Anımsatmak için yazıyorum.
1889 İtalyan Zanardelli kanunu esas alınarak hazırlanan Türk Ceza Kanunu, 1 Mart 1926’da kabul edilmişti. 8 Ağustos 1931’de ise yürürlüğe giren “Matbuat Kanunu” ile birlikte “Komünistliğe tahrik” de bir suç olarak ilk kez Türk Ceza Kanunu’na girmişti. Yasa, yalnızca basın yoluyla işlenen eylemleri kapsıyordu. İlk kez Nâzım Hikmet’in “Gece Gelen Telgraf” adlı şiirine uygulandı. Komünist düşüncenin açıklanması ve örgütlenmesinin genel ceza yasası bakımından yasaklanması ise 1936 yılında faşist İtalyan Ceza Yasası’ndan alınan ünlü 141 ve 142’nci maddeler ile gerçekleşti. Ne var ki yasa, suçun yalnızca “zor kullanmak” yoluyla işlenebileceğini öngördüğünden uygulamada sıkıntılar yaşanıyordu.
Fakat “burası Türkiye” olduğundan savcılar bu sıkıntılara daha fazla dayanamayıp kendi kafalarına göre uygulamalara giriştiler. 1940’lı yıllarda görülen davalar bu “kendi kafa yöntemine” göre açıldı, yargıçların kafaları da o kafalarla uyuşunca birçok insan komünizm propagandası veya komünist örgütlenme nedeniyle içeri tıkıldı.
* * *
Örneğin, “demokrasi”nin Türkiye’ye ilk kez geldiği 1946’yı izleyen uzun yıllarda insanlar Tekel’in ürettiği kibrit kutularının üzerinde Sovyet diktatörü Stalin’in bıyıklarını ararlar, bulurlar ve “Bu kutularda komünizm propagandası yapılıyor!” diye bulgularını çevrelerine muştularlardı. O yıllarda çocuk olduğumdan mıdır yoksa beceriksizliğimden midir bilmem, ben de çok kez o kutuları bıyıkları bulmayı başaran büyüklerin tuttukları gibi tutmuş, aynen onlar gibi yatay-diyagonal bir biçimde sağ gözüme yapıştırarak güneşe tutmuş, önce hafifçe sola doğru, sonra da sağa doğru defalarca oynatmış, fakat bulmayı başaramamıştım.
Bir gün babamın, gazetesini okurken, “Habere bak!” diyerek annemi yanına çağırdığını, haberi okuduktan sonra birlikte kahkahalar attıklarını anımsıyorum. Haber şöyleydi: Adamın biri trende bıçakla portakal soymuş, kabuğu da kompartıman penceresinden trenin durmakta olduğu istasyonun peronuna atmıştı. Dikkatli bir vatandaş ayaklarının dibine düşen portakal kabuğunun aldığı biçimi orak-çekice benzetince derhal polise ihbarda bulunmuş, portakal sever yolcu bir sonraki istasyonda polisler tarafından “komünizm propagandası şüphelisi olarak” gözaltına alınmıştı.
Gülmeyin lütfen! Bunlar Türkiye’nin demokrasi gerçekleridir.
* * *
12 Mart 1971 Darbesi sonrasında binlerce insan Türk Ceza Yasası’nın 141 ve 142’nci maddelerinden yargılandı, mahkûm oldu. 1974 Genel Affı ile birlikte özgürlüklerine kavuştular. Bu maddeler daha sonra 30 yıl solcuların tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandı. 12 Ocak 1991’de yanlarına 163’ncü madde de katılarak kaldırılınca “Ohhh” diyecek gibi olduk, fakat çok geçmeden görüldü ki yerlerine konan Terörle Mücadele Yasası (TMY) çok daha beter!
Bugün cezaevleri TMY’den tutuklanmış veya hüküm giymiş muhaliflerle dolu.
Bu yasanın özellikle 301’nci maddesinin evrensel insan haklarına aykırı, ülkemiz adına utanç verici ilkel bir anlayış ürünü anlatmakla dilimizde tüy bitti. Kim dinler ki?
Avrupa Gazeteciler Federasyonu, Uluslararası Basın Enstitüsü gibi saygın kurum ve kuruluşların temsilcileri ülkemize gelip çeşitli davaların duruşmalarını izliyorlar, tanık oldukları karşısında hayrete düşüyorlar. Nasıl düşmesinler ki? Bugün itibariyle demir parmaklıklar ardına atılmış gazetecilerin sayısı 99! Adalet Bakanı ise bu sayıya itiraz ediyor, “Yalnızca 8 gazeteci var içeride!” diyor. Tabii ki sayı saymasını bilen hiç kimse Bakan’a inanmıyor.
Bu arada İçişleri Bakanı çıkıyor, suç işleme araç ve yöntemlerini sıralıyor; “resim” diyor, “şiir” diyor. İnsan elinde olmadan portakal kabuğunda orak-çekiç, kibrit kutusunda Stalin’in bıyıklarının arandığı o tuhaf yılları anımsıyor.
Bunlar ne zaman oluyor? İleri demokrasi döneminde! Şimdi de yeni bir “demokrasi paketinin” açılacağı söyleniyor. Ağzımız bir değil, bilmem kaç yanmış bu demokrasi meselesinden. Korkuyorum, “Aman,” diyorum, “aman, açılmasın!”
Deniz Kavukçuoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder