AKP 12 Eylül Anayasası’nı, 12 Eylül 2010 referandumu ile, yargı bağımsızlığını olduğu halinden de geriye götürerek, kendi dilediği kalıba büründürdükten sonra 2011 seçimlerinin ertesinde topluma yeni bir hedef gösterdi:
- Artık hedefimiz sivil bir anayasa olmalıdır...
Aslında deyiş kulağa hoş geliyordu. Herkesin katılımıyla sivil bir anayasa yapılacaktı. Çoğulcu katılımcı bir anayasaya kim karşı çıkabilirdi ki?
Oysa AKP, Cumhuriyeti kuşatma operasyonunu 12 Eylül 2010 referandumu sonucunda yargıyı da denetimine alarak, büyük ölçüde tamamlamıştı.
Artık edinimleri pekiştirerek, yaşamda oturtmaktan başka yapacak iş kalmamıştı.
Belki bir teki dışında:
“Tayyip Bey’i başkancı bir sistemin mutlak yetkili başı olarak Çankaya’ya taşımak.”
Yani amaç, çoğulcu ve katılımcı anayasa değil, başkancı sistemin yolunu açmaktı.
Kulağa hoş gelen sivil anayasa deyişinin ise pratikte bir anlamı yoktu.
Sivil, her türlü vesayetin dışında demekti. Yoksa iktidarın vesayetinde hazırlanan anayasalar, ister askeri olsunlar, ister sivil asla demokratik olamazlardı.
Tıpkı, askeri mahkemeleri kaldırıp, sivil iktidarın sultasındaki yargının özel yetkili ağır ceza mahkemelerini getirmekteki anlamsızlık gibi durum ile karşı karşıyaydık.
***
AKP’nin katılımcı yöntemlerle, çoğunlukçu bir anayasa amacında değil, yalnızca Tayyip Bey’in konumunu pekiştirme peşinde olduğunu bilenler, bu yalanı yutmadı.
Ama, “çoğulcu, katılımcı, sivil anayasa” çağrısına karşı çıkıldığı takdirde ne olacağı bilindiğinden, buna baştan hayır demek yerine “hodri meydan!” çekmek gerekirdi.
Öyle de yapıldı.
Nasıl olsa kısa zamanda işin kokusu çıkar, aslı anlaşılırdı.
Nitekim öyle de oldu.
Önceleri her şey, katılımcı çoğulcu demokratik anayasaya gider gibi başladı.TBMM’de bir Uzlaşma Komisyonu kuruldu.
Öneriler buraya yapılacak, metinler web sitesinden yayımlanacaktı.
Dileyen vatandaş siteye girecek, gelen önerileri görecek, toplum bilgilenecekti.
Nitekim öneriler de birbiri ardından gelmeye başladı.
Ama ilk falso, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın sunumunda yaşandı. Sözü geçen kurul KHK yetkisini kaldıran önerinin sunumunu komisyonda okurken, o bölümü pas geçivermiş ve Mehmet Ali Şahin’in “neden çekiniyorsunuz” uyarısına muhatap olmuştu.
***
Sonunda katılımcı yöntemlerle yapılacak, çoğulcu anayasaya can vermek için oluşturulan TBMM Uzlaşma Komisyonu da, önce Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın önerisini yayımlandığı web sitesinden kaldırdı. Ardından da kamu kurumları, üniversiteler, STK’lerden gelecek yeni anayasa önerilerinin metinleri için gizlilik kararı koydu.
Ayrıca daha önce gönderilmiş olanlar da, web sitesinden çıkarıldı.
Gerekçe, polemik ve tartışmalar yaşanmasının önüne geçmekti.
Uzlaşma Komisyonu üyelerinden birinin sözleri aynen şöyle:
- Bu önerilerin mahremiyeti bize emanet; şu aşamada dile getirilen önerilerin tartışma ve polemik konusu yapılması çalışmalarımızı olumsuz etkiler. Bu yolla toplumda çatışma ve kamplaşma oluşmasına zemin hazırlamak istemiyoruz.
Oysa katılımcı anayasada amaç tümüyle bu, herkes önerisini ortaya koyacak, bunların üzerinde tartışılacak, bu tartışmalı katılımla anayasa oluşturulacak.
Görüyorsunuz Tayyip Bey’i Bay Başkan yapmaktan başka amacı olmayan yeni anayasa girişimimin gerçek yüzünü bizzat TBMM Uzlaşma Komisyonu koymuş durumda.
Artık başka söze, eleştiriye tartışmaya gerek yok.
Yalnızca bir tek noktayı belirtmek gerek, bu uygulamanın olduğu sistemin “ileri demokrasi” olduğuna inanmak, ancak “ileri idiosi” ile mümkündür .
Ali Sirmen/Cumhuriyet
Yorum Gönder