Şu kapitalizm denen düzenin ne menem kötü bir şey okluğunu anlatmak için kendi hesabıma tam
49 yıldır dil döküyorum. Tabii ki benden çok daha uzun yıllardır aynı çaba içinde olan/olmuş çok sayıda yoldaşım var.
Bakıyorum, gide gide bir arpa boyu yol gitmişiz. Boşuna mı kürek çekmişiz? Elbette hayır! Bizim anlattıklarımız eğer "ay" ise birileri bunları almış, kırpıp kırpıp "yıldız" yapmışlar/yapıyorlar. Ta 1848'den, Karl Marx'ın "Manifesto"sundan bu yana bu böyle; ustalarımız bizim bugün anlattıklarımızı dün anlatmamış olsalardı kapitalizm vahşetinin alacağı boyutları düşünebiliyor musunuz?
Diyeceksiniz ki, şimdi nereden çıktı bunlar? Yanıtlayayım. Bir yerde okumuş, defterime not etmişim. Şöyle bir tümce: "Başını eşkıyanın tuttuğu her dağ kovuğuna, çeşmeler başında derebeylik edenlere, tarihten çıkagelen adamlar olmalıydık."
Notlarımı karıştırırken buldum, "İşte!" dedim.
***
Bugün dağları tutan "eşkıya" kapitalizm denilen vahşet düzeninin taşıyıcıları olan kapitalistlerden başkası'değil. Bu söze "mecazi" bir anlam yüklemek gerekmiyor, çünkü bu söz somut, hayatta doğrudan karşılığı var.
Dağlara bir bakın! En güzel yerlerini eşkıya tutmuş. Yaylalar, yayla evleri eşkıya eliyle üçer beşer yok ediliyor, yerlerine beton "tesisler" konduruluyor. Dağlarımız "tesisleştirildikçe" eski sahiplerine, köylülere, yoksullarla, "onlardan olmayanlara"yasaklanıyor.
Ormanlar maden şirketlerine, altın avcılarına peşkeş çekiliyor, çoraklaştırılıyor, siyanürle zehirleniyor. Birçok hayvan türünün kökü kazınıyor.
Derelerimiz eşkıya tarafından HES'leştiriliyor, akarsularımızın ölüm fermanları imzalanıyor. Kurutulan, yok olmaya terk edilen göllerimiz gibi...
Ovalarımız çölleştiriliyor.
Antalya, Marmaris, Bodrum, Çeşme gibi kentlerin, beldelerin kıyılan, koylar sermayenin işgali altında; betonlaşıyor, zehirleniyor, balık türleri yok ediliyor.
Sermaye, toplumun yaşam kaynaklarına, doğaya göz dikmiş, eline geçirdiği doğa parçalarını acımasızca yıkıma uğratıyor.
***
Tek başına bu yıkım bile toplum için isyan nedeni değil mi? Fakat susuyor. Oysa yaşam hakkı
insanın en temel hakkıdır. Kapitalizm, yaşamlarının temeli olan doğayı yok ederken insanların buna sessiz kalmaları anlaşılabilir bir davranış değil!
Var olmanın da, yok olmanın da milliyeti, etnik aidiyeti, dini, mezhebi, siyasal bağı, bağlantısı yoktur. Yaşam da, ölüm de bunlardan bağımsız bir başlangıç ve sondur. Doğa yıkımı ise insanın sonunu hızlandıran en belirleyici süreçtir.
İnsanın bu sürece tepkisiz kalması ancak ya cehaletle, ya kadercilikle ya da aptallıkla açıklanabilir.
Cahil insan, yoksun bırakıldığının ayırımında olmayabilir.
Kaderci insan başına gelen/gelecek her türlü felaketi tevekkülle karşılayabilir.
Aptal insan akıl körüdür.
Anlaşılmaz olan okumuş yazmış, eğitimli kesimlerin geliyorum diyen bu yıkıma karşı tepkisizliği, duyarsızlığıdır.
Şu Kızılderili sözünü bilirsiniz; "son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğundu, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak'' ama çok geç olacaktır.
***
İnsanın kendine yabancılaşarak aklının tutulması doğaya yabancılaşmasına başlar. Bu bir süreçtir. Aklı tutulan insan sürecin sonunda çöpe dönüşür, "çöp insan" olur. Çevrenize bir bakın, bunların ne kadar çok olduğunu göreceksiniz .
Deniz Kavukçuoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder