SEVGİLİ okuyucularım, ben bunların ciğerinin içini, ne zaman ne yapacaklarını iyi bilirim! AKP’nin emekli milletvekillerine bir gece sabaha karşı karambole getirip yaptırdığı zam sonrasında, emekli olma hakkını kazanan her milletvekili ayda en az 7.500 Törkiş lira ek maaş alacaktı. Bu olay toplumda büyük tepki yarattı ve Çankaya’daki AKP’li tarafından önceki gün veto edildi.
28 aralık Çarşamba günkü yazımda şöyle demiştim:
“Bu inanılmaz bir rakamdır ve ayıptır. Şimdi yasanın bu maddesi de Çankaya’daki AKP’linin önüne gidecek. Onun bu makamda iktidarın onay ve imza makinesi olarak oturduğunu bilmeyen yok…Şimdi bekleyelim ve görelim bakalım, Beyefendi bu kez ne yapacak!
Bu maddeyi veto edip Meclis’e aynen iade mi edecek, yoksa bir kez daha otomatik imza makinesi olma görevini mi yerine getirecek!
Bence şöyle düşünecektir:
‘Tepki çok büyük. Ben veto edip topu hükümete atayım, orası ne hali varsa görsün. Aynı maddeyi yeniden kabul edip önüme getirirlerse, nasıl olsa onaylamak zorundayım. Hiç değilse veto ederek kendimi kurtarmış olurum.’
Yani göstermelik veto edecektir.”
Tam isabet!..Aynen yazdığım gibi çıktı. Çankaya’daki, aralarında var olan sürtüşme nedeniyle Tayyip’e bir gol attı, kendini kurtarmış oldu. Dedim ya, ben bunların ciğerinin içini bilirim!
BU GECE!
Bir yılı daha geride bıraktık. Aslında her gün ve her saat bir yıl geride kalıyor ama hepimiz bu yılbaşı gecesine ayarlanmış durumdayız! Yeni yıl kutlamaları çoktan başladı.
Hayatta en sevmediğim gece, yılbaşı gecesidir. Bence öteki 364 geceden hiçbir farkı yoktur. Bunu fırsat bilip kendi ortamında eğlenen insanlara büyük saygı duyarım. Ancak bu gece, çoğu kez zoraki bir eğlence gecesine dönüşür. Günler, haftalar öncesinden yılbaşı gecesi hesapları başlar:
“O gece eğleneceğiz!”
Çoğu zaman da eğlenilmez. Bana sorarsanız, eğlencenin programı olmaz. Örneğin herkes 30 aralık, 1 ocak, ya da öteki gecelerde daha güzel eğlenebilir. Eğlenmek içten gelen ve çoğu zaman da içinde bulunulan ortamdan kendiliğinden kaynaklanan bir şeydir.
Bu geceyi işte bu yüzden hiç sevmem ve hemen her yılbaşı gecesi evde pijama-terlik partisi (!) yaparak zaman geçiririz. Yani evde oturarak, saçma sapan ekran programlarını izleyerek, geceyarısını biraz geçince de yatıp uyuyarak!
***
Yılbaşı gecelerini niçin sevmediğimin ikinci bir nedeni daha var. O gece hemen herkes aşırı alkol alıyor, alkol duvarları aşılıyor. Ben evde içki içmem, hem de içkinin azını severim.
Dışarıda iken örneğin bir şişe soğuk birayı içmeye hızla başlarım, şişeyi zor bitiririm.
Bir duble rakıya yine hızla, büyük bir zevkle dalarım, ikinci dubleyi içemem.
Bir kadeh şarabı bitiririm, ikincide pes edeceğimi bildiğim için istemem.
Vücudum kaldırmaz. Fazlasını içersem uyku basar! Bu yüzden hayatımda hiç sarhoş olmadım.
O nedenle de, fazla alkol tüketilen masalarda insanlar biraz gevşeyip havaya girdiği zaman, ben o ortamla uyum sağlayamam. İnsanlar neşelenmiş, coşmuş, şarkılar türküler söyleniyor, bazıları zırvalıyor ve orada aynı havaya girememiş bir adam oturuyor!
***
Her yılbaşı gecesi aşırı alkol tüketimi sonrasında bir sürü polisiye olaylar çıkar, ertesi gün hepimiz izleriz. Özellikle kentlerin meydanlarında, hele İstanbul’un Taksim meydanı ve çevresinde bu olaylar doruk noktasına ulaşır.
Erkek çoğunluk coşar! Kadınlar, özellikle yabancı turistler fena halde taciz edilir.
Bu tacizlerden kaynaklanan yüz kızartıcı olayları hep biliriz ve öğrenince yüzümüz kızarır. Benden size tavsiye, hele yanınızda hanımlar varsa, bu alanlara bu gece pek yaklaşmayın. Başınıza üzücü işler gelme olasılığı çok yüksektir.
BİR ÖZÜR BORCU
Bu meslekte, yani bu görevde beni her zaman üzen, rahatsız eden ve sizlere karşı ezik durumda bırakan çok önemli bir durum var. Bunu içime hiçbir zaman sindiremiyorum ama elimden başka bir şey de gelmiyor. Bu konuda çaresiz kaldığım kadar hiçbir konuda kalmadım.
Sizlerden her gün çok sayıda mesaj geliyor. Eskiden mektuplar çoğunluktaydı, şimdi devir değişip teknoloji gelişince ilk sırayı e-posta mesajları aldı.
Onu sırasıyla faks ve mektuplar izliyor.
Bir şeye inanmanızı istiyorum. Bunların tamamını dikkatle okuyorum, bazılarını yazılarımda kullanıyorum.
Ama sizlere çoğunlukla yanıt veremiyorum…Çünkü buna zaman yok.
Bunu yapmaya kalkışsam günümün yarısını bu işe ayırmam gerekir ki, mümkün değil.
Ama biliyorum, her okuyucum haklı olarak bir yanıt bekliyor. Yanıt vermediğim zaman yine haklı olarak sitem edenler, alınanlar oluyor. Zannediyorlar ki yazdıklarına değer vermeyip hiç okumadan çöpe atıyorum.
Asla böyle bir şey yok.
Her zaman değil ama bazen, telefon numarasını vermiş olanları arama olanağı buluyorum. Bazı mesajlar var ki, insan gerçekten duygulanıyor. Onları mutlaka aramak zorundayım. Okuyucum yazıyor:
“Babam 93 yaşında, Ankara’ya getirdik. Sizinle tanışmak istiyor.”
Telefonla arayıp yaşlı babasıyla konuşuyorum, mutlu oluyor.
“Kardeşim engelli, size telefonda bile olsa birkaç şey söylemek istiyor. Ararsanız çok seviniriz, onu da mutlu etmiş olursunuz.”
Arıyorum, konuşuyoruz.
Bazen de çok önemli haber içeren mesajlar geliyor. Ayrıntısı ve belgesi için onlara da ulaşmaya çalışıyorum. Bazısı fos çıkıyor, bazen ise karşıma iyi ve belgeli bir konu geldiğinde yazıyorum.
O halde durumu şöyle özetlemem gerekiyor:
Bana gönderdiğiniz her şeyi dikkatle okuyorum ama zaman yokluğu nedeniyle size çoğu zaman geri dönemiyorum…
Ve gazetecilik yaşamımdaki tek eksiğim olan bu durum için sizlerden bir kez daha özür diliyorum.
***
Bu eksiğimi vurgularken, bir de iyi tarafımı (!) yazmak istiyorum:
Bana bugüne kadar imzalı kitabını gönderen istisnasız herkese telefon açıp teşekkür etmeyi bir görev bildim…
Çünkü kitap bir alın teri ve göz nurudur. Onu yazanın neler çektiğini ve nasıl uğraştığını çok iyi anlarım. O yüzden mutlaka teşekkür ederim…
Aynı olayı ben çok yaşamışımdır. Kitabım çıkar, özellikle bazı gazeteci arkadaşlarıma imzalı gönderirim, ses soluk çıkmaz, bir teşekkür gelmez. Bir gün karşılaştığımızda, ya da telefonla konuştuğumuzda sorarım:
“Sana kitap yollamıştım, eline geçti mi?”
Yanıt muhteşemdir:
“Haa, geçti yaaa! Çok sağol, teşekkür ederim!”
Bir kutu çikolata gönderene teşekkür edenler, alın teri ve göz nurundan oluşan iyi veya kötü bir kitap için bir teşekkürü esirger!..
Ve işin ilginç yanı nedir biliyor musunuz!
İmzalı kitabını alıp teşekkür için aradığım çok sayıda yazardan pek çok kez aynı yakınmayı duymuşumdur:
“Valla Emin Bey, şu kadar kişiye imzalı kitabımı gönderdim, siz arayıp teşekkür eden ilk (ya da ikinci) kişisiniz. Asıl ben size teşekkür ederim.”
İşte böyle sevgili okuyucularım!..
Yeni yılın bu son yazısında sizlerle biraz dertleştim, aramızda yıllardır var olan gönül birlikteliği nedeniyle içimi dökmek istedim.
Sizleri çok seviyorum.
Yeni yılınızı kutluyor, sağlık, mutluluk, esenlik diliyorum.
Emin Çölaşan/SÖZCÜ
Yorum Gönder