Onlarca gazeteci “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan gözaltına alındı, onlara yine kimse dokunamadı.
Yazıya oturduğumda KCK operasyonu kapsamında gözaltına alınan “gazeteci” sayısı 40’tı.
“Hooop ne gazetecisi, bayağı terör örgütü propagandası yapıyorlarmış” diye parlamayın hemen...
İş “mış”lara, “miş”lere kaldıysa;
Mustafa Balbay da bırakın propagandasını yapmayı basbayağı terör örgütü üyesiy”miş”...
Keza Tuncay Özkan öyle... Ergun Poyraz öyle... Müyesser Yıldız öyle... Vedat Yenerer öyle... Güler Kömürcü öyle... Ufuk Akkaya öyle... Deniz Yıldırım öyle... Barış Pehlivan öyle... Yerim dar, ben kısa kesiyorum ama siz aklınıza gelen isimleri ekleyin kendi listenize!
***
Bu ülkenin Adalet Bakanı bile, hem de TBMM kürsüsünde, “tutuklu gazeteciler” le ilgili tepkilere, aleni bir çarpıtmayla “örgüt üyeliğinden hüküm giymiş gazeteci kılıklı teröristleri” örnek göstererek cevap vermedi mi geçenlerde!
Demek ki neymiş;
Odatv iddianamesinin yayımlandığı gün, her türlü gazetecilik faaliyetinin “bir kalemde” terör suçu sayılmasının önünü açan o “emsal metin”le de ilan edildiği üzere hepimiz “potansiyel teröristmişiz” iktidardakilerin gözünde!
***
Dolayısıyla...
Toplum zihninde yargısız infaz ağaçları kurulmadan önce “acaba” yaratacak sorular sormak, hepimizin borcu olmalı bugün mesleğimize.
Hem velev ki öyle; “gazetecilik” mesleğini terör örgütünün propagandası için “levye” olarak kullanmış gözaltına
alınanlar...
İyi de;
Hasan Cemal’in, Cengiz Çandar’ın, Yasemin Çongar’ın, Ahmet Altan’ın, Mehmet Ali Birand’ın dün gözaltına alınan o 40 gazeteciden farkı ne bu
durumda?
BirGün basılabilirken Hürriyet gazetesini dokunulmaz kılan ne?
Kimseyi kimseye hedef gösteriyor değiliz ama bu işte bir gariplik yok mu sizce de?
***
Madem ki “terör örgütü propagandası” yapan gazeteciler var hedefte;
Hasan Cemal’in bir ceviz ağacı gölgesinde, birlikte kaburga dolması hüplettiği PKK elebaşı Murat Karayılan’ın ağzıyla yazdığı dizi yazılar ne?
“Gazeteci” herkesle görüşebilir, herkesten haber alabilir, herkesten haber verebilir -terör örgütü dahil-!
Ve fakat, Cemal’in yaptığı “haber vermek” miydi?
PKK’nın silah bıraktığını ileri sürdüğü, örgütün artık “savaşmayıp sevişeceği” inancını inşaaya çalıştığı o satırlardan ala propaganda mı olur?
Cengiz Çandar’la birlikte dağdaki teröristi, algıda “Kandil yolundaki gelincik tarlaları arasında dolaşan romantik devrimcilere” dönüştürmeleri propaganda değil mi?
Keza Mehmet Ali Birand...
Hepsi farklı zamanlarda bugün ellerinde bu ülkenin 40 bin dolayında insanının kanı olan Abdullah Öcalan’ın “insani yönü” nü göstermeyi denemedi mi?
Yasemin Çongar, Ahmet Altan dağa çıkıp PKK’lıları “barış güvercini” ilan ederek geri dönmediler mi?
Ya Hürriyet gazetesinin o unutulmaz “gitarlı kadın teröristleri”; yeni bir Beatles efsanesi yaratır gibi değil miydi!
***
“Propaganda”, tanıtmak, benimsetmek ve yaymak eylemlerinin kavramsallaştırılmasıysa;
Kafalarda “katil yetiştiren, ucube yerler” olarak şekillenen PKK kampları, kimlerin yayınlarından sonra futbol da oynanan, türkü de söylenen, hasret de çekilen, kadınlarının çiçek motifli yün çoraplar da giydiği “insana dair” yerler olarak yeniden “tanımlandı” ?
Kafalardaki “PKK’lı” imajı kimlerin yazıları sayesinde, karşılıklı oturup konuşulabilen, anlaşılabilen, “ortak dil” oluşturulabilen, “uzlaşılır”, sözüne kulak verilmesi gereken figürler olarak yeniden şekillendirildi?
Bunları yapanlar, yıllar içinde kamuoyunun terör örgütüne öfkesini, nefretini, tahammülsüzlüğünü törpüleyenler, onu ne hazin ki “kabul edilebilir” yeni pozisyonuna yerleştirenler Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın uçağında, sofrasında, “açılım”ın akıl hocalığı makamında zevk-i sefa sürmeye devam ederken, “terör örgütüne yakınlığıyla bilinen bilmem ne ajansı”nın isterse kapısına kilit vursunlar, neyi kanıtlar?
Sonuçta, bu insanların “rolü” deşifre edilmedikçe, her devrin dokunulmazları olma ayrıcalıklarının “sırrı” ortaya dökülmedikçe bir yanı “karanlık” kalmaya mahkum değil mi bu fotoğrafın!
***
Kimse kusura bakmasın ama PKK’nın asıl “kitle iletişim araçları”na teğet geçen, PKK’lıları dağdan indirip siyasallaştırarak TBMM’ye sokmayı amaçlayan, bu yönüyle “asıl şehir yapılanması”nın hamiliğini üstlenen siyasetçilere, bürokratlara uzan(a)mayan, mesela Sırrı Sakık’a, mesela Hasip Kaplan’a dokun(a)mayan, mesela Hakan Fidan’ı kapsa(ya)mayan operasyon;
Birilerine “alan açmak” dışında ne işe yarar acaba?
Barzani’nin PR memuru gibi
Madem bu operasyonun adı KCK (Koma Civakên Kurdistan / Union of Communities in Kurdistan) yani Kürdistan Halklar Federasyonu / Kürdistan Komünler Birliği...
Herkesten vazgeçtim, onca gazetecinin evinin basıldığı gün, söz konusu “federasyonun” ilk parçası olan “Irak Kürdistanı” nın PR memuru gibi bir yazı kaleme alan Şahin Alpay’ı nereye oturmalıyız acaba...
Buyrun size propaganda:
“Irak Kürdistanı, Türkiye’ye husumetle bakan bir halkın yaşadığı topraklar değildir. Irak Kürdistanı, AKP hükümetinin izlediği Kürt kimliğinin inkârına son ve KBY ile yakınlaşma politikaları sonucu Türkiye’ye ve Türklere sempatiyle bakan insanların büyük çoğunlukta olduğu bir yerdir. Tıpkı yöneticileri gibi büyük çoğunluğuyla bölge halkı da geleceği Türkiye ile ortak görmektedir...”
BASINDAN SEÇMELER
Cumhurbaşkanı’nın görev süresi lastikli olsun...
Uzayıp kısalabilsin...
Beş yıl olur... Yedi yıl olur...
Muhtarın muhtarlık süresi belli, ilaç ya da yoğurt alıyorsun üzerinde son kullanma tarihleri yazılı, çamaşır makinesinin garanti süresi var... Ama ülkenin en başındaki kişisinin görev süresi belli değil...
***
Berber koltuğunda insan ne kadar oturacağını bilir... Otobüste kaptan şoförün direksiyonda oturma süresi kanunda yazılı... Otele girerken kaç gece diye sorarlar adama...
Şu anda bu ülkedeki koltuk sahipleri arasında, o koltukta ne kadar oturacağını bilmeyen bir tek kişi var... O da memleketin Cumhurbaşkanı...
***
Milletvekilleri; daha bir yıl zamanları varken, referandumdan çıkan sonuca göre erken seçime gönderildiler... Ama aynı AKP, Cumhurbaşkanlığı’nın süresi için “yasa çıktığında seçilmiş olanları kapsamaz” diyor... Sebep ne?..
Çünkü arkadaş, başbakanlık süresi dolunca, çıkıp cumhurbaşkanı olacak... Başka adam yok çünkü memlekette... Gül’ün süresi 5 yıl olursa kısa geliyor... İkinci kez seçilir de 10 yıl olursa, uzun geliyor... 7 yıl olursa eh... Ucu ucuna ancak...
***
Ya şu an süren sağlık sorunu aşağıda çalışmasına engel olur, doktorlar fazla hareket etmesine izin vermezlerse?..
O zaman belli ki 5 yıla kısalır... Cumhurbaşkanlığı koltuğu değil, pijama lastiği mübarek...
***
Tüm bu olanların özetidir aslında; memleket babalarının çiftliği...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
“İlle de Audi A-8 olsun” diyen lüks düşkünü bu listedekilerden biri
Konuyu MHP Elazığ Milletvekili Enver Erdem gündeme getirmiş...
Hani AKP, son seçimlerde aday göstermediği milletvekillerine iş bulmak için “bakan yardımcılığı” diye yeni bir makam icat etti ya...
Bunlardan biri; Başbakan’ın vatandaşlara, “Porsche’ye değil FIAT’a binin” uyarısını üzerine alınmadan, lüks makam arabası derdine düşmüş!
Kendisine kiralanan Audi A-4 marka aracı beğenmemiş ve “İlle de Audi A-8 olsun” diye tutturmuş... Dediğini de yaptırmış... Kendisine ayda 43 bin liraya A-8 model bir makam aracı kiralanmış...
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise, “Araştırıp, doğruysa gereğini yapacağım” demiş...
***
O lüks düşkünü bakan yardımcısını bulmak çok da zor olmasa gerek... Çünkü henüz 10 bakan yardımcısı atanmış durumda...
10 kişinin kim olduklarını da yazalım ki; aralarındaki “lüks düşkünü” nü belki bir bilen, tanıyan çıkar: Fatih Metin (Gümrük Bakanlığı), Abdurrahman Arıcı (Kültür-Turizm Bakanlığı), Orhan Erdem (Milli Eğitim Bakanlığı), Veysi Kaynak (Adalet Bakanlığı), Kemal Yardımcı (Milli Savunma Bakanlığı), Agâh Kafkas (Sağlık Bakanlığı), Kudbettin Arzu (Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı), Ali Bayramoğlu (Enerji Bakanlığı), Aşkın Asan (Aile Bakanlığı), Mehmet Ceylan (Kalkınma Bakanlığı).
Mustafa Mutlu / Vatan
“O medya patronu” bir türlü tartışılamıyor
Hasan Cemal’in Başbakan Erdoğan’a kırgınlığı ciddi bir memleket meselesi haline geldi. (...) Başbakanın Hasan Cemal’in kırılmasına neden olan toplantıdaki sözlerinden önce bir gazetecinin ve bir gazete sahibinin mesleğe yakışmayacak sözler sarf ettiğini ve açıkça sansür istediğini yazdım.
Şaka gibiydi ama doğru.
Önce bir gazeteci sansür istedi.
Onun ardından söz alan bir medya patronu altta kalmamak ve hatta daha ileri gitmek için “Siz veya sizin uygun göreceğiniz bir bakanınız bize çekidüzen versin” anlamına gelen sözler sarf etti.
Benim o yazıdan bu yana “o gazetecinin” kimliği üzerine epey bir yazı yazıldı.
Ama nedense “o medya patronunun” kim olduğu hiç tartışılmadı.
Neden Acaba?
Fatih Altaylı / HaberTürk
Muhteşem dönüşüm
Televizyon kanalının adı: Kanal 7.
Programın adı: Taş Devri.
Sunucusu: Şarkıcı Atilla Taş.
“Taş Devri”nde Atilla Taş türban giyiyor ve kadınların evlerine, kurslarına konuk oluyor. Sade türban giymekle de kalmıyor; kadın taklidi yapıyor. Adı da: “Kezban Abla!”
Herhalde... Türkiye Türkiye olalı böyle absürt, böyle bayağı bir program görmemiştir. Ama derdimiz programın düzeysizliğini-avamlığını yazmak değil. Türbanın alay konusu yapılması!
Hani, türban kutsalınızdı... Ne oldu? Komedinin bir objesi haline nasıl getiriverdiniz çabucak...
Ne diyelim; bu dönüşüm bizim bile başımızı döndürüyor...
Odatv.com
“Efendim tutukluluk süresi kısalırsa, falanca, filanca da serbest kalacak” diye isim vererek duygu sömürüsü yapıyorlar. Hiçbirinin aklına o lanet isimler çıkmasın diye içerde yatmaya devam eden yüzlerce potansiyel masum gelmiyor.. Sonra onlar liberal, onlar demokrat, bunları yazan ben “Faşist” oluyorum..
Sevsinler..
Hıncal Uluç / Sabah
Yorum Gönder