15 Mart 2008 de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AKP’nin kapatılması ve 71 AKP yöneticisine 5 yıl süreli siyaset yasağı getirilmesi istemi ile Anayasa Mahkemesine başvurusu üzerine başlayan dava süreci, 30 Temmuz 2008 de, alınan kararın açıklanması ile sonlandı.
11 üyeli Anayasa Mahkemesinde alınıp, Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç tarafından açıklanan kesin karara göre;
*6 Anayasa Mahkeme Üyesi, AKP’nin iddianamede yer alan “AKP’nin lâiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” iddiasına dayanarak bu partinin kapatılması için oy kullandı.
*4 Anayasa Mahkeme Üyesi, “lâiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı olma” iddiasını kabul etmelerine rağmen, dava konusu fiillerin ağırlığına uygun cezanın (Anayasa Md 69) kapatma olmadığını savunarak, Anayasa’da öngörülen “Devlet yardımından kısmen yoksun bırakılması” cezasının verilmesi yönünde oy kullandı.
*İBDA-C Terör Örgütünün “Gölge” adlı dergisinin Ankara Temsilciliğini yapan, İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun “Tilki Günlüğü ve İşkence” isimli kitaplarında dostum-arkadaşım diye bahsettiği, Anayasa Mahkemesi Başkanı İktisatçı Haşim Kılıç ise, kapatma davasının tümden reddedilmesi yönünde oy kullandı..
2001 yılında yapılan değişiklik sebebiyle, parti kapatmak için (7) oy gerektiğinden AKP kapatılmadı. Fakat 11 Üyenin 10 tanesi, “AKP’nin, Lâiklik İlkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” konusunda karar verdi.
AKP para cezası ödemeye mahkum edildi…
AKP, Anayasa Mahkemesinin bu kararını “Parayı ver, Lâiklik İlkesini çiğne olarak algıladı ve aşağıda sayacağım eylemlerinin gücünü ve sayısını her gün arttırarak Lâiklik ilkesini perişan etmeye devam etti…
O gün ki Tüsiad Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ve “Dünyanın en güçlü kadınlarından” olan Güler Sabancı Anayasa Mahkemesi Kararını şöyle yorumlamışlardı;
*Tüsiad; “Yaşanan bütün gerilimlere, toplumsal kutuplaşmayı arttıran ve siyasal çatışma ortamına zemin hazırlayan gelişmelere karşın, Türk Demokrasisi önemli bir olgunluk sınavını başarıyla tamamladı..”
*Güler Sabancı; “Toplumsal uzlaşma adına umutlu olmamızı gerektiren bir döneme giriyoruz..”
Türkiye’nin büyük sermayesinin iki önemli aktörü, üstelik iki kadın, Cumhuriyetin en temel direklerinden olan lâiklik ilkesinin AKP tarafından çiğnenmesini ve Anayasa Mahkemesi tarafından mahkum edilmesini görmezden geliyorlar, bu konuda tek laf etmiyorlar, lâiklik olmadan demokrasi olacakmış gibi Türk Demokrasisinin olgunlaştığından bahsedebiliyorlardı!…
Ne uğruna? Daha fazla para kazanmak, daha fazla servet için!…
Sanki bu iki bayanın babaları bu günkü servetlerini Cumhuriyet sayesinde değil de, mollalar sayesinde kazanmışlardı. Bugün olanlardan ve olacaklardan kimlerin sorumlu oldukları ne kadar açık değil mi?…
Siyasi Partilerin tüm faaliyetlerini izlemek, Anayasa ve yasalara aykırı eylemlerini incelemek ve gereken yasal tedbirleri almak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının görevidir. Görevini yapmayan Savcılar suç işlemiş olurlar…
Şimdi, Anayasa Mahkemesinin AKP’yi mahkum ettiği 30 Temmuz 2008 tarihinden bu yana “İleri Demokrasi” adına yapılan rezilliklerden bazılarını sayalım. Umarım bazılarına ders olur!…
*Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali Bardakoğlu; “Din Görevlimiz sadece namaz kıldıran memur değil, sosyal hayata müdahale eden kanaat önderi olmalıdır” dedi.
*DİB Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun değiştirildi. DİB, bu kanun düzenlemesi ile televizyon ve radyo açabilme, internet sitelerini denetleyip kapattırabilme, basılı yayınları toplatabilme ve kendi personelini belirleme yetkisini kazandı. Diyanet üzerinden binlerce kişi, devlet kadrolarına geçiş yaparak, devletteki kadrolaşma büyük ölçüde tamamlandı.
*Anayasa Mahkemesi ve Danıştay Kararları çiğnenerek ve
“Hukukun arkasından dolanarak” Türban Üniversitelerde serbest bırakıldı. Tabii ki sadece üniversite ile sınırlı kalmadı. Bugün Anadolu’nun çok sayıdaki ilçesinde orta Öğretimde de Türban ile ders yapılıyor. Gazetelerde resimleri yayınlanan bazı ilkokullarda da Türban ile derse giren öğrenciler mevcut.
Bu kanunsuzluğa karşı çıkan öğretmenler cemaat ve tarikatlar tarafından tehdit ediliyorlar, devletin polisi öğretmene sahip çıkmıyor!…
*DİB; din hizmetlerinin ülkenin tümüne yayılması, ulaştırılması ve
“Kürt Sorununun” çözülmesi için, “İl Özel İrşat Ekipleri” kurdu ve çalıştırmaya başladı. Bunlar insanlarımızı irşat edeceklermiş.(aydınlatacaklarmış)
*DİB, “Aile İmamlığı” projesini yaşama geçirdi. İmamlar artık sadece cemaat ile değil, mahallelinin her türlü sorunlarıyla ilgilenecek. Düzenli ev ziyaretleri, kahvehane-fabrika gezmeleri, konferanslar gerçekleştiriliyor.
*Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından,
“Evin, okulla yakınlaşması ve değişen Anne-Baba rolleri Projesi” kapsamında ergenlik dönemi hakkında anne-babaya eğitim vermeyi amaçlayan proje 2 yıldır uygulanmaktadır. Amaç, eğitimin dini uygunluk esaslarına göre verilmesidir. Uygulama 500 kadar İmam Hatip Lisesi Görevlisi tarafından yapılmaktadır. Proje önümüzdeki günlerde genişletilecektir.
* Cami- Çocuk buluşması” adı altında bir proje uygulanmaya başlandı.
Her camide 3-5 yaşındaki çocukların posterlerini görebilirsiniz. Posterlerde “Camimi Seviyorum” yazmaktadır.
DİB Başkan Yardımcısı biraz daha ileri giderek camileri, “hastalıkların tedavi edildiği merkezler” olarak açıkladı.
*Artık Camilerde yalnızca yaz aylarında değil, her zaman Kur-an Kursu veriliyor.
*AKP Hükümetinin son eylemi ise, Diyanet kadroların 1000 adet cemaat-tarikat mensubu kişileri almak olacak. “Mele” denilen bu mollalar, devlet görevlisi olarak görev yapacaklar..
*Cemaatler ve tarikatlar, AKP sayesinde devlet kadrolarını paylaştılar. Artık hangi Bakanlık, hangi tarikatın elinde bellidir. Zaman zaman cemaat ve tarikatlar arasında yaşanan kavgaların ve tutuklamalara varan davaların gerçek sebebi, aralarında ki paylaşım kavgasıdır…”
Anayasamızın 14-24- 42 ve 174 üncü maddeleri gayet açıktır. Bir kez okuyan, önyargılı veya İslam Cumhuriyetçisi militanı değilse hemen anlar.
Yukarıda yazılanlar ve yazmaya ülkem adına utandığım eylemler, açıkça
AKP Hükümeti tarafından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan yüzlerce Savcının gözü önünde yapılmaktadır.
AKP Anayasa Mahkemesini de tahkim ettikten sonra adeta, “Ne olacak yani, Lâiklik ilkesini paspas yapmanın cezası ‘para’ değil mi, veririz parayı lâikliği istediğimiz kadar çiğneriz” der gibi davranıyor.
Cemaatler ve Tarikatlar milyarlarca dolarlık servetleri yönetmektedirler. Kendilerine “Hoca-Şıh” dedirten bir sürü kara para sahibine kimse hesap sormamaktadır. İngiliz vatandaşı Maliye Bakanı Mr. Shimshek, vatandaşın ensesinde boza pişirmekten vazgeçip, niçin bunları mali denetime almaz?
Çok merak ediyorum, nerede bu ülkenin varlığını Cumhuriyete borçlu olan Üniversiteleri-Aydınları- Medyası- Sivil Toplum Örgütleri- İşveren ve
İşçi Kuruluşları? Gerçekten neredesiniz? Bu güzel ülkede kiracı mısınız?
Yoksa sizin bazı sermaye sahipleri gibi yurtdışında paranız mı var?
Acaba sizler de mi şehit kanlarıyla sulanmış bu vatanı, arazi parçası olarak mı görüyorsunuz?
“Seccademi serdiğim her yer benim için vatandır, bana ne ülke bölünürse bölünsün”, diyen dinci yobazlar gibi mi düşünüyorsunuz?
Şu an “iyi de ne yapalım” dediğinizi duyar gibiyim. Yılbaşından sonra sizlere daha net önerilerim olabilir, tabii ki engellenmezsek. Fakat şimdiden yapılacak o kadar çok iş var ki..
Aktif olun, demokratik protesto hakkınızı kırmadan-dökmeden kullanın. Beğenmediğiniz ve yaşam tarzınızı çalan yobazlara karşı birer mektup, birer e-mail- birer telefonla tepkinizi gösterin. “Yapamazsınız, izin vermeyiz” deyin.
Bunu söylemekten, yapmaktan korkuyor musunuz? O zaman kusura bakmayın ama, bu yazıyı yırtın lütfen…
Sağlık ve başarı dileklerimle
Rifat Serdaroğlu
Yorum Gönder