Tarihin yaprakları düşüyor birer birer… Zaman tünelinin içinden geçiyoruz…Umutlarımız yitiyor geleceğe ilişkin.
Sinop’ta yıllar önce oturduğu deniz kıyısındaki kahvede Sabahattin Ali’yi anımsamıştım… Kaz Dağları eteklerinden Edremit Körfezi’ni seyrederken.
Oysa ben çocuktum Sabahattin Ali öldürüldüğünde…
Erzurum’a ilk kar düşüp caddeleri buz kestiğinde Orhan Yavuz gelir aklıma… Adana’ya gittiğimde Cevat Yurdakul…
Sabahın ışıltılı saatlerinde, acı acıyla, hüzün hüzünle sarmaş dolaş oluyor.
Varoluşun boşluğunda kollarını açmış cambaz kızın ölüm biçimini görür gibi oluyorum Lawrence’ın dizelerinde.
Bugün Uğur Mumcu’yu anıyoruz…
Ne de çabuk geçmiş zaman…
Yok yok zaman değil biz geçmişiz o karanlık dehlizlerden.
Ölümle yaşamın sürekli bir tümlük olduğunu bilmeden…
***
Neredeyse son 35 yılı terörle iç içe yaşadık…
Cavit Orhan Tütengil…
Muammer Aksoy…
Bahriye Üçok…
Uğur Mumcu…
Ahmet Taner Kışlalı…
Cumhuriyet yazarlarıydı hepsi.
Tümü faili belli, faili meçhul cinayetlerde birbiri peşi sıra öldürüldüler.
Çığlık çığlığaydık ama elimizden bir şey gelmiyordu.
Umutlarımızı yitirmiştik tıpkı Musa Anter, Hrant Dink cinayetlerinde olduğu gibi.
11 Eylül 2001’de terör tırmandı tırmandı ABD’yi vurdu.
Yer yerinden oynadı!
Amerika terör gerçeğini o zaman anlar gibi oldu…
Aradan bir yıl geçti…
Unuttu!
Unuttu!
Unuttu!
Uğur Mumcu yazılarında, kitaplarında, söyleşilerinde ne diyordu:
“Terör nereden gelirse gelsin bir insanlık suçudur…”
***
Geçen zaman değil aslında…
Biz geçiyoruz…
Uğur’un yazdığı kitaplar bize bugünü anlatıyor, geçen zamanı değil.
Terörün iyisi kötüsü olmayacağını bugün hâlâ kimi kafalar anlamadı.
Uğur’un değer yargıları, dünyaya ve Türkiye’ye bakışı hâlâ güncelliğini koruyor.
Uğur sözde değil özde Atatürkçüydü…
Aydınlanmacıydı…
Devrimciydi…
Sosyalistti…
Yurtseverdi…
Laikti…
Antiemperyalistti…
Uğur, dinci-Amerikancı devlet yapısına kökten karşıydı.
Din, dil, ırk, inanç ayrımını insanlık suçu olarak görür, dünya haklarının kardeşliğini, emeğin örgütlü gücünü savunurdu.
Uğur savaştan yana değil, barıştan yanaydı.
Sevgi tomurcuklarının patlayıp çiçeklenmesini istedi yaşamı boyunca.
Emek-sermaye çelişkisini bıkmadan usanmadan yazdı…
Demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesini, devlet içinde örgütlü silahlı çetelerin ortaya çıkarılmasını…
***
19 yıldır hep aynı soruyu soruyoruz:
“Uğur Mumcu’yu öldürme emrini kim verdi?”
Musa Anter’e, Hrant Dink’e kim verdiyse, Uğur’a da onlar verdi…
Güldal Mumcu beş yıl önce Işık Kansu’ya şöyle demişti:
“Faili belli olanı bu kadar koruyup kollayan bir yapı, faili belli olmayanı arar mı hiç?”
Aramaz elbet!
Ararsa örgütlü silahlı çeteler ortaya çıkar…
Mehmet Ali Ağca ilk salıverildiğinde avukatlarının şu sözünü unuttuk galiba:
“Abdi İpekçi’nin kimliğine bakmak lazım…”
Uğur, devlet içinde örgütlü silahlı gücü “12 Eylül’ün Adaleti” kitabında emekli askeri yargıç Nurettin Soyer’in ağzından anlatmıştı.
***
Uğur’un 1988’de yazdığı “Tarikat, Siyaset, Ticaret” kitabını okumanın zamanıdır şimdi…
Zaman geçmiyor inanın…
Biz geçiyoruz.
Ölü kentlere, unutulmuş ormanlara bakarak…
Sessizce…
Ürkekçe…
Yaşamın derinliğinde yitip giden biziz hiç farkında olmadan.
Diyarbakır’da JİTEM merkezinde toprak altından çıkan 19 insan iskeletini umursamadan… Güçlükonak’ta elbiseleriyle gömülenlerin hesabını sormadan…
Korkağız…
Korkak….
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder