İçimizdeki derin sızıları iyileştiren, umutla umutsuzluğu birbirinden ayıran nedir sizce?
Yaşama sımsıkı sarılmak mı?
Özlemleri sona erdirmek mi?
Aydınlık yarınlara yelken açmak mı?
Çocuklarımızı, gençlerimizi sevip onlara güvenmek mi?
Umutlu bir gelecek bırakmak mı?
Soruları çoğaltabilirim...
Sabahın sesini dinlerken bir umut rüzgârının esmesi, yaşadığımız coğrafyada insanlığın gelişmesi, kördüğümlerin çözülmesi...
Neden yakın tarihimizle yüzleşemiyoruz, niçin olup bitenleri unutuyoruz?
Bu soruyu çok soruyorum bu köşede...
Bıkmadan usanmadan!
Hayatın suyundan, doğanın güzelliklerinden söz ediyorum, talanı vurgunu yazıyorum, kimi zaman ironi yapıyorum.
Anlayan anlıyor elbet!
***
Kurumuş gitmiş dallar, sessizliğin içinde dolaşan insanlar.
Yağmurlu bir öğle vakti kıyı kasabasında kahvede oyun oynayan emekliler, sandallarını onaran balıkçılar...
Bugün okuduğunuz yazım dünün devamıdır...
Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız.
Türkiye kendi tarihiyle yüzleşmeli, 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerin arkasındaki güçleri ortaya çıkarmalıdır.
Türkiye’nin çağdaşlaşıp çağdaşlaşmadığını, demokrasi ve özgürlüklerin bir yaşam biçimi olarak görülüp görülmediğini o zaman anlayacağız.
Bu yapılmadığı sürece daha çok gazetecimizi, yazarımızı, bilim insanımızı, yurttaşımızı karanlık ölüm tuzaklarında yitiririz.
***
Bu ülkede çok sayıda insan kaygıyla yaşıyor...
Umutları giderek azalıyor!
Yargıya yönelik eleştiriler, tutukluluk sürelerinin uzunluğu, adalete olan güvenin yitmesi...
Kiminle karşılaşsam hep aynı soru:
“Gerçekten Türkiye’de faili meçhuller aydınlanacak mı?”
Kimse 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’yı sormuyor “gerçekten yargılanacaklar mı” diye...
Çünkü biliyorlar ki ikisi de “laf olsun torba dolsun” diye yargılanacak.
90’lı yıllar tüm gizemiyle aydınlatılmadan Türkiye’de istediğiniz anayasayı yapın hiç fark etmez.
Önce kafalarımızdaki sorular yanıtlanmalı...
Her şey tüm çıplaklığıyla gün ışığına çıkmalı, devlet içinde silahlı çeteler, PKK itirafçıları birlikteliği aydınlatılmalı.
***
Uğur Mumcu, yasadışı köktendinci terör örgütü Hizbullah’ı 1983 yılından beri yazıp çiziyor, peşini bırakmıyordu.
Uğur, hem PKK’nin hem de Hizbullah’ın iç ve dış bağlantılarını, para kaynaklarını anlatıyordu yazılarında.
1993 yılında dönemin Batman Valisi Zeki Şanal, Hizbullah’a ilişkin görüşlerini açıklarken şöyle diyordu:
“Bölgede kendiliğinden bir tepki oluştu PKK’ye karşı... Bu tepkiyi yaratanlar bölgede yaşayan dindar ve sıradan insanlardır.”
Ben de bu köşede şu soruyu sormuştum Vali Zeki Şanal’a:
“Sıradan vatandaşlık tepkisi nedir? Yörede Hizbullah adlı köktendinci terör örgütü yok mudur?”
Yetkililerin yanıtı ise ilginçti:
“Yaptığımız çalışmalar sonucu böyle bir örgüt şeması ele geçiremedik...”
***
Uğur Mumcu cinayetinin ardından TBMM harekete geçti... Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu kuruldu...
Komisyon çok kapsamlı bir araştırma yaptı...
Sonuç ne oldu?
Rapor TBMM Genel Kurulu’na bugüne değin inmedi, indirilmedi...
Bunun nedenini bilen var mı?
Olmaz mı!
Devlet içindeki derin güçler Meclis’i ve kimi siyasi partileri etkiledi gerçeklerin ortaya dökülmemesi için...
Hani o çok sık değindim duvardan tuğla çekme hikâyesi var ya!
Tuğla bir çekilse duvardan, siz seyredin gümbürtüyü....
O duvarın altında kimler kalacak kimler !
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder