Evet gene işsizlik, bu güzel ülkede yaşayan insanlar iş istiyorlar, ama iş yok!
Bir aile, bütün birikimlerini çocukları için harcamış, yememiş, içmemiş iki çocuğunu okutmuş. Biri bilgisayar mühendisi, öteki makine mühendisi olmuş. Aile mutluluk yaşamalı öyle değil mi? Hayır o aile mutsuz, çünkü bilgisayar konusunda uzmanlaşan büyük oğul bir türlü iş bulamıyor, makine mühendisi olan küçük oğlan bir yıldır iş aradıktan sonra her şeyden elini eteğini çekmiş, bütün bir gece bilgisayar oyunları oynuyor ve bütün bir günü uyuyarak geçiriyor.
Tuzu kuru, yazdıkları ve söyledikleri mahalle kahvesindeki sohbetlerden öteye geçmeyen, hasbelkader bir köşeyi kapmış yazarlar, programlara çıkıyorlar. Konu, “başkanlık sistemi olsun mu olmasın mı”? Evine sadece ekmek götürmek isteyen büyük çoğunluğu işsiz bir ülkede kim takar başkanlık sistemini!
Şimdi benimle bir yolculuğa çıkın... Biraz sarsıcı olacak; ne yapalım ki gördüklerim de sarsıcı.
Evinde bir tas sıcak çorba olsun diye kocasını kahveye gönderdikten sonra seks işçiliği yapan bir kadının hikâyesini anlatmak istiyorum. Kocayı kahveye, çocuklarını okula yollayan 35 yaşında bir kadın evinde, seks yapmak isteyen erkekleri kabul ediyor. Evinde, çünkü otel parasıyla uğraşmak istemiyor. Ve vizitesi elli lira!
Ve iş bittiğinde, çarşafları hemen yeni aldığı çamaşır makinesine atıyor, evi silip süpürüyor ve aptes alıp namaz kılıyor, tanrı onu affetsin diye.
Bu durum koca tarafından da biliniyor, ama para geldiği sürece kimse bunu duymuyor, görmüyor…
Şimdi başka bir hikâyeye geçiyorum, bu anlatacaklarım, benim hep yüreğimi sıkıştırır, kötü olurum.
O İstanbul’un en ünlü caddesi Bağdat Caddesi’ne yakın bir apartmanın kapıcısının kızı. Olağanüstü güzel, ama annesinin bütün çabalarına rağmen, liseyi bitirdikten sonra okumadı. Ünlü bir markanın, caddedeki dükkânında tezgâhtar olarak işe başladı. Ama ne yapalım ki çok güzel ve caddenin parıltılı hayatını fazlasıyla seviyor.
Sonra ne oldu; şimdi zengin bir adamın metresi... Başka şansı yoktu; o artık o parıltılı hayatı gördükten sonra köyünden bir delikanlıyla evlenemez ve onun beğendikleri de ona nikâh kıymaz.
Peki aile ne yaptı? Hiç ses çıkarmadılar, çünkü zengin bir adamın metresi olan kızları her ay eve bin lira gönderiyor; ardındaki kız kardeşleri okusun, aile parasal açıdan daralmasın diye.
Devam edelim, anlattıklarım canınızı mı sıktı? Sıkılsın ve hep birlikte şunu düşünelim, bu kadar mı çaresiz bir durumdayız?
Size bir hikâye daha, ben onu tanıdığımda o on dokuz yaşındaydı. Bir bilgisayar uzmanıydı, zaten beş yaşından beri eline her geçen bilgisayarı açıp yeniden kurgulamak onun için sıradan bir işti. Hikâyenin sonunu mu merak ediyorsunuz, o intihar etti. Bu dünyadan sıkılmıştı. Öylesine duyarlı ve öylesine zekiydi ki herkesin maskelerle dolaştığı gerçek hayatı hiç sevmedi. Sessizce gidiverdi.
Vay canına, acayip umutsuz hikâyeler yazmışım, ne yapalım ki hayat bilgisi dersinde sınıfta kalan çocuklar benim derdim.
Bu arada benden söylemesi; muhalefet partileri ÖSYM sınavı mağduru çocukların yanına bile uğramıyor. Bu bir yurttaş olarak benim canımı yakıyor. Onları yok saymak neden? Öyle bir muhalefet fırsatı kimleri ürkütmemek için yok sayılıyor? Bu sorunun yanıtı önemli. Hayatın devinimi içinde şöyle bir durum vardır: “Beni yok sayanı ben de yok sayarım.” Onlar mağdur ve sayıları bir milyon yedi yüz bin.
Not : Pazar günkü yazımda sevgili Nezih Danyal’ın adı Nezih Dalyan olarak çıkmış, kendisinden ve sizlerden özür dilerim.
Yorum Gönder