Uğur Mumcu’ya - Deniz Kavukçuoğlu

On dokuz yıl olmuş sen aramızdan gideli. Biliyorum, “götürüleli” diye düzelteceksin sen, tamam götürüleli.
On dokuz yıldır her 24 Ocak günü olduğu gibi gazeteler, televizyonlar senden söz ediyorlar, ülkenin dört bir yanında seni anmak için toplantılar düzenleniyor. Sen böyle anmaları pek sevmezdin, ama ne yapsın insanlar, seni anarak seni unutmadıklarını göstermek, sana olan vefa borçlarını ödemek istiyorlar.
Çok sevildin sen, çoğu zaman keşke sevildiğin kadar anlaşılsaydın da diye düşünüyorum. İnsanlar senin kalemindeki savaşçılığı, korkusuzluğu sevdiler, ne var ki o savaşçılığın, o korkusuzluğun neyi, neleri amaçladığını pek göremediler.
Bana öyle geliyor işte…
Mutlaka biliyorsundur, senden sonra da birçok yürekli aydınımız çekip alındı aramızdan. Kanlı pusularda canlarını verdiler. Hiçbirinin gerçek katilleri yakalanmadı, aynen senin katilinin de yakalanmadığı gibi. Bulduk, diyerek ortaya birer “tetikçi” çıkardılar, ya elifi görse mertek sanacak cehalette birtakım adamlar ya da eline silah tutuşturulmuş çocuklardı.
Bu “cinayet tiyatrosu” en son Hrant Dink cinayetiyle perdesini kapatır gibi oldu. Beş yıl süren dava sonucunda katil yine bir çocuk çıktı, bir de onu yönlendiren genç bir serseri. Sonuç kimseyi inandırmadı, öyle ki kararı veren mahkemenin başkanı da, savcısı da, hatta iktidar sahipleri de “Yok! Bu kadar da olmaz!” diyerek tepki gösterdiler.
Gazetemiz de, “Hrant Dink’i çözen, Uğur Mumcu’yu da çözer!” diye anlamlı bir slogan sundu okurlara.
Bekleyeceğiz.

***

Anımsar mısın? Sen aramızdan götürülmeden önce Dortmunt’ta bir lokantada baş başa yemek yemiştik. Konu bir ara Ermeni sorununa gelmişti. Yurtdışındaki diplomatlarımıza ASALA tarafından ölümcül saldırılar düzenlendiği, birçok diplomatımızı yitirdiğimiz dönemin sonrasıydı. “Burada bunca yurttaşımız varken nasıl oluyor da güçlü kampanyalar düzenlenmiyor,” diye sormuştun.
Anlatmıştım.
Devlet, şimdi olduğu gibi o dönemde de aydınlarına, yurtseverlerine güvenmiyordu. Tam tersine onları ya sürgüne mahkûm etmiş ya da vatansızlaştırmıştı. Devletin en güvendiği kesim Avrupa’nın dört bir yanında mevzilenmiş yobaz takımıydı.
Sana Hamburg’dan örnek vermiştim. ASALA saldırıları ve soykırım savlarına karşı Hamburg Başkonsolosluğu o sıralar ”diyanetçiler”, “nurcular” ve “Süleymancılar” olarak üçe bölünmüş camilerin cemaatleri arasında bir “kutsal ittifak” oluşturarak büyük bir yürüyüş düzenlemiş, binlerce insanı sokağa dökmüştü. Uzaktan izlemiştim. Ürkütücü bir görüntüydü. Çarşaflı, peçeli kadınlar… Cüppeli, poturlu, takkeli, çember sakallı adamlar… Ellerinde yeşil cihat bayrakları… Tekbir sesleri… Gören Almanlar korkuya duvar diplerine siniyorlar, bu ürkünç kalabalığın geçmesini bekliyorlardı.
Olmadı doğal olarak. Avrupa’nın çeşitli kentlerinde benzer görüntülerle karşılaşan insanlar, ne olduğunu anlamadıkları o üzeri Arapça yazılı, kılıç resmedilmiş yeşil bayraklı kalabalıkları görünce, “Bunlar bizi de keserler!” korkusuna kapılıyorlardı.
Ha, şunu da ekleyeyim; bunlar Avrupa sokaklarında kol gezerlerken, Yüksel Pazarkaya, Hakkı Keskin gibi yurtsever aydınlarımız vatandaşlıktan çıkartıldıklarından aynı sokaklarda pasaportsuz dolaşıyorlardı.
Diyeceğim şu ki, bu soykırım meselesinde biz Fransa Senatosu’nun kararıyla çuvallamadık; bu kafayla yıllar önceden beri çuvallıyorduk zaten.
***
İşte böyle sevgili dostum, senden sonra pek bir şey değişmedi buralarda. İçeride yatan 97 meslektaşımız var. Şimdilik.
Senin yükselttiğin bayrağı yere düşürmemeye çalışıyoruz elimizden geldiğince.
İçin rahat olsun.
Ama sen yine de uyanık kal, öyle ihtiyacımız oluyor ki sana….

Deniz Kavukçuoğlu/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget