19. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinden Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen, Basın Özgürlüğü Sorumluluğu Araştırmacı ve Soruşturmacı Gazetecilik panelinin 28 Ocak 2012 günlü bölümüne, Uğur Dündar, Prof.Dr. Haluk Şahin, hava muhalefeti nedeni ile İstanbul’dan gelemeyip katılamayınca, Cumhuriyet Yazarı Bekir Coşkun, paneli tek başına götürdü.
Yaptığı bazen esprili, bazen hüzünlü konuşması ile seyircileri güldürünce de alkışlandı, hüzünlendirince de alkışlandı. Paneli tek başına paneli yürütürken, Uğur Dündar ve Haluk Şahin gelemeyince açılış konuşmasını yapan CHP başkan yardımcılarından Yakup Akka’yayı yedeğine alarak birlikte yürüttüler.
Salonda tamamen dolu ve yer bulamayıp ayakta izleyenlerin alkışları arasında Bekir Coşkun (bant çözümü şeklinde) şunları söyledi:
“Uğur’un gelmesini çok isterdim, o da gelmeyi çok istiyordu. Ben de ok isterdim Uğur’un burada olmasını. Mesele yokuştan aşağı inmek değil, uçaklar kalkmadı, bu yıldızı olan memlekette, günlerdir Anadolu’ya uçaklar uçmuyor, sokaklar da geçit vermiyor, okullar da kapatıldı; yani kar berekettir, kar nimettir ama bereketin, nimetin nasıl felakete dönüştüğünü, görüyoruz, neden yıldız ülke çünkü burası. Bu, bu kadar, bir de utanmadan İstanbul boğazının yanına bir boğaz köprüsü daha yapmaya kalkıyor. Allah korusun, sakın izin vermeyin. Yani bu elerinde Türkiye oyuncak oldu zaten. Mesela geçen gün İstanbul’a gittim, cız eti içim bir yanda, çünkü İstanbul bütünü ile sana bıraktım, onu nasıl mahvetmişler, nasıl yok etmişler. Arkada beton çirkin beton aynalı görüntüler… Böyle zor günlerden geçiyoruz tabi ki. Ayrıca bizim arkadaşlarımızın sizi ne kadar sevdiklerini, Uğur’un olsun, Şahin’in olsun, burada olmak için ne kadar çok, herhalde takdir edersiniz. Onlar bizim mesleğimizin yüz akı insanlardır. Özellikle Uğur Dündar’ı arkadaş olmaktan, dost olmaktan ben hep gurur duydum. Gerçekten de bütün mesleğimizde artık çok az kalmış, üç beş kişiden biridir Uğur Dündar. Onun için size sevgilerini selamlarını gönderdi. Siz de kabul edin. (Alkışlar).
Söz bitti artık dostlar, söylenmedik bir tek kelime kaldı mı? Dizilmemiş bir cümle kaldı mı? Yan yana getirilmemiş hece kaldı mı? Konulmamış nokta virgül kaldı mı Allah aşkına. Daha ne konuşacağız, konuş konuş nereye kadar. Biz bu salonlarda hep bunu söylüyorum. Biz bu salonlarda bir araya geliyoruz, sizin gözlerinize baktığım zaman ben tabi ki ben buradan uçarak gidiyorum. Birkaç ay götürebiliyorum ve siz de muhtemelen mutlu olarak ayrılıyorsunuz. Ama biz bize anlatıyoruz bunları; bu salonlardan çıkmak zamanıdır, çıkmak gerektiğini düşünüyorum ben. Siz iktidarın milletvekili değilsiniz. Ana muhalefet ciddi bir boşluk içindedir.
Ne yazık ki bunu söylemek zorundayım. Biz burada başka bir şey konuşabilirdik sizinle. Neyi konuşabilirdik, mesela ülkemizin turizmini konuşabilirdik; doğal çevreyi konuşabildik; Çocuklarımız nasıl daha güzel okullarda okusun, onlar nasıl daha aydınlık yarınlarda olsun, bunları konuşabildik. Reva mıdır biz gelip burada 19 sene önceki bir cinayetin hala gözyaşları içinde bu salona ne kadar gözyaşı aktı bilir misiniz, kaçıncı toplantıdır burada yapılan. Buran hep görürsünüz bu kapılardan hep ağlayarak çıkıyorsunuz. Sonra aradan bir yıl geçiyor tekrar buraya geliyoruz tekrar böyle.
Şu soru tuhaf bir soru aslında: Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? Yani, e usta öğrenemedin mi ki, peki Uğur Mumcu gibi düşünen, Uğur Mumcu’nun sağında solunda aynı fotoğraflarda yer alan insanları şu anda kim şu anda hayatlarını öldürüyor? Kim hapislere kapattı onları, o zindandakiler kim. İlhan Selçuk’u kim götürdü sabahın köründe o yaşlarda dayanamadı gitti?
Türkan Saylan’ı kim öldürdü? İlhan Selçuk’u kim öldürdü, diye soruyorsunuz, belli değil mi Allah aşkına.
Yani şimdi Mustafa’nın bu günlerde bebekleri ile fotoğrafları var, Mustafa’nın hayatını kim öldürüyor şu anda? Bir babayı çocuklarını bir hücreye kapatmak o babayı da, o çocukları da evde rüyasında görüp ağlayan çocukların hayatları öldürülmüş sayılmıyor mu? Öldürmek illa kurşun sıkmak mıdır, bombayla öldürmek midir? Bazen insan ayakta da ölür, öldürüyorlar, öldürmeye devam ediyorlar.
İki üç gün önce üniversitede konuşuyordum. Bir çocuk anladım, derin yarası var, dolandı durdu; kedi gibi yanıma sokuluyor, arada bir şey söylemek istiyor. Artık arabama doğru giderken, kalabalıkdı gençler gelmişlerdi. Yaklaştı bana dedi ki, “asker çocuğuyum ben” dedi, “öldürmeye devam ediyorlar” dedi. Evet, öldürmeye devam ediyorlar. Yazdım, başlık o yazım öyle çıktı. Peki, yani nasıl olur öldürmek? Hala soruyorsunuz, hala cevabı yok bunun. Aslında bu, şöyle bakmak lazım, baştan makarayı baştan sarıp bakmak lazım.
1-Türkiye üzerinde çok büyük ciddi bir proje uygulanıyor. Bu projeyi hazırlayanlar son derce profesyoneldir. Son derece arkasında yabacı örgütler var. Teknik servisler var, bilim adamlar, teknokratlar var. Müthiş bir dayanışma, müthiş bir yan kadroya sahipler, bu plan çoktan yürürlüğe konuldu. Önce yol açmak gerekli idi. İşte Uğur Mumcu’nun katledilişinin, Ahmet Taner Kışlalı’nın ve o yol açma çalışmalarını biz anlıyorduk aslında. Size bir olay anlatacağım Uğur Mumcu ile ilgili.
“ELİN GAZETECİSİ KAĞIT,KALEM, KİTAP…. ALIR BİZ DE TABANCA ALDIK”
Bir gün Uğur Mumcu telefon açtı, hadi bir yemek yiyelim, hazır sorunlar var konuşmam lazım” dedi. “Dört beş kişi, çok kimse istemiyorum” dedi. Emin Çölaşan, Melih Aşık, Teoman Erel, ben Uğur Mumcu. Bir restoranda buluştuk. Restoranın adı Reve. Salonun orta yerinde bir yere oturduk. Orda Uğur Mumcu dedi ki, “arkadaşlar bu adamlar, büyük bir plan uygulanıyor Türkiye üzerinde, büyük bir yok etme, parçalama, imha etme çabası içindeler. Tek tek yakalayıp köşe başlarında dövüyorlar”, dedi. Emin Çölaşan, Melih Aşık bunun tanığı. Onun için dayanışma içinde olalım,birbirimize sahip çıkalım”, dedi.
Birimiz dövüyorlar, oh ah vah derken öbürlerimiz aldırış etmiyor, bir dayanışma kurmamız lazım” dedi. Ondan sonra gazeteciler bir araya gelince şaka maka keyifli geçer.
O sırada can güvenliğinizi sağlamak için tabanca alın” diye. Peki, tabanca alma olayı şöyle. Bizi valiliğe çağırdılar, tabanca alın dediler, verdik dilekçemizi bize birer tabanca verdiler. İyi de tabancayı patlatmasını bilmiyoruz. (Salonda gülüşmeler). “Dediler ki size emniyet müdürlüğünde öğreteceğiz, dediler. Yine Uğur Mumcu, Emin Çölaşan, Muammer Bostancı, Toktamış Hoca. Gittik orda birer kâğıda ateş ettik, dumdum. Ondan sonra çıktık dışarı, Uğur Mumcunun suratı asıktı. Ben de abi derdim Uğur Mumcu’ya. Tabi onu öyle görünce benim de canım sıkıldı, ne oldu abi, dedim. “Yok bir şey” dedi. Polislerin yanında konuşmak istemedi. Ondan sonra dışarıya çıkıp giderken, Uğur Mumcu, “yav, bak elin gazetecisi, gider bilgisayar alır, daktilo alır, kâğıt, kalem alır, sözlük alır, mürekkep alır, kitap alır şu bizim aldıklarımıza bak tabanca aldık, kendimizi savunmak için” dedi.
Bu olaydan dolayı restorandaki yemekte Emin takıldı, “Uğur tabancan yanında mı” dedi. Ondan sonra herkes tabancayı evde saklamış, hepimiz unuttuk zaten. Belki bir olay vardır, bundan birkaç yıl önce ateş etmişti onu anlatırım ama, tabancalar ortadan kayboldu. Takıldı öyle şey.
Birkaç gün önce tarikatın, cemaatin gazetesinde Fehmi Koru imzasıyla bir haber:
“Toplanıp, gizli silah üzerine yemin ettiler”! (Salonda gülüşmeler). Uğur Mumcu çok ciddiye aldı, tabi deneyimli. “Yav bu iyiye işaret değil, adlarımızı koymuşlar” çünkü. Ben tabi tii ye aldım. Bir defa orası bir restoran, ortalık kalabalık, yani gizli değil.
İki ortada tabanca da yok, ortada olsa müşteri kaçacak.,orası öyle bir yer.
Ondan sonra işaretler başlamıştı. Bu projenin bu kadar mükemmel, bu kadar kusursuz ve bu kadar isabetli bu kadar da başarılı olacağını kestiremiyorduk. Ama bakın ne oldu? Şimdi aradan 19 yıl geçti, biz burada diyoruz ki, Uğur Mumcu’nun katilleri hala bulunamadı. Evet, bulunamadı, çünkü bulunmayacak yerde değildi, gözümüzün önünde zaten.
Kim insanların gözü önünde, aynı düşüncede olan aynı doğrultuda olan, aynı fotoğrafta yer alan, aynı ideolojiye, aynı sevgiye inanmış, yüreği aynı şekilde yanan, gözyaşı aynı olan insanların başına ne geliyorsa Uğur Mumcu’nun bir tek şeyi değişti, dikkat edin bu cümleye, infazın şekli değişti o kadar. (Alkışlar)
Sizin de aslında söyleyecek sözleriniz var. Donanımlı bir aynı düşüncede olduğumuz bir dostumuzun da görüşü var. Şimdi bu ne başımıza geldi ne bu günlere geldik. Başımıza gelen ne? Yani onun uzun bir hikâyesi var, ben onu şöyle düşünüyorum, o başımıza gelen bu iki şeyden faydalanıyorum, İmam
Bir İnanlardan faydalanıyorlar. Türk insanının yüreğinde olan inançtan faydalanıyorlar. Çünkü inanç müthiş silahtır. Kötü kullanıldığı zaman kan revan dinlemez. İyi kullanıldığı zaman barış ve sevgidir inanç. Fakat kötü kullanıldığı zaman büyük bir çelişkiye dönüşebilir.
İkinci kullandığı şey inançsızlık. İkisinden yararlanıyor, silip süpürüp götürüyor.
Birincisini önce şöyleyim. İnanç şöyle bir şey: Şimdi adama diyorsunuz ki, kafasını kesip cennete gideceksin, kafasını kestin nasıl bineceksin ona? İnanç öyle bir şey ki kafasını kestiği koyunun üstüne binip gidebiliyor insanlar, çok etkili bir şey. İtiraf edemezsiniz. Aksini de söyleyemezsiniz. Gidin bakın mesela oruç zamanı iftar saatini işler aksamasın diye dört saat, iki saat kaydıralım. Kıyamet kopar, bu bir bundan çok faydalanıyorlar. İnsanların ne dese inanç adına ne dese, din adına ne dese, toplumun büyük bölümü kesintisiz kabul ediyor. O onun birinci silahı.
İkinci silahı inançsızlık; Onu önce tarif ederek söyleyeyim, namaz kılıyor, oruç tutuyor, habire habire dua okuyor, tespih çekiyor, haca gidiyor, ümreye gidiyor, o bir adam ama ahlaksız. Bilirsiniz bu insan tiptir, vardır bu insan,ne yazık ki çoğunluktadır böyle insan. O adamın tuzaklarından faydalanıyor, avanta beleş, alın ter akıtmadan yorulmadan pirinç alıyor, nohut alıyor, makarna alıyor, kömür alıyor oy veriyor; bir de bundan yararlanıyor.
Onun iki silahı var, iki silah kullanarak toplumu arkasına aldığı zaman, Batı’ya karşı diyor ki ben de seçildim” diyor. O zaman bizim hiçbir olaya gücümüz yetmiyo, veya bunun tersini sormaya gücümüz yetmiyor. Burda zayıf düşüyorum. Böyle bir şeyle karşı karşıyayız.
TÜRK MEDYASI BÜYÜK GÜNAHKÂRDIR
Pekiyi ne yapacağız? Bence artık konuşmız gereken bu? Onu konuşmalıyız. Başımıza geldi, yani bu konuştuklarımızın Uğur Mumcuyla ne ilgisi var? Uğur Mumcu’nun hayalini, düşünü konuşmaya çalışıyoruz. Eğer buna karşı bunları yapmazsak, ona karşı ona saygısızlık etmiş oluruz. Kemikleri sızlar günahtır. Bir tek Uğur Mumcu da değil. Şu anda içeride olan acı çeken o gece kalkıp rüyasını gören, ağlayan çocuklara karşı da görevimizi yapmamış oluruz.
Ellerim yakanızda olsun, ben hep söylüyorum. Türk medyası, büyük günahkârdır. Belki de Türk medyası değil aslında. Türk toplumu da büyük bir günahın eşiğinde gidip gidip gelmektedir.
Peki, ne yapabilir, ne yapmamız lazımdır? Bu ciddi bir sorudur, bu sorunun da cevabı da, sorunun cevabını bulduğumuz zaman, o zaman demin dedğimiz arkasına iki tane duyguyu almış toplumun yüzde ellisini alıp götüren insanla başa çıkabilir yoksa başa çıkamayız. Şimdi bunlardan birisi kendi kurumlarını toparlamak, derleyip toparlamak zorundayız.
CHP daha iyi siyaset yapabilir, daha iyi siyaset yapmak zorundadır. (Alkışlar). Aslında Kemal Bey’i çok severim, dürüst, namuslu bir insan. Benim dostum çok da sevdiğim bir insan. Fakat peki orda bir sorun var, bilemem onu. Onu siz bileceksiniz, ben daha iyi siyaset istiyorum. Beni orda yalnız bırakmamanız lazım. Uğur Mumcu’ya borcumuz olduğu gibi, şu çocuklara da borcumuz var. Niye milletvekilleri parlamento içinde yürüyüş yapıyorlar, böyle komiklik olur mu Allah aşkına. Ben de o zamanları tii ye alıyordum, ayakkabılarınızı çıkarıp yürüyecektiniz evde. Aylar geçti, bir baktım ana muhalefet partisi milletvekilleri parlamento içinde yürüyüş yapıyorlar. Asansöre bindiğinizi niye göstermiyorsunuz? Bir
İkincisi Yerel yönetimlerimiz çok önemli. Biz Çankaya belediyesinden daha iyi hizmet bekliyoruz, daha iyi hizmet almak zorundayız. Bunlar namuslu dürüst insanlar, ah bu beceriksizlik var? Kar yağdı sokaklara bakın, ara sokaklara bakın, ana sokaklara bakın. Keçiören’e bakın, Çankaya’ya bakın. Kusura bakmasın kimse, ben bunları burada söylemesem Uğur Mumcu benim rüyamda yüzüme tükürür, üzülürüm. Bana belki şunu diyebilirsiniz, kendine bak. Kendine dönüp bakıyorum, Cumhuriyet gazetesi daha iyi gazete yapmak zorunda, Cumhuriyet gazetesi çok satmak zorunda, Cumhuriyet gazetesini sizin çocuklarınız okumalı. Eğer çocuklarımız, gençlerimiz okumuyorsa bir eksiklik var demektir. Ve Cumhuriyet gazetesinin içinde kavgasını veriyorum, söylüyorum. Ama siz de, size de geleceğim. Uğur Mumcu Vakfı yeterli değil yaptıkları çalışmalar. Uğur Mumcu’nun adını taşıyan bir vakıf bangır bangır olmalı Dünya çapında etkinliği olmalı. Tamam, orda çeşitli zorlukları anlıyorum, zaten, tekrar ediyorum; ah bu iyi yanımız, yüce yanımız yanında şu beceriksizlilerimiz olmasa.
ADD derneği; Atatürk’ün adını taşıyan bir dernek böyle olmaz, olmamalı. Şimdi bu kapıdan çıkıp gittiğimiz zaman dostlar, yani biliyorum, içiniz cız ederek çıkıp gideceksiniz. Yine buradan giden insanların gözünde yaş olacak çok üzgün ve hüzünlü olacaksınız. Bu gece belki bu toplantıyı düşüneceksiniz. Sizden bir ricam var. Bu anlattıklarımı samimi duygular ve sizin bir parçanız olarak, sizinle asla sizi üzmek, karşı olmak, kendi değerlerine karşı tepki olarak düşünmeyin. Burası bir aile toplantısı. Buralarda biz bunları konuşmalıyız. Bakın Cumhuriyetimiz elden gitti. Milli Bayramlarımız ulusal bayramlarımızı kaldırıyorlar, Ankara’ya gelişini kestiler, Ortada Erzurum Sivas kaldı, nerden geldi nereye gidecek bu adam Atatürk. Alay ediyorlar bizimle, şey var, “haydi çocuklar camiye” komut veriyorlar, diyorlar. Biz kötü bir şey yapmak istemiyorum. Ben kendi yaşamıma bakıyorum, yazık oldu. Yani ben o genç yıllarımda çok çalıştım, çok koşturdum. Bu meslekte şeref sözü vermiştim, ilk yıllarda. Şu anda şerefim üzerine yemin ediyorum, dönüp arkama bakıp da yüzümü kızartacak bir tek suçum yok. Özel hayatımda olabilir. Fakat meslek hayatımda sizinle, insanlarla ilgili, çocuklarla, gençlerle, yetişkinlerle işçi ile köylü ile ilişkilerimde son derece samimi davrandım. Fakt bu değil benim ödülüm. Ben sizin karşınıza buraya çıktığım zaman (duygulandı, gözleri nemlendi, yutkundu, duraksadı ve alkışlar) burada daha güzel şeyler konuşmak isterdim. Mesela biz uzun yıllar, arabama binerken Andre, kucağında Pako ile gelirdi. Arabaya anahtarı takarken, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı aklıma gelir, Andre uzak dur size bir şey olmasın derdim. Bu mudur o kadar yıl alın teri ile namusumla şerefimle çalışmanın sonucu. Peki böylemidir itile itile, kakıla kakıla bize hakaretler altında bir başbakan düşünün. Bütün kampanyasını benim üstüme kurmuş 32 yerde “göbeğini kaşıyan adam” diye tutturdu götürdü bütün şeyini. CHP sini dilerim savunabilirsizniz!
Şimdi tepkigösteriyorum. Cumhuriyet gazetesine faks atın, not atın daha iyi gazete isteyin. CHP den daha iyi politika isteyin. Daha iyi siyaset isteyin. Artık parlamentonoın içinde yapılan muhalefetin hiç bir faydasının olmadığını hepimiz gördük Orda sadece AKP nin ben anayasa yapıyorum diye o fotoğrafa figüran olmaktan öteye gidemiyor CHP. CHP den daha etkili, daha sonuç alıcı politikalar isteyin.
ADD derneğinden daha çok iş isteyin. Mesela gençler neden yok ADD de yeterince? Sorun bunları. Kendi yerel yönetimlerinizi eleştirin onlardan daha iyi hizmet isteyin, onların o kendi keyfiniz için değil, bir büyük kavganın Cumhuriyetin var olma yok olma kavgasının bir parçası olduğunu söyleyin.
Dostlarım iki şeye güvenin, iki şeye ihtiyacınız var. O iki şey sizde var. Bu iki şeye güvenin Birincisi nehre güvenin, nehir tersine akmaz. Bu çağdaş uygarlık nehri böyle gider aşağı doğru. O geri dönmez, dönemez, madem o ilkel yaşantısını Türkiye’ye varsın uygulasın. Bunu başaramaz, neden nehir aşağı doğru akar çünkü. Yani kömür ütüleri geri gelmeyecek, tez otları bitti. Artık tahta beşikler yok. Koca daktilolar bitti. Kendisi dahi kılık kıyafetine baktığınız zaman, o İtalyan, Fransız ceket, kravatı bilmem neyi Bir İtalyan otoyu ayıramazsınız. Nehir bizden yana, aşağı doğru akıyor. Bizim çocuklarımız, zaten kendimiz için bir şey istemiyorum. Bizim çocuklarımız asla o nehrin tersine düşüp yukarıya doğru dönemeyecekler geriye. Nehir çağdaşlık böyle akıyor. Bu bir avantajdır.
İki; ikinci güvencemiz şey, o buramızdaki o asıl bir nehirin kaynağına güvenin Atatürk’ün sevgisine güvenin, Cumhuriyete güvenin, o açık alınlarınıza, şu gözlerinize güvenin ve kendi politikalarımızı, kendi işini yeterince yapmayan, kendi arkadaşlarımızı uyaralım, onlara baskı yapın ve o iki şeye güvenin. Bir nehir tersine akmaz. İki nehirin kaynağı yüreğinizde”.
Bekir Coşkun’un bu konuşmasından sonra, yedekten açık oturuma katılan CHP
Başkan Yardımcılarından Yakup Akkaya da şunları söyledi:
“Ben sendika gele başkanıyım, hala o görevim devam ediyor. Yıllarca grevlerin, eylemlerin, mitinglerin içinde yoğrulan bir kardeşinizim. Ben. CHP sine yönetime gireli bir buçuk yıl oldu. Geçlik kollarından beri CHP nin üyesiyim. Sendikalardan 15 tane şube başkanı beni aday gösterdiler, CHP ye. Parti meclisine girdim. Bütün sendikalardan, sivil toplum örgütlerinden sorumlu genel başkan yardımcısıyım.
Bekir Bey haklı bizde her şey var, ama bir şeyde eksiklik var. Bu eksikliği, siyasete ilk girdiğimde bir sevginin olmadığını gördüm. Bir yerde eğer bir sevgi yoksa istediğiniz kadar iyi şeyler planlayın, istediğiniz kadar yola çıkın o bir yerde tıkanıp kalıyor. CHP de birbirini rakip olarak gördüğünü gördüm. Herkes bir mesafe koyar, birbirini rakip olarak görürse, orada doğru dürüst bir planlama da çıkmıyor, iş de çıkmıyor. Yeni genel başkanın Yeni CHP derken şunu anlıyorlar: CHP özünden, felsefesinden kuruluş ilkelerinden bir şey mi kaybediyor, hayır öyle bir şey yok. Bizim altıncı okumuz devrimciliktir. Devrimcilik kendini yenilemektir, geriye dönüp kalmak değildir. CHP nin yaptığı şu anda sayın genel başkanımız Kemal Kılıçtaroğlu’nun önderliğinde genel başkanlığını yaptığı CHP de kendini yenileyerek geliştirmektir. Bu altı okun açılımlarından kendini dışlayarak değildir. Onun için tabi bu 88 yıllık süreçte sürekli kurultaylarla anılmış bir partide birden bire iyi şeylerin olması da beklenemez, bir süreç lazım. Çünkü kendi içimizde de birtakım dinamikler bunun engellenmesi için çalışıyorlar. İşte önümüzde yeni Türkiye’nin ekonomik, sosyal, siyasal, komşularıyla iç politikasıyla, dış politikasıyla bir sorunu problemi varken, sanki bu sorunların problemlerin çözümü kurultaylarla çözülecekmiş gibi bir algı yaşanıyor, bu ülkede. Olağan genel kurullar, kurultaylar bile beklendi. Bundan bir ay kadar önce Alman Sosyal Demokrat Partinin kurultayına katıldım Berlin’de. Yaklaşık 16 yıllık parti savaşlar görmüş. Birinci, İkinci Dünya Savaşında ülke yıkılmış yeniden kurulmuş. Yaklaşık 16 yıllık tarihinde olağanüstü kurultay yok. 2007 de çok ağır bir yenilgiye uğramışlar. Sosyalist Enternasyonalde birlikte çalıştığımız bir parti. Buna rağmen bile yine olağanüstü kurultay yapmamışlar. Üstelik bir üst sonraki seçimde nasıl birinci parti olabiliriz diye mücadele etmişler, kenetlenmişler. Burdan bir sonuç çıkarmışlar kendilerine 2009 eyalet seçimlerinde 16 eyaletin sekizini kazanmışlar. Kazandıkları sekiz eyaletin çoğunluğu da şimdiye kadar uzun seçim kazanmadığı yerlerde olmuştur. Burdaki anlatmak istediğim olay CHP 88 yıllık cumhuriyeti kuran köklü bir parti. Şu anda feth edilmemiş tek kale. Hem içte hem dışta birtakım güçler CHP sini feth etmeye çalışıyorlar. Birçok operasyon yapılmaya çalışılıyor. Ne yazık ki biz de bunu anlamayarak kendi birlikteliğimizi sağlayamıyoruz. Biz bunu sağladığımız oranda CHP sinin bundan sonraki süreçle ilgili kesinlikle bir problemi olmayacaktır. Haziran seçimlerine baktığımızda bizim 41 tane projemiz vardı. Bu 41 tane proje ayakları yere basan proje idi. Hatta seçim sıralarında bizi eleştiren AKP seçimden sonra birçok projemizi hayata geçirmeye çalıştı. Örneğin intibak yasası bizim projemizdi. 2B bizim projesi bizim projemizdi, askerlikle ilgili bizim projemizdi. Seçim öncesi AKP bu projelerimizle ilgili tabiri caizse seçim meydanlarında tabiri caizse bize küfür etmediği kalmıştı. Ama bizim geldiğimiz noktada bizim projelerimize sahip çıkarak bunları hayata geçirmeye çalışıyor, eksiklikleri de olsa.
Evet Bekir Bey’in söylediğine katılıyorum. Kendisini iyi anlatamıyoruz. Biz halka biraz uzak kaldık. Gitmediğiniz yerler sizin değil derler.
Bu gün ben Hakkâri’den de sorumlu bir yöneticiyim CHP de. Mart ayında Hakkâri’ye gittiğimde acı bir gerçekle karşı karşıya geldim. 15 yıl sonra CHP yetkilisinin Hakkâri’ye gittiğini gördüm, orada. Gitmediğiniz yer sizin değildir. Bu gün Türkiye’de 81 il yaklaşık 965 ilçesinde defalarca gidilen görülen ve şu anda bile Doğuda ve Güneydoğu’da milletvekillerimizin yoğun olarak sürdürüyoruz çalışmalarımızı.
Daha çok çalışmamız gerektiğini biliyoruz, 16 saat çalışıyoruz. Topu bize atmayın siz de taşın altına elinizi koyun”.
Soru cevap bölümü ile toplantı sona erdi.
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder