Yerel seçimler sürecinde aday adaylarının durumunu değerlendirdiğim, yazılara gelen olumlu ya da olumsuz tepkileri görünce, doğru yolda ilerlediğimi anladım.
“Suya sabuna dokunmadan” yazmaya çalışmak, “Ne şiş yansın ne kebap” mantığı ile hareket etmek, gerçekleri halı altına süpürmekten başka bir işe yaramaz. Kimseye yaranma gibi bir derdim olmadığı gibi, doğru bildiğimi yazmaktan ve söylemekten de kaçmam. Hakaretlere varan eleştiriler geliyorsa, bilin ki, birileri yanlışlarının ortaya koyulmasından rahatsız oluyordur.
Ayrıca sadece siyasette değil hayatın tüm alanlarında mutlaka bir perde arkası vardır. Arka planda olup bitenleri herkesin görmesi ise mümkün değildir. Dolayısıyla yazdıklarının okunduğunu, paylaşıldığını, yayıldığını bilen bir yazarın, perde arkasını gösterme sorumluluğu vardır.
Çok büyük bir iddia ile söylüyorum, “Aday adaylığı süreci demokratik bir yarıştır” diyenler yanılıyor. Çünkü burası Türkiye ve her şey Türk işi. Gelişmiş demokratik ülkelerde olduğu gibi, partilerin ve adayların seçim harcamalarına sınır getiren yasa ile buna paralel bir kontrol mekanizması bizde yok. Bu tür yasalar olduğu içindir ki, birçok batılı ülkede, iktidarlardan bağımsız savcılar, seçimlerin ardından siyasilere hatta başbakanlara kampanya harcamalarındaki sınırı aşmaları nedeniyle davalar açıyorlar.
Dönelim yine ülkemize. Adam kıymış paraya, kamyonet, minibüs ve otobüsleri giydirmiş. Salmış kentin sokaklarına tanıtım yapıyor.
Bastırdığı onbinlerce afişi, “kuş uçmaz kervan geçmez” bölgeler dâhil her yere yapıştırıyor.
Broşürleri posta kutularına dolduruyor. İnsanların eline tutuşturuyor.
Medyanın en kaşarlarının eline kalmış bir televizyon kanalına ve belli radyolara, parayı verip programlarda konuşuyor.
Hergün binlerce SMS ve e-postayı durmaksızın gönderiyor.
Ev ve cep telefonlarına gönderilen sesli mesajların ardı arkası gelmiyor.
Tuttuğu adamlarına telefonda herkesi aratıp, kendini tanıttırıyor.
Bayram, kandil, kurtuluş günü, yıldönümü ve olabilecek her şeyi kutlamak için metrelerce uzunluktaki pankartları yaptırmış astırıyor.
Ana yollardaki ve en işlek merkezlerdeki bilbordları kapatıyor.
Birçok semtte tanıtım ve irtibat büroları kurmak için evler kiralıyor.
Seçim sürecini gelir kapısı olarak gören hemşeri derneklerinin davetlerine icabet ediyor. Bilmem ne köyünün yaşatma ve güzelleştirme derneğinin bir düğün salonunda düzenlediği eğlenceye katılıyor. Salona girişinde dernek başkanına adını anons ettiriyor. Ardından, uyanık başkan, falan partinin filan adayı derneğimize şu kadar para bağışladı diye anons yapıyor.
Partinin il, ilçe ve belde örgütlerinin düzenlediği yemeklere, tanesi en az 100 liradan 50-100 davetiye alarak katılıyor, orada da adını anons ettiriyor.
Bunlar da yetmiyor, tanınmış şarkıcı, türkücü ve popçulara parayı bastırıp halk konserleri düzenliyor.
Binlerce kişiye yemek, aşure dağıtıyor. Kalem, defter, anahtarlık vb ıvır zıvır hediye ediyor.
Listeyi uzatmadan soralım, siz bunların maliyetini biliyor musunuz?
Sakın hesaplamayın kafayı yersiniz. Sonu belli olmayan aday adaylığı sürecinde bunca masrafı niye yaparlar diye düşündünüz mü hiç? Hadi aday ilan edildi ve seçimi kazanıp başkan oldu. Dört yıl boyunca maaşlarını biriktirse yaptığı masrafı karşılaması mümkün değil.
Öyleyse bunların derdi ne?
Aman yanlış anlamayın, hepsi böyle demiyorum. Sadece siyasi, sosyal ve ekonomik rantı son derece yüksek ilçelerde olup bitenlere farklı gözlerle bakılsın istiyorum.
Bir kez daha söylüyorum, aday adaylığı süreci demokratik bir yarış değildir. Parayı saçanların kendini gösterdiği bir şovdur. Parası olmayanların ise para babası rakiplerine bakıp, kafayı yediği, isyan ettiği haksızlıktır.
Bilginiz, kaliteniz, projeleriniz en üst düzeyde bile olsa, saçabileceğiniz paranız yoksa göze görünmez, işitilmez ve tanınmaz olursunuz.
Bu durumda akla gelen soru şu; aday adaylığı sadece para babalarının yapacağı iş midir?
Sorunun yanıtını size bırakıyorum.
Yazıyı sonlandırmadan, partinin kazanmasına yüzde yüz gözüyle bakılan yerlere aday adayı olmak için birbirlerini ezercesine hücum edenlere birkaç söz söyleyelim. Destekçileri ve arkadaşları, “Yürekli mücadeleniz, yılmaz kişiliğiniz, cesaretiniz için sizi kutluyoruz” diyerek, bunları gaza getiriyorlar. Bu lafları edenlere sormak lazım, madem bunlar yürekli, cesur ve başarılılar, öyleyse neden iki adım ötede, partinin aday çıkaramadığı yerlere gitmezler?
İktidarın güçlü olduğu yerlerde o yürekliliklerini, cesaretlerini, yılmaz kişiliklerini sergileseler de, parti birkaç oy daha fazla alsa, iyi olmaz mı? İzmir Karşıyaka ya da Konak'a, İstanbul Kadıköy ya da Bakırköy'e, Ankara Çankaya'ya, ne bileyim işte kazanılacağı garanti yerlere aday adayı olmak, “Yürekli Mücadele”, Cesaret falan değildir. Gelin, Ankara Altındağ ya da Sincan'a, Erzurum'un herhangi bir ilçesine, Yozgat Yerköy'e, Sivas ya da Konya'nın ilçelerine ve daha birçok yere, iktidar partisinin güçlü olduğu bölgelere aday adayı olun da Yürekli Mücadelenizi görelim.
Kaleme aldığım gerçeklerden rahatsızlık duyan bazı aday adaylarının, milletvekillerinin, belediye başkanlarının, hatta bazı genel başkan yardımcılarının, farklı gazete, dergi ve sitelerdeki yazılarımı Genel Başkan'a iletip, şikâyetçi olduğunu duyuyorum. Hiç zahmet etmesinler, yazılarımı Genel Başkan zaten okuyor.
Yorum Gönder