28 Aralık 2011 günü saat 18.39’da Irak sınırları içerisinden hududumuza doğru bir grubun hareket halinde olması insansız hava aracı ile (İHA)tespit ediliyor. Saat 21.37-22.24 arasında hedef Türk Hava Kuvvetleri’mize ait savaş uçaklarımız tarafından ateş altına alınıyor. Sonra bu insanların sivil kaçakçılar olduğu anlaşılıyor ve kıyamet kopuyor.
Bu bir askeri hata mıdır, yoksa insan kıyımı mıdır?
İnsani duyguları yok olmamış hiç kimse masum insanların bir yanlışlık veya ideal uğruna öldürülmelerini istemez. Devlet te bunu bilerek yapmaz. Bu işte mutlaka bir iş var ama ne? Buna daha sonra değineceğim.
Hatırlayalım, Kıbrıs çıkartmaları sırasında Adatepe, Mareşal Çakmak ve Kocatepe Muhribimiz Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşman gemisi zannı ile vurulmuşlardı.
Bu nasıl olmuştu?...
20 Temmuz sabahı başlayan savaş 21 Temmuz günü de bütün şiddetiyle sürerken Ankara’da savaşı yönetmekte olan Genelkurmay Karargâhına gelen bir istihbarata göre Yunanistan’dan Kıbrıs’a doğru yola çıkan bir filo adaya silah ve asker götürüyordu. Baf Limanı açıklarına doğru ilerlediği bildirilen bu Yunan savaş gemilerinin durdurulması gerekiyordu. Girne limanında bulunan üç Türk muhribi Kocatepe Adatepe ve Mareşal Çakmak gemilerine bölgeye doğru hareket etmeleri ve bu Yunan filosunu karşılamaları emri verilirken Türk savaş uçaklarına da aynı şekilde bölgeye intikal etmeleri ve Yunan gemilerini vurmaları bildirilmişti. Ankara’daki savaş karargâhı çok önemli bir bilgi daha almıştı. Bu bilgide Yunan gemileri Türk bayrağı çekmişler ve telsiz konuşmalarını da Türkçe yapıyorlardı. Türk ve Yunan askerleri NATO’da birlikte çalıştıkları için ortak yürütülen tatbikatlarda Türk birliklerinin kullandığı dili ve kodları iyi incelemişlerdi ve görüldüğü kadarıyla gayet güzel taklit ediyorlardı. Yunan gemileri Türkleri şaşırtmak ve kendi gemileri sanmalarını sağlamak için Türk bayrağı çekmek ve Türkçeyi iyi bilen Yunan personelini kullanmak gibi çok kurnazca bir savaş hilesine başvurmuşlardı. Netice olarak emir alan Hava Kuvvetlerimiz Türk gemilerinden gelen anonsları Yunanlılar sanarak vurmuşlardı. Bunlardan Kocatepe muhribimiz aldığı ağır yara ile Akdeniz’in sularına gömülmüş, 54 denizcimiz hayatını kaybetmişti
Savaşlarda her şeyin olabileceğinin göstergelerinden sadece teki olan bu acı olayı Türk milleti olarak sineye çekmiş, üzülmüş çok ağlamıştık ama ortalara çıkıp kimse hükümet aleyhinde fetva vermemiş bir başka benzetme yapmamıştı. Oysa son 35 kişinin PKK lı zannı ile vurularak katledilmeleri Türkiye’yi ayağa kaldırdı. Buna en çok BDP liler önayak oldular.
İnsanların kafaları karıştı ve olay 1948'de Van'ın Özalp İlçesi'nde Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın yönetimindeki birliklerin, kaçakçılara yardım ve yataklık yaptıkları iddiasıyla 33 köylüyü kurşuna dizmelerini gündeme taşıdı. Yani körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz misali.
O yıllarda henüz doğmamış ve görgü tanığı olmamam sıfatıyla gerçekleri elbette bilemem ama ne var ki tarihçiler bu konuda ikiye bölünmüşler. Ben okuduklarımdan ancak bir sonuç çıkartmaya çalışıyorum.
Bence iki olay arasında benzerlik olsa da birbirine karıştırmamak gereklidir. O günkü şartlarla bugünkü şartlar arasında önce teknoloji farkı vardır, ilk önce bunu tespit edelim.Hırsızlık, haramilik, ırza geçmeler ayyuka çıkmış durumdaymış. Bugün ise vatanı bölme parçalama, ayrı devlet kurma hırsı ayyuka çıkmış durumda. Gelelim manşetlere giren 33 kurşun meselesine.
Tarih sayfalarını incelediğimizde Orgeneral Mustafa Muğlalı hakkında iki karşıt görüş okuyoruz. Bunlardan teki Muğlalı Paşayı tamamen kanlı katil gösterirken diğeri de çok deneyimli ve disiplinli bir asker olduğunu o yıllardaki şartların gereğini yaptığını yazmaktadır.Türkiye’nin bugünkü haline baktığımda o günlerden farklı olmadığını görerek Muğlalı paşanın lehinde yazılanlar bana daha mantıklı gelmektedir. O günkü şartlarla bu günkü şartlar altında teknoloji olarak elbette büyük fark vardır ama Türk düşmanlığı veya vatanı bölme isteklerine gelince çok şeyin değişmediği görülmektedir ne yazık ki.
1940 lı yıllara döndüğümüzde İkinci Dünya Savaşı ile yokluk içerisinde kıvranan ülkemizde İngiliz, Fransız, Rus ve İran casuslarının cirit attığı bir dönemin olduğunu görüyoruz. Bu arada Doğu Anadolu ülkenin diğer yerlerine göre daha karışıktır. Ruhlarında hainlik olan bazı insanların yabancı ülkeler lehine casusluk yaptıkları iddiaları her gün yetkili makamlara ulaşıyor. Devlet bölgede sıkıyönetim uyguladığı halde hırsızlık, kaçakçılık, eşkıyalık, soygunculuk, ırza tecavüz eylemlerini engellenemiyor.Casus mu, hain mi, eşkıya mı olduğu belli olmayan bazı gruplar, bölgede güvenlik sağlamak için canla başla çalışan askerleri de pusuya düşürerek şehit ediyorlar. Bakın günümüzde tıpkı PKK nın yaptığı gibi. Rusya’nın fiilen kontrolünde olan Irak (Günümüzde Amerika’nın kontrolünde) ile İran’a kaçıp bir süre saklandıktan sonra tekrar bölgeye dönüp eylemlerine devam ediyorlar. Türkiye’den çaldıkları büyükbaş, küçükbaş hayvanları da İran’a satan bu eşkıyaları Ruslar ve İran makamları koruyorlarmış. İki nüfus kâğıdı taşıyan bu adamlar İran’da İranlı Türkiye’de Türk görünüyorlarmış. Bölge halkı bu eylemlerden dolayı canından bezmiş ve kendilerini koruyamaz hale geldiklerinden orduya ve askere sığınıyorlarmış.1943 yılında Van'ın Özalp İlçesi'nin sınır bölgesinde İran'a kaçmaya çalışan bir grup, güvenlik güçleri tarafından sıkıştırılıyor. Çatışma çıkıyor ve dur emrine uymayan Kürt eşkıyalardan 33 tanesi çatışmada öldürülüyor. Bu olaydan sonra bölgede nispeten sükûn ve huzur sağlanıyor bölge halkı da Muğlalı Paşaya minnettar kalıyor. İş Bununla da kalmıyor içişleri Bakanlığınca, bölgede sükûn sağlandığı için, Valiliğe, Jandarma komutanlığına teşekkür yazıları yazılıyor.
1931-1939 yıllarında 1. Ordu komutanlığı, iki kez yüksek askeri Şura üyeliği ve 1943-1945 yılları arasında da 3. Ordu Komutanlığı yapan Muğlalı Paşanın katil ruhlu bir asker olması bana göre imkânsızdır.20.Aralık.1943 tarihinde Van Cezaevinde yatan İsmail Özay isimli bir mahkûm, TBMM’ne yazdığı dilekçesinde; bu 33 kişinin kaçmalarının söz konusu olmadığını, bilerek katledildiklerini iddia eder, olaydan yaralı olarak kurtulup İran’da yaşayan kardeşinin affedilmesini ve olayın tahkikini talep eder. (Bakınız günümüzde Ergenekon denilen içi boş dava da hep iddialar üzerine olmuş, yıllardır içeride tutsak edilen kahraman askerlerimizin halen suçlu oldukları ispat edilememiştir. Oysaki bugünkü teknoloji ile ortada bir suç varsa çok çabuk ispat edilebilir noktasındayız.)
Neyse biz yine araştırmamıza dönelim.
1946 seçimlerinden sonra Meclis'e giren Demokrat Parti milletvekilleri bu olayı yeniden Meclis gündemine getirirler. Öne sürülen iddia şudur:"Çatışma sırasında öldüğü iddia edilen 33 insan masumdu ve kurşuna dizildiler. "Siyasilerin bu olayı kendi lehlerine çeviri istekleri hem oy alabilme hem de İnönü iktidarını yıpratmak siyasi erk olabilme adınaydı. Ayrıca Menemen olaylarında yargılamayı yapan kahraman bir askerin yargılanmasını sağlayarak gerici çevrelere menemenin rövanşının alındığının mesajı vermek hem de Atatürk’ün yakın bir silah arkadaşını zor durumda bırakarak Atatürkçülükten bir çeşit öç almaktı amaç..”
Günümüzde bu olayın iktidarı ve orduyu suçlamak amacı ile tekrar dile getirilmesi ise iktidardan çok ordumuza zarar verecektir.
Kurtuluş savaşına Tümen komutanı olarak katılan Muğlalı Mustafa Paşa 23.Aralık.1930’da Menemen’de Devlete Karşı ayaklanıpAsteğmen Kubilay’ışehit eden yobazları yargılayan Harp Divanının başkanlığını yapıyor. İnsan ister istemez düşünüyor. Muğlalı Mustafa Paşa Kürtçü medyanın, gerici medyanın hâlâ bir numaralı boy hedeflerinden birisi olmaya devam etmesi acaba bunun için midir diye.
Şimdi sormak lazım:
1--O bölgelerden teröristlerin katır sırtlarında mühimmat taşıdıkları, bu mühimmatları kanlı eylemlerinde kullandıkları, askerlerimize pusu kurdukları alenen bilinirken kaçakçıların o bölgede işleri ne? Şimdi yırtınan BDP milletvekilleri ne için bu insanları uyarmadılar?
2---İnsansız hava araçlarının esas şifreleri, komutaları hangi ülkenin elindedir? Bir, beş, on değil de 50 Kaçakçının toplu halde işleri ne idi orada. Ne kaçırıyorlardı veya içeri ne geçiriyorlardı? Sadece söylenildiği gibi mazot olmadığı malum!
3---“Bir grup kaçakçının (50 kişi) sınırı geçip kendi köylerine doğru hareket halindeyken askerlerce durdurulup yönlerinin değiştirildiği, arkasından da savaş uçakları tarafından bombalandığı bilgileri var” deniliyor. Bu kaçakçı dediğimiz vatandaşlarımızı BDP nin iddia ettiği gibi asker mi, yoksa PKK mı yanlış yönlendirdi?
4---PKK lılar bu masum insanları yem olarak atıp, bir başka delikten içeri mi sızdılar yine ?Ne malum PKK’nın ölen vatandaşlarımızı ateş hattına yönlendirmiş olmadığı? Birçok eylemde yaşları küçük, çocuk denilecek gençleri ileri sürmüyorlar mı? Polise, askere karşı kullanmıyorlar mı? Gömülmek üzere son yolculuğuna götürülen ölenlerin tabutları üzerinde neden PKK bayrakları vardı?
5--- “Kürtlere Anayasal haklarını vereceğiz, eğitim-dil-kimlik dahil her istediklerini vereceğiz.” diyen Başbakan Yardımcısı Sn.Arınç’ın sözlerinden sonra bu bir senaryo mudur ?
Bu düşünceler hep olasılıklar içerisindedir bence. Öyle veya böyle, olan kaçakçı da olsa 35 insanın hayatına mal olmuştur. Üzücü olan budur. Allah rahmet eylesin hepsine, ailelerine sabır versin demekten başka bir şey yapamayız. Dileklerimiz ortada bir suç unsuru varsa derhal bulunmaları ve cezalarını çekmelerinden öte olamaz tabi.
Tünay Süer
Yorum Gönder