ta Ermeniler Müslümanları katliam ettiler; kaza Ermeniler'in idaresi al­tına geçti, diye propaganda yapıyorlar. Müteessir olduk ahvali öğren­meğe ve hayatımızı kurtarmak için çare aramağa geldik" dediler.

Ermeni mahallesindeki silâh sesleri bir meydan muharebesini an­dıracak derecede çoğaldı. Nihayet komiteciler İslâm mahallelerine saldırarak rast geldikleri Türk'ü katil ve cerh etmeğe başladılar. Civar köylerden gelen halk ta epeyce bir yekûne baliğ (çoğunluğa ulaştı) olmuştu; nefsi Bay­burt ahalisi ve köylerden gelen Türklerle Ermeni komitecileri arasında mukatele hunrizane (kanlı) bir şekil aldı.

Bayburt komitesinin kumandanlığını deruhte (barındıran) eden Haçatur mira­lay elbisesiyle fedailerin başında bulunuyordu. Bayburt ta o vakit bir nizamiye taburu vardı; efradı noksan olan bu tabur ihtilâlı bastırma­ya çok çalıştı fakat kasaba dağınıktı; çarpışma bir çete muharebesi şeklini almış ve kasabanın muhtelif noktalarına dağılmıştı. Yakın köy­lerde de adam akıllı harp oluyordu; köylerden mütemadiyen komite­ciler ve Türkler gelip gidiyor, yollarda bilâ tevakkuf (durmaksızın) mukatele devam /ediyordu. Asker şaşırmış kalmıştı; hangi birisine yetişsin, hangi karı­şıklığı düzeltsin? Merkez kasabada cidal tamam altı buçuk saat de­vam etti. Bir taraftan da yangın başladı. Bereket versin sekiz hane yandıktan sonra önü alındı; akşama doğru da askerin bin türlü mezalimi göze alarak yaptığı müessir (etkili) müdahale ve gösterdiği feragat ve fedakârlık sayesinde ihtilâl dindirildi. Ortalık maktul ve mecruh ce-setleriyle dolmuştu. Askerden ve jandarmadan birçok şehit ve mec­ruh vardı. Türk ahaliden on yedi maktul ve yirmi iki mecruh ve buna mukabil Ermenilerden de beş yüz kırk dört maktul ve yetmiş iki mec­ruh düştü ve Bayburt hâdisesi de bu suretle kanla kapatıldı.

REFAHİYE VE KİĞI'DA

O gün telgrafla aldığım malûmata nazaran Refahiye kazasında Er­meniler'in Müslüman mahallâtına hücumu hasebiyle Türklerle vu­kua gelen musaraada, Ermeniler'den on sekiz kişi ölmüş ve Türkler­den de bir kişi maktul ve on altı kişi mecruh düşmüştü.

Kiğı kazasında, Ermeniler'den birisi çarşıdan geçen bir Türk kadı­nına alenen taarruz etmiş ve müdahale etmek isteyen bir Türk'ü de öldürmüştü. Bu yüzden Türk ve Ermeni halk birbirine girmiş ve araya girmek isteyen dört, beş jandarma da şehit düşmüştü. îlk silâh sesleri üzerine bir Ermeni fedai müfrezesi son sistem silâhlarla mücehhez olarak kavga mahalline yetişmiş ve tüfek ve rovelverden maada Türklerin üzerine kumbaralar da atmıştı. Bir askerî süvari müfrezesi araya girerek mukateleyi neticelendirdi ve Ermeniler'den kaçamayanları yakaladı; ancak yirmi, ancak yirmi, yirmi beş dakika süren bu müsa­demede Türkler'den elli altı maktul, on dokuz mecruh, Ermeniler'den yirmi maktul ve on üç mecruh düştüğü anlaşıldı.

Gene resmî telgraflardan anlaşıldığına nazaran o gün Kuruçay'da vukubulan hâdisede Müslümanlardan iki maktul, üç mecruh, Erme nilerden dokuz maktul ve beş mecruh vuku bulmuştu. Şu kadar var ki buralarda komitecilerin berhayat (hayatta olan) kalan bütün efradı, kaçmalarına meydan bırakılmadan yakalanıp divanı harplere teslim edildiler.

PASİNLER'DE

Pasinler kazasına gelince: Orada Ermeniler'in bir kıyama hazır­landığı bir gece evvel haber alınmış ve hükümetçe sıkı bir inzibat ted­biri ittihaz olunmuştu: Türk ahali de, maalesef ekser mahallerde as­kerî müdahalenin yapılmamasından ve yahut bu müdahalenin pek geç olarak vukuundan haberdar oldukları için ne olur ne olmaz diye silâhlarını hazırlamışlar ve Ermeniler tarafından bir taarruz vaki olur­sa canlarını müdafaayı kararlaştırmışlardı.

Teşrinievvelin dokuzuncu günü, bazı müsellâh Ermeni çetelerinin üçer beşer, Müslüman mahallelerinde nümayişkâra ne dolaştığı ve Türklerin izzeti nefsini rencide etmek için şu şarkıyı okudukları gö­rüldü:

“Kurt kesildi bütün Türkler

Bu pirinci kim ayıklar

Var Rusya'nın çok askeri

Türk'ten alır çok esiri

İşitsin bunu Ermenistan

Değil burası şimdi Türkistan”.

Bu şarkının aslı Ermenice olup Zeytin eşkıyaları tarafından beste­lenmiş ve meşhur komiteci Baron Agasi'ye ithaf olunmuştu; fakat bir çok taraflarda bunu kısmen Türkçe'ye de çevirmişlerdi; Ermenilerin millî destanları sırasına geçen bu şarkının içinde şöyle parçalar da vardı:

“Durmayalım artık haylar (Ermeniler)

Bastı düşman ordumuzu

Takınalım biz silahlar

Hıfzedelim yurdumuzu

Haylar uyanalım hakka sığınalım

Hüner kulesinden düşman vuralım”.

Ermeni fedai çeteleri Türk mahallesinden geçerken karşıdaki çeş­meden su doldurup evine dönen bir Türk kadınını rovelverle (tabanca) vurdu­lar; bu kadının zevci pencerede faciayı gördü ve hemen silâhını komi­tecilere çevirip ateş etmeğe başladı; Ermeniler de Türk evlerinin pen­cerelerine tüfeklerini boşaltmağa başladılar. Lâkin her Türk evinin penceresi Ermenilerin silâhına cevap verdi ve komiteciler meydanda yirmi sekiz maktul ve on dokuz mecruh bırakarak kaçtılar.

BAŞKA BİR TECRÜBE

Eleşkirt kazasında da Ermeniler böyle bir ihtilâl tecrübesine giriş­mek istemişler ve üzerlerine giden jandarma müfrezesine hücum ve taarruza kalkmışlardır. Bunlar da dört maktul ve iki mecruh bırakarak savuştular. Tercan iğtişaşı ise oldukça ehemmiyetli addedilebilir. Ora­da komiteciler sanki sahraya tenezzühe gidiyormuş gibi toplu olarak Türk mahallelerine hücum ettiler; ansızın vuku bulan bu taarruz üze­rine Türkler şaşırdı kaldı ve Ermenilerin bir yaylım ateşiyle sokakta bulunan on ikiden fazla Türk şehit düştü.

Silâh seslerini işiten Ermenilerin her tarafta çıkardığı isyan ve ihtilâldan zaten müteyakkız (tetikte) bulunan Türkler silâhlanarak evlerin damla­rına çıktılar ve toplu bir halde bulunan Ermenilere kurşun yağdırdı­lar; beş on dakika içinde Ermenilerden yüz kırk kişi maktul ve kırk iki kişi mecruh düştü ve komiteciler perişan bir halde öteye beriye kaçış­tılar. Türklerden yirmi beş maktul ve beş mecruh vardı.311 [1893] senesi Erzurum ihtilâl ve isyanları bu suretle hitam bulmuş oldu. Vilâyeti şarkiyede[doğu illeri] tahaddüs [oluşan] eden bu Ermeni ihtilâlı harekâtının sür'atle bastırılmasında Anadolu fevka­lâde müfettişi olarak gönderilen Abdülhamid'in yaveri ferik Şakir Pa­şa'nm hayli himmeti sebkettiğini (geçme) zikir ve kaydetmek iktiza eder. Aynı zamanda Trabzon'dan Bitlis'e kadar vuku bulan yer yer isyan ve ihtilâl hâdiselerini tamik (derinlemesine araştırma) ve tahkik etmek üzere ayrıca Sadettin Paşa ile İbra­him ye Cemal Beyler de sevk ve izam (gönderme)edilmişti. Gerek Şakir Paşa ve gerek bu heyeti tahkikiye tarafından verilen raporlarla mahalli valiler ve polis komiserlerinden alman yevmi (günlük) jurnallar tarafından vukubu­lan telefat miktarını kaydettiğimiz surette tebliğ etmekte müttefiktir­ler.

Bu isyanların intişar ettiği sırada hariçte intişar eden komite gaze­teleri hemen her noktada Ermeni telefatının fazlalığını mevzuu bah­sederek bunu, güya Türkler'in Ermenilere hücum ettiği şeklinde gös­termeğe yeltendiler. Halbuki hakikati her yerde setrü imha (saklama) etmeği şi­ar edinen komiteciler pekâlâ bilirler ki hücum edenler, daima müda­faa mevkiinde bulunanlardan fazla kaybederler. Ve gene herkes pekâ­lâ bilir ki vilâyatı şarkiye ahalisi tabiaten silâh istimalinde ve binicilik­te pek mahirdirler. Ermeniler bu hususta acemidir. Bundan maada şurası da unutul­mamalıdır ki Ermeniler bu çıkmaz yolda beyhude kan dökerlerken hemen her hücumlarında toplu olarak hareket etmişler ve Ermeni is­tiklâlinin istihsal (elde etme) edildiğine sahip olarak fahrü gurura kapılmışlardır. Eğer asker kuvveti, istimali silâh etseydi, bir tek Ermeni hayatta kal­mazdı ve eğer askerin müdahalesi ânında Türkler mutiane (yumuşak başlı) çekilme­yip harbe devam etselerdi. Ermeniler gene mahvolurlardı. Fakat Türklerin maksadı ne kan dökmek ne de asırlardan beri kardeş gibi yaşadığı ve vatandaşlarını mutazarrır (zarar gören) ve müteessir etmekti; onlar yal­nız canlarım, mallarını ve ırzlarını müdafaa için silâha sarıldılar, yal­nız bilfiil komiteçilik eder Ve kendisine taarruz eyleyen müsellâh ko­mitecilere karşı silâh kullandılar.

SİVAS HÂDİSELERİ

Sivas malûm olduğu üzere Anadolu'nun merkezi vilâyetlerinden birisidir. Erzurum, Van, Trabzon, Ankara ve Adana vilayetleriyle mah­dut [sınırlı] olan Sivas, bütün bu vilâyetlerde infilâk eden ihtilâl hâdi­sesinden müteessir olmuş, buralardan kaçan birçok komiteciler Sivas ve mülhakatını, isyan ve iğtişaşlarından bekledikleri gaye için en mü­nasip bir zemin addetmişlerdi.

Vilâyetin birçok mıntıkalarında Kürtler ve Aşiretler bulunması ve bilhassa Kürtlerle Ermenilerin asırlardan beri gizli ve aşikâr birçok cidalleri sebketmiş (geçme) olması Sivas Ermeni ihtilâllerinin ehemmiyeti hakkında bir fikir edinmeğe kâfidir. Esasen Ermeniler her yerde yap­tıkları gibi Sivas ve mülhakatında da isyana hazırlanmışlardı. Fakat, Türk ahalinin gösterdiği sabır ve mekânetn(ağırbaşlılık) ve hükümetçe ibraz (sunma) ve itti­haz edilen itidal (ölçülü) ve basiret isyanın patlamasına mâni oluyor ve komiteyi bahane ve vesile tahrişine (hırslanma) mecbur bırakıyordu, işte, komitenin beklediği bu sebebi Kürtler ihdas etti.

311 [1893], senesi teşrinievvel'in [Ekim] 17'inci günü Bayburt ve Erzincan taraflarından gelen Kürtlerle aşair Erzincan dâhilindeki Re­ fahiye kazasıyla bazı köylerine ve oralardan da Sivas vilâyeti dâhilindeki Karahisarı Şarki sancağının merkeziyle mülhakatından olan Su­şehri ve Divriği kazalarına hücum ile Ermeniler'in mallarını yağma ve bazı kimseleri dahi katlettikleri yine Ermeni mahafilinden (çevre) işaa (yayma, duyurma) edil­mişti. Hükümetçe telgraflarla yapılan müstacel (acele) tahkikatlarda vakıa Kürtlerin bu kabil harekette bulundukları bildiriliyorsa tecavüze ma­ruz kalan yalnız Ermeniler olmayıp bazı Türkler'in'de bundan müte­essir oldukları bildirilmiş ve Sivas'tan alelacele gönderilen inzibat kuvvetleriyle bu Kürtler ve aşiretler tenkil edilmişti.

Fakat tam bu sıralarda Halep vilâyetine merbut (bağlı) olmakla beraber Sivas'la hemhudut olan Akçadağ Kürtleri de Darende kazasına teca­vüzle birçok yağmagerliklerde bulunmuşlar, birçok Ermenileri katil ve birçok haneleri ihrak (yakma) etmişlerdi.

Bu vak'a üzerine Ermeni efkârı umumiyesi değil, fakat Ermeni Hınçak ve Troşak komitelerinin efkâri leimesi (alçak aşağılık düşünce) geldi; zaten maksatları, Türk'ü can evinden vurmak, hür ve müstakil! Bir Ermenistan yarat­mak, hakkı tasarrufu ilga (iptal) etmek, nikâhı kaldırıp kadını herkesin ma­tahı yapmak ilh... İdi... Binaenaleyh Kürtler tarafından bazı Ermeniler taarruza uğrayınca yapılacak iş, hükümeti, Kürtleri süratle tenkil için sıkıştırmak iken güya Ermeni mallarını yağma eden Türkler, evleri ya­kanlar Türkler imiş gibi bu komiteler, kudurmuş köpekler ve aç kal­mış kurtlar gibi muttasıl Türkler'e saldırdılar.

Akçadağ Kürtleri'nin bilâhare Kerven kazasına da baskın yaparak orada da bir takım cinayetlere tasaddi (girişmek) ettikleri haber alınması üzeri­ne Sivas vilâyetince ittihaz edilen tedabire (alınan tedbirler) ehemmiyet verilmesini ve müteferrik (farklı) işlerde kullanılan jandarmaların şimdilik hemen teksifıyle (artırma yoğunlaşma) münhasıran Kürt aşiretlerin tenkiline memur edilmesini ehemmiyetli kaydıyla bildirdim ve babı seraskeriye de müracaatla muaveneti (yardım) he­men teşmil talep ettim.

Vilâyetçe bu suretle hareket edildi. Toplanan redif askerleri ve jan­darmalar mütecaviz ve gasıpların nefsi Sivas [Sivas'ın içi] çıngar çı­kardılar. Hükümet bütün kuvvetlerini kendi ırkdaşlarına tecavüz edenler üzerine sevkedip vazifesini ifaya çalışırken, onlar çarşı içinde Türklere hücum ve birçok bigünahı şehit ettiler. Bundan Türk efkârı ümumiyesi fena halde müteessir ve müteheyyiç oldu ve bittabi mu­kabil taarruza geçti. Bir saat kadar devam eden arbedede iki tarafta da epeyce zayiat verdi.

Hükümet bütün nöbet mahallerindeki, hatta hapishanedeki jan­darmaları bile kavga mahalline şevketti. Arbede esnasında Kars'tan gelmiş olan muhacirlerle yerli baldırı çıplaklardan mürekkep bir kafi­le Ermeni dükkânlarına hücumla mallarını yağma etmek istediler, devlet memurları hem müthiş bir kıtalin önüne geçmeğe, hem de yağma edilen eşyayı istirdatla sahiplerine teslime muvaffak oldular. Diğer taraftan kürtler ve aşiretler de tenkil edilmiş olduğundan artık Ermenilerce işlerine güçlerine bakmaktan başka birşey kalmamıştı denebilir. Fakat hayır! Birtakım komitacılar, bu vakayı takip eden günde hoca kıyafetine girerek, Müslüman çarşısı içinde: H "Ermeniler hücum etti; bizim mahvediyor; ey Müslümanlar uya­nın!" yolunda müheyyiç tahriklere başlayınca zaten olup biten işler­den sabrı tükenmiş olan Türkler galeyana geldiler. İkinci defa olarak iki unsur karşılaştı. Bir kol Ermeni fedaisi de dairei hükümetle askeri kışlasına hücum etmek için ilerliyordu; kendilerine vuku bulan hiçbir ihtara kulak asmadılar ve çetin kayalara başını vurup dağılan dalgalar gibi perişan, müzmahil ( yok olma, bitme) döndüler. Gerek hükümet dairesine ve kışlaya hücum ve gerek çarşıda Türklerle boğazlaşmak suretiyle Ermeniler 438 erkek 6 kadın maktul ve 12 mecruh verdiler. Müslümanlardan yalnız beş kişi şehit 12 kişi mecruh düşmüştü.

Sivas bu badireyi böylece kapatırken Karahisarı Şarkî bir taraftan kan, diğer taraftan ateş dalgaları içinde yüzüyordu. Karahisarı Şarkî'-de Ermeniler Türk mahallelerine kundak sokmuşlardı. O sırada es­mekte olan rüzgârın da yardımıyla otuz dört hane, on altı dükkân, bir mektep ve bir ağıl yandı. Türk ahali, hükümet memurları ve asker, jandarma kuvvetleri bir taraftan kendi kanlarına susamış olan komi­telerin kurşunlarına göğüs geriyor ve canlarını müdafaaya uğraşıyor, bir taraftan da yangını söndürmek çarelerini arıyordu, Ermeni ihtilâl­cileri bilhassa yangını söndürmeğe çalışanlar üzerine musallat oluyorve kurşun yağdırıyordu; bu hâl Türkleri çok kızdırdı; fakat Türk'ün bi­lim ve şefkati mertebesindeki itidal ve metaneti hem hariki (ateş) kamilen itfaya (söndürme), hem hunharların taarruzunu def ve tenkile muvaffak oldu. Be­reket yersin ki Ermenilerin Elhainü haif (hain korkak) fehvasında hem korkudan, hem silâh kullanmaktaki beceriksizliğinden, buna mukabil Türklerin nişancılıktaki maharetinden ve cümlece müsellem plan cesaret ve fe­ragati nefis hislerinden dolayı Türkler yalnız dokuz maktul ve dört mecruh verdiler. Ermeniler ise iki yüz yirmi yaralı bırakarak def olup gittiler. Fakat bu vaziyet başlarım kurtarmak ve yaptıkları cinayetin kefaretini gözyaşlarıyla ödemek için değil, başka mıntıkalarda vahşî hareketlerine devam içindi. Filhakika buradan dağılan Ermeniler, Divrik'i, Darendi ve Gerun taraflarına gitmişler, oralarda zaten isyana hazırlanmış olan komitecilerle birleşerek bin türlü faciaya daha sebe­biyet vermişti.

%- Meselâ Genime kazasındaki komiteciler bu işe bizzat kendi ma­hallelerini yakmaktan başladılar. Bir taraftan kendi evlerine ateş veri­yorlar diğer taraftan Türk mahallelerine baskın yapıyorlardı. Bu bas­kınlarda da hem eşya yağma ediyorlar hem kadın, erkek rast geldikleri Türk'ü öldürmek istiyorlardı. Yolda taarruz ettikleri Türk kadın ve ço­cuklarının feryadı üzerine galeyana gelen Müslüman ahali mukabele­ye mecbur olmuş ve iki saat kadar devam eden hunrizane bir müca­delede Ermeniler dört yüz yetmiş altı maktul, otuz beş mecruh [yaralı] bırakmışlar, Türkler de altmış dört şehit ve elli altı mecruh vermişler­di. Arbede esnasında şehir baştan başa kesif [yoğun] bir duman ve ya­kıcı bir alev içinde kalmıştı. Dört yüz elli yedi Ermeni ve altı Türk evi yandıktan sonra harik (ateş) söndürebildi.

Bu hâdisede Ermeni hunharları tarihi medeniyetin kaydetmediği garip bir vahşet daha gösterdiler. Maktul düşen Türklerden kadın ve erkek sekiz zavallının cesedini ateşe atarak cayır cayır yaktılar.

Divriği'de ise cidal münhasıran Kürtlerle Ermenilere inhisar etti; Kürtlerden intikam almak için hücum eden Ermeni komiteci ve feda-ileriyle vuku bulan arbedede iki taraf da epeyce zayiat verdi. Ermeni­lere ve Kürtlere ait olmak üzere yetmiş sekiz hane yandı. Ve Ermeniler meydanda yüz on dört maktul, yirmi dokuz mecruh bıraktılar. Kürtle­rin de buna karip (yakın) telefatı vardı; fakat Kürtler cenazelerine, berhayat olanlardan ziyade ehemmiyet vererek maktullerini meydanda bırakmadılar Aşiretlerle beraber alıp kaçtılar. Mukatele mahalline, yetişen asker ve jandarma kuvvetleri asayişi iade etmiş, hem Ermeni komite­cileri, hem Kürtler meçhul semtlere firar eylemişlerdi. 4< Hulâsa birkaç hafta zarfında Sivas vilâyetinin her tarafı ateş ve kan içinde kaldı. Erzurum'dan, Trabzon'dan müstacelen kuvvet istenildi.

O gün de Tokat'tan almış olduğum şifreli telgraflarda Kürtlerle Aşiretlerin malları yağma ve Ermenileri katliam etmek üzere kasabayı muhasara (kuşatma) ettikleri ve miktarı az olan zabıta kuvvetlerinin müdafaa mevkiinde kaldıkları, fakat muhasırların (kuşatan) kuvvetleri gittikçe artmakta olduğundan serian imdat gönderilmesi lüzumunu bildiriyordu.

Sivas'a ehemmiyetli tebligatta hâdiseye katiyen meydan veril­memesini emrettim. Hatta oraya mücavir sancak ve vilâyetlerden de muavenette bulunulmasını bildirdim. Bunun üzerine redif, nizamiye askerlerinden miktarı kâfi kuvvetler Tokat üzerine sevk edilerek Kürt­ler ve Aşiretler defedildi. Tokat'ta da ne bir yağma ne de bir katil ve cerh hâdisesi vuku bulmadı.

Ayni hal Amasya'nın da başına geldi. Amasya da Kürtler ve Aşiret­ler tarafından hücuma maruz kalmıştı. Oraya asker ve zabıta kuvvet­leri yetişinceye kadar Amasya'daki Ermeni emval ve eşyası tamamıyla yağma edildi. Fakat nüfusça hiçbir zayiata meydan verilmeksizin bu hâdise de bastırıldı. Bu itibarla bütün Anadolu'da kan dökülmeksizin ihtilâl ve isyan badiresini atlatan yalnız Amasya ve Tokat kaldı de­mektir.

Bu hâdiseler böyle tekevvün (var olmak) edip dururken bir de vilâyetin başına ayrıca musallat olan bir komiteci vardı. Bu dağ çetesi seraskeri namı verilen Hınçakyan'm en namdar ve cesur bir fedaisi addedilen Danyel namındaki şaki idi.

Danyel daha bu tarihten bir buçuk sene evveline kadar hüküme­tin telgraf çavuşluğu vazifesinde müstahdemdi. O zamana kadar pek sadık bir memur addedilen bu komiteci, Ermeni komitecileri ve is­yanları hakkındaki muhaberatı telgrafıyeye her nasılsa vukuf kes betmiş (anlamak) ve yavaş yavaş hükümeti matbuasının en azılı düşmanları idadına girmişti.

Anasıl Hafik kazasına tabi Kemer karyesi ahalisinden olan Danyel, Hafik kazası telgraf çavuşluğunda bulunuyordu. Bir gün dağlarda gü­ya telgraf hatlarını tetkik ve teftiş için gezerken Ezberd nahiyesi müdürü Esat ağa ile maiyetine rastlamış, bir ağacın gövdesini siper ala­rak hem müdürü, hem jandarmayı kurşunla katletmişti. Aynı günde yine aynı yoldan geçen bir Ermeni tüccarını da öldürerek paralarını gasbetmiş ve bu marifetlerini kazaya tahriren bildirmişti. Şaki, fımabad kendisinin dağ çetesi seraskeri bulunduğunu ve nerede Türk gö­rürse öldüreceğini, emeli, gayesi Türkiye'de Ermeni bayrağının dalga­lanmasını görmekten ibaret olduğunu açıkça ilân ediyordu.

Danyel bu ilânı takip eden günlerin birisinde merkezi vilâyete gel­mekte olan Karahisarışarkî müddei umumî muavini Necip Beyle refa­katindeki zaptiye çavuşuna ve bunlarla beraber yolculuk eden Çorum tahrirat müdürü ile bir zaptiye neferini taarruz etti; Danyel'in maiye­tinde azılı komitecilerden beş, altı kişi daha vardı.

Yalnız zaptiye çavuşuyla neferinde silâh vardı; bunlar kendilerini mertçe müdafaa ettiler; fakat dağ çetesi seraskerleriyle arkadaşları kayalar arkasına siper almış, yolcular ise düz bir ovanın ortasında kal­mıştı. Müsademe yarım saat kadar devam etti. Müddei umumî Necip Bey'le zaptiye çavuşu şehit ve Çorum tahrirat müdürüyle zaptiye ne­feri mecruh düştüler. Eşkıyadan da ikisi katledildi. Mecruhlar merkezi vilâyete gelerek vakayı anlattılar. Bunlar, hâdiseyi valiye naklederler­ken Sivas muteberanmdan (ileri gelen itibarlı) beş, on kişi ellerindeki mektuplarla valiye müracaat ederek "dağlar çetesi seraskerf'nin kendilerinden mühim yekûnda para istediğini ve vermedikleri takdirde katille tehdit olun­duklarını bildirdiler. Bu çetenin tenkili için tertibat alınırken çete, Ha­fik kazası dâhilinde, Sakar dağında ikisi kadın olmak üzere on altı Türk'ü pek vahşiyane surette katletmişti.

Artık Sivas vilâyeti dâhilinde, âdeta Celâli eşkıyası macerasını an­dıran bir sürü fecayi (facia) cereyan edip gidiyordu. Çetenin imhası için bir miktar redif askeriyle beraber Koçkiri kaymakamı takibe memur edil­di. Bu kaymakam metin iradeli, cesur ve zeki bir zattı. Takip ede ede nihayet çeteyi Suşehri ile Koçhisar arasında vaki Karabayır nam ma­halde yakaladı. Müsademe (çatışma) altı saat kadar devam etti; Danyel ile altı refiki (yardımcı) maktul düştü. Çeteden dört kişi hayyen (canlı) derdest (tutuklama) edildi. Yalnız birisi kaçabildi. Dağlar çetesi de bu suretle bir daha dirilmemek üzere âdeme (yokluk) gönderildi.

Merzifon'daki Ermeni ihtilâlları 1307 [1889] senesinden ibtidar et­ti (başladı). O sene Merzifon'a bir saat mesafede kâin (bulunan) Değirmendere nam ma­halde Ermeni eşkıyası bir Türk ile hayvanını öldürmüşlerdi. Ertesi se­ne, (Ey hükümet! vergi için milletimizi sıkıştırmayınız! Zalimlik etme­yiniz! Bugün böyle kalmaz!) ibaresi yazılmış ve mühür yerine martin fışengi resmi yapılmış birtakım kâğıtlar camilerin avlularına bırakıl­mıştı.

Bundan bir müddet sonra Rusyalı Şemavet ismindeki komiteci Hompara ile Malatya'da yakalanmış ve Samsun tarikiyle İstanbul’a gönderilirken Merzifon ile Havza arasında Çelenk boğazında on sekiz kişilik bir Ermeni çetesi tarafından kurtarılmıştı.

Bu Şemavet'in yine Merzifon'a gelerek Ermeni evlerinde saklandı­ğı anlaşıldığından taharri olunarak yeniden yakalanmıştı. İcra kılınan tahkikat neticesinde merkumun (aşağılık) her geçe bir Ermeni hanesinde ihtifa[saklanma] ettiği ve teşkil eylediği komite marifetiyle fediyeine-cat [hayatın başlanması] namıyla birçok paralar aldığı anlaşılmıştır.

Şemavet'in tekrar hapsi üzerine Ermeni komitecileri geceleri silâh atmağa ve ara sıra da Türk mahallelerinde nümayiş (gösteri) yapmağa başla­mışlardı.

Sivas vilâyetinin Ermeni ihtilâlına sahne olduğu 311 [1893] sene­sinde Merzifon komitesi de kanlı harekâta başladı; Merzifon'da her­kesin tanıdığı bir Ermeni fahişesi vardı. Oğlu ile beraber oturan bu kadın geceleri gizli gizli misafir kabul ediyor, vücudunu satmak sure­tiyle hayatını kazanıyordu. Bir gece bu kadını evinden almışlar ve öl­dürmüşlerdi. Ermeniler bunun Türkler tarafından yapıldığını iddia ve işaa (yayma) ettiler. Halbuki alessabah (sabahleyin), oğlu dairei hükümete gelerek, gece an­nesinin Ermeni komitecileri tarafından evden alınıp götürüldüğünü bildirdi. Filhakika bütün Türklerle münasebeti cinsiyede bulunan bu fahişeye Ermeniler çok kızıyorlardı. Komite bu aşüftenin vücudunu kaldırmak suretiyle bir taşta iki kuş vurmuş oluyordu. Hem bir Erme­ni orospusunu ortadan kaldırmak, hem bu cinayeti Türklere atf ve is­nat etmek. Bu cinayetin vukuundan bir gün sonra Hınçakyan komite­si Merizfon'un sokaklarına yaftalar yapıştırarak Ermeni halkını hükü­mete karşı isyana davet etti. Hükümete sadık kalıp komitenin kimlerden mürekkep olduğunu haber veren iki Ermeni'yi de güpegündüz katlettirdi.

O gün Ermeni fedailerinden Varteris ve Kirkor namında iki kişi sarhoş, ellerinde Karadağ rovelverleri ve kumbaralar bulunduğu hal­de çarşıda nara atar,Türklüğü ve hükümeti tahkir ve tel'in ederlerken yakalandı ve hapsedildi; tevkif için giden zabıta memurları üzerine silâh attılar ve bu kurşunlardan iki kişi yaralandı.

Gene o gün, Rusyalı Leon Parsih kumandasındaki Ferhur eşkıya çetesi Merzifon'a yarım saat mesafede jandarmalarla müsademe[çatışma] etmiş, dört neferi diri olarak tutulduğu gibi beş kişi de maktul düşmüştü; bu müsademe de iki jandarma neferi şehit oldu.

Artık komite adam akıllı şımarmış ve her yerde cerh ve katil va­kaları ihdas etmekten ve hükümete meydan okumaktan çekinmez serkeş bir hale gelmişti.

Bu vakaların tahaddüsü (oluş) 1311 [1893] senesi teşrinisani [kasım] ip­tidalarına tesadüf eder. Teşrinisani'nin üçüncü Cuma günü Merzifon kasabası vahim ve buhranlı bir gün geçirdi. Harp, baskın, seylâp (sel), müthiş bir zelzele veya önüne geçilmek imkânı olmayan felâketli bir yangın esnasında insanların hissetmesi lâzım gelen duygular, korku, heyecan ve şaşkınlık, Merzifon'un üzerine kâbus gibi çökmüştü. Her­kes ne yapacağını şaşırmış, hükümet ve zabıta telâşlı ve hummalı bir faaliyet ve asabiyet içinde çırpmıyordu. Şehirde derin bir sükûn hükümferma (hüküm sürme) idi. Fakat bu sükûtun içinde derin velveleler halinde bir uğultu çağlıyor gibiydi. Bu müziç ve musibetaver (musibet taşıyan) sükûtu, Ermeni ki­lisesinde çalışan can sadaları ihlâl etti. Ermeniler, kovanlarından hoş­lanan halanları gibi, şetaretli (neşeli)bir gulgule (gürültü) ile hepsi birden ilânı sürür (sevinç) ederek dükkânlarını kapamağa ve kiliselerle büyük Ermeni hanele­rinde toplanmağa başladılar.

Çarşılarda, mahallelerde kolları meşinli, başlarında parlak şapka­lar, ellerinde yeni sistem ve tuhaf bir nevi kasaturalar olduğu halde otuzar, kırkar kişilik müfrezelerin nümayiş yaptığı görüldü. Vakit öğle yaklaşmıştı; Müslümanlar tek tük camilere geliyorlardı. Paşa camiinin havlısında gezinen terzi İsmail namındaki masum ve herkesin sevdiği bir Türk, oradan geçen bir Ermeni tarafından rovelverle cerh edildi (yaralandı). İsmail ah, ederek yere yıkıldı; bu camiin karşısında taşlı han vardır; bu handa toplanmış olan komiteciler, Paşa camiinin pencerelerine kurşun yağdırdılar.

Camit (cansız) camii civarında da müsellâh kırk Ermeni fedaisi toplanmış­tı; bu camie gelirken Veli ve Lûtfullah namındaki iki Türk de cerhedildi. Karşısındaki mahalleden camie doğru gelen oduncu Emrullah ve İbrahim’le diğer yirmi iki müslümanda yaylım ateşiyle şehit edildi.

O taraftaki çeşmelerden birisinde abdest alan Hacı Abdullah Efendi bu halleri görünce evine doğru kaçmağa başladı. Fakat komi­teciler arkasından nişan alarak bunu da cerh ve katlettiler.

Silâh seslerini işiten ve bu faciaları gören Türkler, Cuma namazı­na gitmekten sarfınazar ettiler ve bir kısmı silâhlanarak Ermenilerin üzerine saldırdı; Müslüman mahallelerinde bu arbede devam eder­ken Ermeni çeteleri hükümet konağıyla kışlayı da kurşun ateşi altına almışlardı.

Kışlada topu temeli beş, on muhafız asker vardı; kazanın zabıta kuvveti ise askeri bir intizam [düzen] tahtında dolaşan bu çeteleri ten­kil edebilecek kemiyette değildi. Maahaza, Cuma olmasına rağmen silâh seslerine koşan rüesa ve memurini hükümet, kazanın bütün jandarmaların hatta hapishanede nöbet bekleyenlerin yerine bizzat ahaliden ve memurinden

bazılarını ikame etmek üzere topladılar ve evvelâ kışlayı muhasaradan (kuşatma) kurtararak, oradaki askerî kuvveti de ala­rak komitecilerin hücumuna maruz kalan Türk mahallelerine yürü­düler. O vakte kadar Müslümanlar ekseriyet kazanmış ve bütün Türk mahallelerinden müsellâh olarak gelen muavin kuvvetlerle Ermeniler püskürtülmüştü. Ermeniler seksen ve Türkler on sekiz telefat vermiş­lerdi. Emniyet ve asayiş iade edildikten sonra, Ermeni mahallesinde taharriyat yapıldı; kolları meşinli fedailer, kim bilir Anadolu'nun han­gi köşesinde isyan çıkarmak ve kan dökmek üzere savuşmuştu? Er­meni hanelerinde niuhtefi beş on komiteci ile birçok silâh, cephane, kumbara ve saire bulundu. Ermeni ihtilâl komitelerinin teşkilâtına, iane cem'i aza (üye toplamak için yardım) ve fedai kaydı ve tehdit usullerine dair birçok vesika­lar, talimatlar mektuplar ve gazeteler bulundu; bütün bunların tetkikatımdan rüesayı ruhaniyenin (dini liderler) işi gücü bırakarak Türkiye'yi harap et­mek, kana boyamak ve harabenin üzerinde sözüm ona hür ve müsta­kil bir Ermenistan kurmak hülya ve davasını taşıdığı anlaşılır. Bu vesaik (vesikalar) içerisinde en mühimleri şarkılardır. Hınçak ve Troşak komiteleri her mahal için şarkılar tanzim etmişlerdir. Ermeni edebiyatında ol­dukça mükemmel addedilen bu şarkılar komite efradınca marş ma­kamında teganni edilir ve Ermeni hissiyatım cûşu hurûşa (heyecana) getirmekte çok işe yaradı. Merzifon’da bulunan ve ismine Karahisar şarkısı deni­len manzumenin tercümesini neşrediyoruz:

1

Ben bir serbest Ermeni nevcıvanım[genç]

Dağlar benim memleketimdir

Sevgilim kılıcımdır

Refikam da bratnemdir (Rus sürmeli)

2

Silâhlarım bana zinettir

Fişeklerim zikıymet [kıymetli] altındır

Zarif ve temiz yatağım

Yerdeki yeşil çemendir.
3

Cehlim var inkâr etmem

İlmim ile iftihar edemem.

Fakat güzel şarkı söylerim

Saf kalpli silâhşorum

4

Cevat Kulaksız

DİPNOTLAR
[i] http://www.turkcebilgi.org/bilim/osmanli-tarihi/islahiye-teskilati-firka-i-islahiye-31760.html

Not: Gazeteye tamamını sığdıramadığım için iki sayfa Hınıs’ta olan olaylar çıkarılmıştır.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget