Gölgesinin Bile Terk Ettiği Adamı Kurtaran Aşk! - Emre Kongar

Bir adam, bir sanatçı, bir film artisti:
Çok başarılı...
Tam bir yıldız...
Kendine âşık...
Üstelik narsisist yaklaşımı, elbette egosantrik ama ayrıca maço bir kimlikle de bütünleşmiş...
Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, kibirli, zengin ve ünlü bir kişilik!
Ama çağının teknolojik gelişmelerini, film endüstrisindeki dönüşümü yakalayamıyor...
Sessiz film döneminden sesli filme geçişe ayak uyduramıyor...
Belki kibirli yapısı değişmeye elverişli değil...
Belki korkuyor...
Ve yok oluyor!
Bir iç hesaplaşma sırasında gölgesi bile onu terk edip gidiyor!
Bir yanda büyük bir artistin iç dünyası...
Öbür yanda çağın teknolojik değişme ve gelişmesi...
Ve bu ikisi arasındaki uyumsuzluk.
Sadece bu çelişkinin ele alınması, irdelenmesi, bireysel dünya ile örgütsel-toplumsal-ticari-teknolojik dünya arasındaki sürtüşmenin vurgulanması bile ilgi çekici...
Üstelik çok güzel anlatılıyor. Ama süreç her ne kadar bir trajedi gibi görünse de, orada bitmiyor.
Bir ilişki var:
Bir kadınla bir erkek...
Sönen bir yıldızla yükselen bir yıldız...
Olgun bir erkekle genç bir kadın arasındaki ilişki.
Tesadüflerle başlayan...
Zaman içinde oluşan...
Maço bir erkekle fedakâr bir kadının kişilik çatışması biçiminde gelişen...
Zaman içinde rollerin değiştiği, garip ama etkileyici bir ilişki!
Bu ilişki, bir trajediyi bir romansa çeviriyor...
İzleyiciyi sarıp sarmalayan, beyazperdeye kilitleyen, gerilimli bir romans!
Her haliyle: insan üzerine, sanat ve sanatçı üzerine, teknolojik-toplumsal değişme ve film endüstrisi ile artist ilişkileri üzerine, kadın ve erkek üzerine, aşk üzerine bir öykü.
Bir başyapıt!
***
Yukarda yazdıklarım, şu sıralarda oynayan Artist filmi üzerine düşündüklerim.
Aslında daha şimdiden topladığı önemli ödüllerle, on daldaki Oskar adaylığıyla, çok başarılı da görünse, Türkiye'deki seyirci bakımından talihsiz bir imaja sahip:
Sessiz, siyah-beyaz bir sanat filmi olarak görülüyor...
Ve bu nedenle de aksiyon filmlerine, romantik komedilere koşullanmış seyirci tarafından kuşkuyla karşılanıyor.
Oysa en heyecanlı aksiyon filmleri kadar hareketli...
En etkileyici romantik komedi filmleri kadar izleyiciyi saran bir film.
Evet sessiz...
Evet siyah-beyaz...
Evet bir sanat filmi, hem de en güzellerinden.
Ama bu özellikleri, sinemaya sırf günlük yaşamın sıkıntılarından kurtulup hoş ve boş vakit geçirmek, kafasını boşaltmak için gidenlerin aradığı özellikleri dışlamıyor...
Tam tersine, her yaştan, her türden sinema izleyicisine hitap eden bir film bu.
1920'lerin, 30'ların Hollyvvood'u...
O dönemin kültürü, giyimi-kuşamı, müziği, sineması...
Ama her dönemin insanı, sanatçısı, film endüstrisi...
Ve evrensel gerçek: Aşkın gücü...
Üstelik kadın zekâsıyla bezenmiş özel bir aşkın gücü!
***
Filmi, son aylarda hiç görmediğim kadar dolu bir salonda seyrettim.
Genç, orta yaşlı ve yaşlı çiftlerle...
Salondan çıkarken herkes mutlu görünüyordu!
Çoğunun Fritz Lang'dan, Rudolph Valentino'dan, Douglas Fairbanks'tan, Fred Astaire'den, Mary Pickford'dan, Ray Milland'dan, The Thief'den, Cole Porter'dan, Duke Ellington'dan haberi belki vardı, belki yoktu...
Ama bu filmi zevkle seyretmek için bütün bunları bilmeye gerek de yoktu.... Güzel bir film işte !

Emre Kongar/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget