Kara Devrimin Çocukları Kavga Ediyor - Oktay Ekşi

Türkiye bir büyük kavgaya tanıklık ediyor. Bu bir “kişiler kavgası” değil. Ortada -bu-radakinin adı konmamış olsa da devrimlerin bilinen bir kuralının uygulaması var:
“Her devrim önce kendi evlatlarını yer!”

Gerçekten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 3 Kasım 2002 seçiminde iktidara gelmesiyle Türkiye’de bir “kara devrim”in kapısı açıldı. Ama bunu çok az sayıda aydın hariç kimse fark etmedi. Çünkü Türkiye’nin demokratik rejim geçmişi bu kapının “hukuku çiğnemeden” açılmasına imkân veriyordu. O yüzden “seçim” aracı kullanıldı.

Zaten ilk yıllarda asıl çehresini göstermedi. Çünkü geride kalan Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi deneyimleri çok temkinli olmak gerektiğini öğretmişti.

Kaldı ki öncü kadrodakilerin kültürü “riyakârlığı” yani “ikiyüzlü” olmayı meşru sayıyordu. O nedenle sadece yurtiçindeki kamuoyu değil, yurtdışındaki dost-düşman da Türkiye’deki “kara devrim”e gidişin farkına varamadı.

Hatta yaşananlar ve yeni gelenler içeride ve dışarıda övgülerle karşılandı.

Örneğin içeride “demokratikleşme” görüntülü adımlar pek çok aydını olumlu yönde etkiledi. Bunlar Türkiye’nin “Avrupa Birliği”yle ve “Batılı değer sistemleriyle” bütünleşmeyi istediği izlenimlerini güçlendirdi.

Ancak “enerjisi ve çalışkanlığıyla” takdir toplayan AKP iktidarı 22 Temmuz 2007 seçiminden güçlenerek çıkınca, AKP lideri Tayyip Erdoğan aynen Adnan Menderes’in 1954 seçiminden güçlenerek çıkması üzerine yaptığı gibi daha önce sadece hayal ettiklerini artık gerçekleştirebileceğine karar verdi.

Ve kara devrimin yaşama geçirilmesi süreci başladı.

Önce Tayyip Erdoğan’ın her zaman nefretle baktığı ve “bertaraf edilecek ilk düşman” olarak gördüğü “medya”dan başlandı.

Doğru metot, “önce en büyüğü sindirmek” ti. Yasa, hukuk dinlemeden Doğan Medya Grubu’na dünya medya tarihinde görülmemiş düzeyde (3 milyar 800 milyon TL. tutarında) vergi cezası verildi.

Sonra kalan medya organları tek tek sindirilerek, el değiştirtilerek iktidarın uydusu yapıldı. Medyadaki “özgür ses” oranı yazılı basında sırf tiraj bazında yüzde 810’a, elektronik medyada yüzde 35’e, internet medyasında (tahminen) yüzde 15’e kadar geriletildi. Kamuoyunu uyarabilecek sesler kısılınca sıra bir karşıdevrime (kara devrime) izin vermeyeceği bilinen “askeri” tasfiye etmeye geldi.

Gerçekten çeteleşmiş olduğu bilinen bir küçük kliği cezalandırmak isteniyormuş gibi göstererek aslı olsun olmasın birçok “suç” dosyası açılarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi büyük çapta hapse atıldı. Bu çok sorunlu operasyon “kara devrim” ortağı iki gücün işbirliği olmadan gerçekleştirilemezdi.

Nitekim 2008’in başında başlayan operasyon tam beş yıl sürdü. Bu sırada pek çok insanın başı uydurma kanıtlarla yandı. “Tasfiye” mahkemeleri, “suç” veya “suçlu” aramadı. Zaten kanıt diye dosyaya konanların gerçekten kanıt olup olmadığını sanıklarla avukatların feryadına rağmen sorgulayan da olmadı. Mahkum edilip 30 sene yahut ömür boyu hapis yatmak için “iyi bir Atatürkçü olmak” nerdeyse yeter sayıldı.

Karşıdevrim veya “kara devrim”, “başı ezilmesi gerekenlerin” hüküm giyip bertaraf edilmeleriyle amacına ulaşmış sayıldı. Çünkü Atatürk Cumhuriyetini tarihe gömüp kara devrimin özlediği İslam Cumhuriyetini kurmanın altyapısı hazırlanmıştı.

Lakin o aşamada bir sorun çıktı:
Tasfiye Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Fethullah Gülen cemaatinin aktif işbirliğiyle gerçekleşmişti ama iki taraf da birbirinden memnun değildi. Çünkü AKP iktidarı (daha doğrusu Tayyip Erdoğan) Gülen cemaatinin baskılarından, taleplerinden hatta “iktidar ortağı” görünmesinden şikâyetçiydi. Bir şekilde onlara da haddini bildirmek istiyordu. Elinde “cemaatin militan deposu” gibi gördüğü, akıllı ve çalışkan öğrencileri seçip koruyarak önce “Fethullahçı” yaptığı, sonra da devlet kadrolarına yerleştirmek için kullandığı “dershaneler” kozu vardı. Bunları kapatırsa cemaatin “insan kaynağını” kurutabilirdi.

Tayyip Erdoğan “dershaneleri kapatma” projesini açıklayınca kıyamet koptu. Ortaklık bitti. Ve taraflar göze göz, dişe diş kavgaya girişti.

Bu sırada ortaya çıktı ki “sevgi”den, “terbiye”den, “edep”ten, “dürüstlük”ten, “hoşgörü”den, “adalet”ten, “hak”tan, “özgürlük”ten, “insan onuruna saygı”dan, “fitne” dedikleri her neyse ona, “yalan”a, “iftira”ya, ”hakaret”e karşı olduklarından söz edenler (iki taraf da bu iddiadadır) meğer sokaktaki kâğıt hamallarından farklı bir lisan kullanmıyormuş. O yüzden “firavun”dan “harami”ye, “müfteri”den “in”e (in bilindiği gibi ayıların sığındığı kaya kovuklarına denir) kadar kullanılmadık kötü söz kalmadı. Şimdi sıra, “kara devrim”in kendi çocuklarını yemesine geldi. Ama hangisinin ötekini yiyeceği henüz belli değil.

Kavganın dışında kalanlar bu aşamada olayları dikkatle değerlendirmeli:
Yaşananlara “duygusal” açıdan bakarsak, “Bu kavga Tayyip Erdoğan’ı bitirecekse, sorun yok, bundan memnun oluruz ” diyebiliriz. Ama böyle bir bitişin Türkiye için iyi mi, kötü mü olacağını da hesap etmeliyiz. Unutmayalım ki Tayyip Erdoğan seçimle gelen ve “seçimle gitmesi mümkün olan” biridir. Kavganın öteki ortağı iktidar olursa, onun gitmesi diye bir ihtimal söz konusu bile değildir.

Hukuk açısından bakarsak, önce aynen dün olduğu gibi, bu süreç içinde de her türlü “sahte kanıt”a, “gizli tanık” ifadesine ve hatta “gizli olması gereken soruşturma bilgilerinin medyaya servis edilmesi” dahil her türlü hukuksuzluğa karşı çıkmalıyız. Dahası “hukuku çiğneyen savcı, yargıç dahil kim varsa cezalandırılmasını” istemeliyiz.

Siyasi boyutuna gelince… Hükümetin dört bakanı hakkındaki suçlamaların hiç değilse (aslında TBMM Genel Kurulu’nda olması lazım) AKP Meclis Grubu’nda tartışılmasını ve bu hükümete güven duyulup duyulmadığının oylanmasını talep etmeliyiz. Ama hepsinden önemlisi, bu “kara devrim” sürecini tersine çevirip Türkiye’mizi tekrar Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete kavuşturmalıyız.

Oktay Ekşi CHP İstanbul Milletvekili

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget