TÜİK’in son “Gelir Araştırması”, öncekiler gibi, çoğu yorumcu ve akademisyen tarafından, olduğu gibi doğru kabul edildi, üstüne ahkâmlar kesildi. Bilim, sorgulamak demektir. Bir araştırmanın sonuçlarını, bulgularını doğru kabul etmeniz için, bulguların doğru saptanıp saptanmadığını sormakla başlamanız gerekir. Bizim akademiyada bu haslet pek yok, ne yazık ki… Toplumu en yakından ilgilendiren gelir dağılımı araştırmalarında da sorun, metodolojiden, yani yöntemden, sakatlık da oradan başlar. Mesele, “Hanenize kaç lira gelir giriyor” kritik sorusunu doğru deneklere soruyor musunuz, aldığınız beyanları, başka bulgularla test ediyor musunuz sorularıyla ilgilidir.
Yıllar yılı, beyanla alınmış bilgilerden türetilmiş gelir tablolarının çelişkilerinden söz ederim. Sakatlığı, şöyle basite indirgeyerek açıklayayım.
Bir odada 5 aile reisiyiz. Herkes bir kâğıda maaş, kâr, kira vs’den oluşan yıllık gelirini yazıyor. En varlıklımız 50 bin TL yazmış olsun, ikincisi 20 bin TL, üçüncüsü 15 bin TL, dördüncü 10 bin TL ve en yoksulumuz 5 bin TL. Bu gelirleri alt alta yazdığımızda odadakilerin yıllık gelirinin 100 bin TL olduğu anlaşılır ve deriz ki, en varlıklımız gelirin yüzde 50’sini, ikincimiz yüzde 20’sini, üçüncümüz yüzde 15’ini, dördüncümüz yüzde 10’unu ve en yoksulumuz da yüzde 5’ini alıyor. Odadakilerin ortalama geliri 20 bin TL’dir ve ortalamanın yarısına yani 10 bin TL yıllık gelire ulaşmayan iki kişimizi, “yoksul” ilan ederiz.
Ancak, kâğıtlara yazılan gelirlerin detaylarına inince, bazılarının gelirini doğru beyan etmediğini anlarız. En varlıklımız, köydeki arazilerinden elde ettiği kirayı, eşinin banka faiz gelirini ve bazı kira gelirlerini eksik yazmıştır. Geliri, 50 bin TL değil, aslında 100 bin TL’dir. İkinci varlıklımızın da gelirinin 20 bin TL değil, 30 bin TL olduğu ortaya çıkar. Meğer oda gelirimiz 100 bin TL değil, 160 bin TL imiş. Bu yeni saptama ile yeniden hesap yaptığımızda en varlıklının yüzde 50 değil, yüzde 62.5 pay sahibi olduğu ortaya çıkar. Odanın ortalama geliri, bu durumda 20 bin TL değil 32 bin TL imiş ve yoksulluk sınırı da bu durumda 16 bin TL ve altı olunca, yoksul sayımız 2 değil, meğer 3 imiş…
Bu basit örnek, her yıl tekrarlanan absürd gelir araştırmalarında aynen yaşanmaktadır. Beyan edilen gelirlerle, başka yerlerde, örneğin milli gelir tablolarında hanehalkı harcaması olarak yer alan gelirler arasında yüzde 50 dolayında fark görülmektedir. Örneğin 2010’da gelirlerin yüzde 46’sı, beyan edilmediği için, hem gelir pastası olduğunun yarısı kadar küçük gösterilmekte, hem de bölüşümündeki adaletsizlikler, uçurumlar saklanmakta, yoksul nüfus düşük gösterilmektedir.
Kaynak: TÜİK, Gelir Dağılımı ve GSYİH veri tabanları.
Paylaşıldığı iddia edilen pastanın yüzde 50’ye yakın eksik tespiti, ortaya bir dizi absürdlükler de çıkarıyor. Birkaç örnek:
TÜİK araştırması, 2010’da evine yıllık 50 bin TL gireni “en zengin yüzde 20’de” gösteriyor. Bu durumda ayda evine ortalama 4 bin 200 TL giren birçok memur ve işçi var. Bunlar hepsi mutlu azınlık içinde!..
TÜİK, en varlıklı kesimin gelirlerinin üçte ikisinin ücret, maaş ve emekli maaşlarından oluştuğunu, gayrimenkulün payının yüzde 6, faiz-borsa gelirlerinin payının yüzde 5.5’te kaldığı gibi bir absürdlüğü bilim adına piyasaya sunuyor.
Meğer 2010’un 426 milyar TL’lik pastasının yaklaşık yarısı ücretlerden, yaklaşık yüzde 20’si emekli maaşlarından oluşurken kârların payı yüzde 20, kira ve faizin payı yüzde 10’dan ibaretmiş!..
Başka bir absürdlük de şu: TÜİK’in saptadığı 426 milyar TL gelir, toplamda 284 milyar dolar ediyor. Bunu 71 milyon nüfusu bölseniz kişi başına 4 bin dolar ediyor. Hani Türkiye’nin kişi başına geliri 10 bin dolara çıkmıştı? 6 bin dolara ne oldu?
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. İlginçtir, bu kadar kamuflajı sorgulamadan 0.38 gini oranını doğru kabul eden OECD, yine de Türkiye’yi, Şili ve Meksika ile birlikte OECD ülkelerinin gelir ayıbı şampiyonu ilan etti.
Mustafa Sönmez/Cumhuriyet
Yorum Gönder