Bağış - Mine Kırıkkanat

Önce ayağını bağışladı. Hem zaten ayaklarını hiç sevmezdi. “Bir kadın için fazla büyük. Bu ayaklar bir erkeğe çok yakışır” der dururdu. Fırsat önüne çıkınca, hiç düşünmeden, bacağını kasıktan aşağı bağışlayıverdi. Zavallı adamcağız, üç kuruşa çalıştığı işyerinde dizinden aşağısını prese kaptırmıştı, bunu duyduğunda o hiç duraksamadı:

“Yarım yamalak, ekleme bacak olmaz. Alın benimkini, bu yaştan sonra koşucu olacak halim yok!”

Telefondaki ses, “Ama hanımefendi, kaza geçiren işçi kardeşimiz bir erkek” dediğinde cevabı hazırdı:

“Siz hele görün bu ayakları. Onlar elli yıldır durmadan, dinlenmeden bana hizmet ettiler. Yalnızca beni işe götürmekle kalmayıp, benim diyen erkeklerin beceremeyeceği işler yaptılar. Alın bu bacağı. Seve seve veriyorum. Henüz işe yararken alın. Hücreleri çürümeden, tabanı iflas etmeden alın onu benden.”

Tüm sabahlar gibi bir sabah, kendisiyle gurur duyarak, seke seke gitti ve bir çift koltuk değneği aldı. İçi tatlı bir huzurla öyle hafiflemişti ki, koltuk değnekleri onu değil, o koltuk değneklerini taşıyordu sanki... Böyle uça seke, bacağının yeni sahibini görmeye gitti. Daha doğrusu, kendini göstermeden, uzaktan izlemeye.

“Pes doğrusu, amma güzel oturtmuşlar yerine. Tıkır tıkır yürüyor arkadaş!”

Tüm yüzüne yayılan kocaman bir tebessümle, sıkıca tutundu koltuk değneklerine ve uzaklaştı.

***

Bir zaman sonra, böbreğinin birini elden çıkardı. Bedeninin en sağlam yeriydi, böbrekleri. Durmadan su içmesine karşın, bir gün bile sızlanmamışlardı. Sarıldı telefona yeniden:

“Hemen geliyorum. O dünya güzeli yeşil gözlü kızın resmini gördüm gazetede. Bundan böyle gözlerindeki mor halkalar yerini makyaja bırakacak. Çünkü yeşile mor hiç yakışmaz!”

Böbrek bulmak öyle zor işti ki, karşı koymasına rağmen ödüllendirildi. Genç kızın babası, esnafa hizmet veren bir aşevinin sahibiydi.

“Lütfen konuğum olun. İstediğiniz süreyle, istediğiniz kadar gelin, yemeklerimi tadın. Sizin gibi gerçek sanat emekçisi kaç kişi kaldı ki ülkemizde?”

Utana sıkıla bu çağrıyı kabul etti. Ne de olsa her gün kaynatamıyordu tenceresini eskisi gibi.

***

Sonra bir gün, oturup geçmişiyle hesaplaştı. Geriye doğru, milim milim, kılı kırk yararak gitti, gezindi, bakındı, yokladı, eledi. Özetle, kendini acımasızca eleştirmeye çalıştı. Ama utanılacak hiçbir şey yakalayamadı. “Acaba kendime iltimas mı ediyorum?” diyerek, aldı eline kalemi, kâğıdı ve hesabı yazıya döktü. Yazarken bir şeyin farkına vardı. Sağ elleriyle yazanların, sol ellerine gereksinimi yoktu!

Huzursuzluk adlı küçük kurt, yeniden içini kemirmeye başladı.

“Kimbilir kaç kişi el, kol, bacak, diye hastanelere başvuruyordur... Şöyle doğru dürüst, sağlıklı bir sol el bulabilmek için. Ravel’in Sol El Konçertosu’nu çalacak değilim ya, bu saatten sonra! Dostlarım beni tek kolla da kabul eder nasılsa.”

İşte sol elini bağışlaması, bu tümcelerin büyüyüp beyninde patlamasıyla gerçekleşti.

Oh! Bu iş de böylece mutlu sona ulaşmıştı.

***

Bir gün merakına yenik düştü ve sol elini görmeye karar verdi. Aradı, taradı, sordu, soruşturdu, ama el ortadan ‘yok’ olmuştu. Yok, yok, yok... Umudunu yitirmiş, caddede yürüyordu ki, tanımadığı genç bir kadının el sallayarak ona doğru geldiğini gördü. “Tanışıyor muyuz?” diyecekti ki, bir ‘sahne kazası’ sonucu sakat kalan serçe parmağını tanıdı. Sanki eli ona: “Sahne tozu bulaşmıştı bu parmaklara. Neden benden vazgeçtin ki?” demek istiyordu, sanki.

Bir an, boğazına bir şeyler düğümlendi, ama belli etmedi ve damdan düşer gibi, genç kadına ne iş yaptığını sordu. Kadın, şaşkınlık içindeydi.

“Çiçekçide çalışıyorum. Şu gördüğünüz buketi az sonra bitecek oyuna yetiştirmem gerekiyor.”

Telaşla yoluna devam etmek istedi. Ama sol eli, buketi çoktan ona uzatmıştı. Elsiz kolu bir anda renk renk çiçeklerle örtüldü. İşte on an çiçekçiyle göz göze geldiler:

“Şimdi anladım, siz O’sunuz. Bu çılgın elin çılgın sahibi! Alın, sizin olsun buket!”

Genç kadın böyle söyledikten sonra kalabalığa karışırken, sol eli, ona hâlâ el sallıyordu. (...)

ANAİS MARTİN

‘G’ NOKTASI

ANAİS MARTİN, Türkiye’nin yüz akı bir yazar ve 25 yıl İstanbul Devlet Operası’na solist, Nice Operası’na korist olarak ses vermiş bir opera sanatçısıdır. Kendi yazıp müzikli çocuk oyununa dönüştürdüğü “Elma Kurtları” masalı, AKM, Süreyya Operası ve Antalya Devlet Operası’nda sergilenmiştir.

Çok sayıda öykü, deneme ve masal kitabı vardır. Anais Martin, insanın içine işleyen gerçekliği, nefis Türkçesi ve olağanüstü hayal gücüyle benim en sevdiğim yazarlardan biri. Gizli bir feminist. Son eseri, “Kahire’nin Mor Gülü” (AYA, 2011) kadınlara kadınları anlatan olağanüstü bir öykü kitabı, bir kadın dayanışması ürünü.

Bu kitabın ilk öyküsü, yan sütunda okuduğunuz “Bağış”, günümüzde garaja çekilen üretken ve yetenekli insanların umutsuz cömertliğini en vurucu metaforla anlatıyor. Sizlerle paylaşabilmek için kısaltmak zorunda kaldım. Öykünün tamamını ve hepsi birbirinden duyarlı ötekileri, “Kahire’nin Mor Gülü” kitabında bulabilirsiniz.

“Umut, mutluluk kredisinin taksit borcudur.”

JOSEPH JOUBERT

Mine Kırıkkanat/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget