Her iki yöntemde de çocuğun asıl amacı, ana babanın kendisini ezen yeteneklerini aşarak önce özgüven, ardından bağımsızlık kazanmaktır. Kimi başarır ve güçlü bir kişilik olur, kimi başaramaz, ömür boyu ana kuzusu, baba pısırığı kalır.
Ama ana kızların rekabetinden çok, baba oğul rekabeti daha derin ve sonuçları daha ağırdır.
Genelinde baskın karakterde, öfkesinden korkulan, otoriter ve iktidar sahibi babaların oğulları; eğer çatışmaya girecek cesareti gösteremezlerse, ömür boyu babaya hayran, babanın gözüne girmeye çalışan ve ne derse yapan silik, ezik, edilgen kişiler olurlar.
***
“Tanrı’nın Zamazingosu” başlıklı nefis araştırmanın yazarı Tom Hickman’a bakılırsa; babalar ve oğullar salt büyükbaşlarıyla boy ölçüşmez, gizli ya da açık, küçükbaşlarıyla da yarışırlar! Elçiye zeval olmaz, ben söylemiyorum, Hickman yazmış; kimi oğlan çocukları yaşamlarının ilk travmasını, hamamda falan çıplak gördüğü babasının küçükbaşını, kendi minik pipisiyle kıyaslayınca yaşarmış!
Anaların (kendimden biliyorum!) doğurduğu andan öteye ister kız, ister erkek evladın her bir uzvunun yerinde ve normal olmasına yönelttiği dikkat düşünülecek olursa; babaların da oğul küçükbaşlarının önce boyutu, sonra işleviyle gizli gizli övündüğü ya da dövündüğünü ileri sürmek, sanırım mantıksız değildir.
***
Zaten oğulların küçükbaşı babasal bir ilginin
odağında olmasa; oğlu çapkınlık yapınca kendi becermiş gibi övünen kimi
babaların “gurur” kaynağı nasıl açıklanabilir? Ya da tersine, cinsel özgürlüğünü “ayıp, günah, haram” diye
engellediği oğlunu tez elden everen; cinsel tercihi farklı oğulu ise
bazen reddedecek, bazen öldürecek kadar hakir gören kimi babaların
takıntısı küçükbaş değilse, başka ne olabilir? Oğullarının çapkınlığıyla övünen babalar, her şeye rağmen zararsızdırlar. Hele biraz mizah sahibi ve biraz bilgelerse... İngiliz aktör Ewan McGregor, 1996 yılında gösterime giren “The Pillow Book” filminde seyircilerin karşısına anadan doğma haliyle çıktığında, kendisi de aktör olan babası James McGrevor’dan şöyle bir faks mesajı almıştı:
“Haşmetli bir özelliğimin vârisi olduğunu görmekten mutluluk duyuyorum!”
***
Ama ötekiler var ya, ötekiler, işte onlar, kız
ya da erkek bütün çocuklarının, ama daha çok oğullarının özgün kimliğini
iğdiş eden babalardır!O babaların gölgesinde, kişilikli oğul bitmez. Baba höt deyince susar, öt deyince konuşurlar. Ve o babalar, bu çocukların sırtından kendi yaşamlarını katladıklarını, iktidarlarını uzattıklarını sanırlar. Oysa...
O babaların öyle ya da böyle “gittiği” an, servetlere bile gark etmiş olsa, çocuklarının da “bittiği” andır.
Ataları, İstanbul’a Fatih’le gelen anneciğimin müthiş sözüdür: Miras demiş, sen de kalayım biraz!
Hele o babaların mirası, başkalarının kan ve gözyaşıyla ıslanmışsa, değil bağlasan, zincirlere vursan o çocukların cebinde durmaz!
Yeni yılda taptaze rüzgârlar esen, aydınlık umutlarla harmanlanan özgür bir Türkiye’de yaşamanızı dilerim, sevgili okurlarım
G NOKTASI
Başbakan Erdoğan, “suç iddiası düşman cenahtan geliyorsa, suç yoktur komplo vardır” mantığı yürütüyor.
Bu mantığa göre kakaya bok diyen kakaysa, kaka bok sayılmaz…
Oysa suç, iddia makamının komplocu, kompleci, hain ya da sadık bende olması “suç iddiası”nı ortadan kaldırmaz!
Ve hükümete yakın çevrelerde yapılan birinci yargı operasyonunda kamuya yansıyan olası suç kanıtları, çok vahimdir. Böylesine ciddi bir yolsuzluk soruşturmasıyla karşı karşıya kalan AKP iktidarının, iddiaların yalan, suç isnatlarının sahte olduğunu ortaya çıkaracak yargı mekanizmasını hızla çalıştırmak yerine; birincisinden küresel anlamda daha da vahim iddialar içeren ikinci soruşturmayı durdurması, başlı başına bir hukuk ihlali olup, kamuoyunda ister istemez “suçluların telaşı” gibi algılanmaktadır.
Dahası, eğer ikinci soruşturmanın konu başlıklarından Başbakan’ın oğlu ile El Kaide finansörü Yasin el Kadı’nın kendisi ya da oğluyla bir şekilde ortak olduğu iddiası doğruysa…
Türkiye’nin de imzaladığı Uluslararası Terörle Mücadele Anlaşması açısından, T.C. Başbakanı’nın, “terör finansmanı” nedeniyle tepesine binilen Kaddafi’den daha fazla meşruiyeti, dolayısıyla uluslararası dokunulmazlığı kalmaz.
Batılıları bilirsiniz. Hemen dokunmazlar. Ama emin olun, er geç dokunurlar!
İşin bir de bu yanı, Başbakan’ın giderek cilası dökülen meşruluk durumunu aşan ve Türkiye’yi “müdahale edilebilir” ülke konumuna taşıyan “uluslararası meşruiyet” dışına düşmek tehlikesi de var.
“Bir soğan soyuluyor. Yaşarıyor gözler. Bir devlet soyuluyor. Aldırmıyor öküzler.”
ŞAİR EŞREF (1847-1914)
Yorum Gönder